Uranüs - Özgürlüğe açılan kapı

Eylül 10, 2018


Bu yazımda özgürlüğün gezegeni olan Uranüs'den bahsedeceğim. İsyanından, bireyselliğinden, ve belki de yanlış anlaşılmasından..

Hayatımda parmakla sayılacak kadar az ama ruhuma dokunabilmiş kadar değerli olan birkaç öğretmenim oldu. 
Biri çok yaşlı bir tarih öğretmenimdi, Herr Ulmer. Dedesi 1. Dünya Savaşını, babası ise 2. Dünya Savaşını yaşamıştı. Bize tarihi öğretirken bu zenginliğini kullanır, hikayelerle geçmişi adeta yaşatarak öğretirdi. Bizi mezun edemeden emekliye ayrılmak zorunda kaldı.
Onun yerine 25 yaşında genç tuhaf biri geldi. Adı Herr Klein'di. O kadar tuhaf bir varlıktı ki adamı hiçbir zaman için çözemedik. Zaten kendi de kendisini çözememiş olsa gerek ki, birkaç sene sonra öğretmenlik mesleğini bırakıp bir sırt çantasıyla dünya turuna çıktı. Şimdi kimbilir nerelerdedir.

Bu adam benim için Uranüs'ün kendisiydi.
Daha ilk derste size ödev vermeyeceğim, hiçbir şekilde ders kitabından ilerlemeyeceğiz, sınav da olmayacaksınız, sadece kendinize bir günlük alıp her ders sonunda o günlüğe düşüncelerinizi yazmanızı istiyorum demişti.
Çok ciddi bir tipti. Biz şaşırmış olsak da ciddiye almak zorunda kaldık sözlerini. Herkes kitapları bir kenarıya attı, sadece günlük aldı.
Adamın her dersi o kadar tuhaf geçerdi ki, ders süresi biter bitmez sınıfa derin bir sessizlik çökerdi. Kendimize gelmekte zorlanırdık sanki.

Bir gün bizden bir kağıt ve kalem alıp tahtaya yazdığı cümleyi yazmamızı istedi.

"Be part of your own movement"

Ağzında bir düdük vardı. Bu düdüğü çaldığım anda saat yönünde yerinizi değiştirip, partnerinizin kağıdına aynı cümleyi yazacaksınız dedi.
Başta herşey eğlenceliydi. Düdük sesini duyar duymaz yerimizi değiştiriyor, cümleyi kağıda yazıyorduk.

"Be part of your own movement"

Bir süre sonra düdük sesini o kadar çok çabuklaştırmıştı ki, hiçbirimiz cümleyi kağıda yazamadan yarıda kesip koşarak devam etmek zorunda kalıyorduk. İteklemeler ve kavgalar başlamıştı. Bir süre boyunca bu stres altında aynı cümleyi robot gibi kağıda yazmak için çabaladık durduk. Ta ki Moritz adında bir çocuğun sinirlenip kalem ve kağıdı yere fırlatıp "yeter artık" diye bağırana dek. Hepimiz o anda şok olduk ve durduk. Hoca çok sinirlendi. Okuldan atmakla tehdit etti. 
Çocuk korkmadı ve geri çekilmedi. Hocaya meydan okur bir şekilde "atarsanız, atın" dedi. Ondan cesaret bulan akadaşları da ona destek olmak için kağıtlarını yere attılar. Sınıf birden ikiye bölündü. Uyananlar ve uyuyanlar. Hoca sinirinden köpürdü, hepimizi okuldan atmakla tehdit etti. Bir münakaşa oldu, sonrada dersi yarıda bırakıp,  arkasından kapıyı çarparak çekip gitti.
O gün yaşadıklarımı ancak tutun dediği günlüğe düşüncelerimi yazarken idrak edebildim.
___________________________

Almanların bir atasözü vardır.
Sürü olmak, sürü içinde gitmek ve öylece yol almak istersen yaşamın boyunca sadece kıç görürsün.
___________________________

Tahtada yazan ve sürekli kağıda geçirdiğimiz cümlenin farkında bile değildik.

"Be part of your own movement"

O çocuğun o isyanı ve isyan edişinin omurgalı bir şekilde arkasında duruşu hepimize muazzam bir hayat dersi öğretti.
Sürünün bir parçası olmamayı. Kendi hareketinin sorumlusu olmayı. Yani bilinçli olmayı. Tıpkı tahtadaki cümlenin anlamı gibi.

Bu dersten sonra hoca gayet normal davrandı. Bu konuyu bir daha hiç açmadı. Çünkü hoca da gayet iyi biliyordu. Dersini alması gerekenler zaten almıştı.

Adamın her dersi bu şekilde geçiyordu. Her ders uranyendi. Öngörülemez ve şok edici. Bir gün diktatör olmamızı istiyordu, bir gün bombalama sesinin eşliğinde meditasyon yapmamızı.
Bir gün bizi aceleyle çatı katına çıkarttı. Telaşlıydı. 20 dakika içerisinde uzaylılar saldıracak, kendimizi kurtarmamız gerek dedi. Bizi gruplara böldü. Polonya, Rusya, Fransa vs 
Uzaylılar ilk önce Polonya'ya saldıracak dedi. Yapmanız gereken masanızın üzerindeki yumurtayı o kadar iyi korumak ki aşağa attığımızda yumurta kırılmasın yoksa hepiniz ölürsünüz.
Yumurta gerçekti. Onu koruyacak da pek birşey yoktu bizim için hazırladığı masada. Bir kağıt, biraz yapışkan, birkaç tane de pipet.
Hepimiz aceleye kapıldık ve kendi yumurtamızı korumanın derdine düştük. Sanırım Rusya grubuydu, arta kalan malzemelerini Polonya grubuna verdi. Aralarında çok zeki olmasa da çok adaletli olan bir çocuk vardı. Fikir ondan çıkmıştı. Yumurtası kırılmayan grup da onlar oldu çünkü tek kağıdı paraşüt olarak kullanmayı tercih etmişlerdi. Yumurta 5. kattan aşağa atılınca diğerlerine nazaran yere çakılmak yerine uçarak indi.
Bu saçmalığın ardından Hoca bize Hitler'in Polonya'ya saldırmasıyla ilgili küçük bir belgesel izletti ve neden güçlerimizi birleştirmek için ilk önce Polonya grubuna yardım etmediğimizi sordu. Hepimiz bencilce davranmıştık.
2. Dünya Savaşında birçok ülke Hitler'in ilk önce Polonya'ya saldıracağını biliyordu ve göz yumuldu. Oysa bütün güçler birleştirilmiş olsaydı Hitler ilk darbesini orda alacak ve 2. Dünya savaşı belki de hiç bu kadar dehşet verici bir sonla bitmeyecekti.

Bu adamın her dersi ruha ağır bir darbeydi ve bize kendimizi sorgulattırıyordu. Ne kadar iyi bir insansın, ne kadar adaletlisin, ne kadar karakterlisin?

Bir gün de, sevdiğin bir ailen var, eşin ve çocuğun. Çok güzel bir okulda okudun. Eğitimlisin. Ama işsiz ve ailen açlıktan ölmek üzere demişti. Ve tam o sırada sana bir teklif geliyor. Uçakların bomba atma mekanızmasını tasarlayacaksın. Bunun için sana çok güzel bir para teklif ediliyor. Yapar mısın, yapmaz mısın? diye sordu.
Bu soruya siz ne yanıt verirdiniz? Sadece iki kişinin hayatını mı kurtarırdınız, yani ailenizin. Yoksa reddederek milyonlarca kişinin mi? Ama bir yandan siz kabul etmezseniz, başkası edecek. Ama siz kabul ettiğinizde de onca insanın ölümüne sebep olacaksınız. Hangisini seçersiniz?
Ben senelerdir düşünüyorum ve bu sorunun cevabını hala bulamadım. 

Tüm bunları neden anlattım diye düşünüyorsanız, Uranüs'ü daha iyi anlayabilmeniz için.
Çünkü hayatımızda yaşadığımız ikilem ve irademizle yaptığımız seçimleri temsil eder Uranüs.
Ne kadar özgür olduğumuzu anlayabilmemiz için bizi sınar. Ne kadar özgür ve bağımsız olma isteğinde oluşumuzu sorgulattırır.

Özgür olmanın başına buyruk olmakla hiçbir alakasının olmadığını gösterir.
Gözlerini kapattığında huzurla uykuya dalabiliyorsan, yani vicdanın rahatsa, işte anca o zaman özgürsündür. Bunu öğretir.

Eğer diğer koyunlar yapıyor diye sen de yapıyorsan, bir köleden farksız olduğunu öğretir. Bağımsızlık için iradeni kullanman gerektiğini ve etrafindaki duvarları idrak etmen gerektiğini gösterir.

Bilmem farkında mısınız ama Uranüs'ün derslerini öğrenebilmek diğer gezegenlerin enerjilerini üst düzeyde yaşamamıza bağlıdır.
Güneş'i, yani özümüzü keşfetmeden, Ay'ın temsil ettiği duygu ve zaaflarımıza hakim olmadan,  Venüs'ün sevgisini öğrenemeden merhameti keşfetmeden, Mars'ın irade gücünü kullanmadan, Merkür'ün mantıklı düşünme kabiliyetini geliştirmeden, Jüpiter'in ahlak sınavını vermeden ve Satürn'ün duvarlarını aşmadan özgür olamayız.
Bu yüzden bu sınavları veremeyenler Uranüs'ün transitlerinden olumsuz anlamda etkilenirler.
Oysa her transiti Satürn'ün karmasını yakmak ve cennetin ilk kapısını aralamak için bir anahtar armağan eder ruhumuza.
Bilmeyiz bu gerçeği. İdrak edemeyiz ve bu yüzden de Uranüs'ün ani değşimlere sebep olan transitlerinden veya haritamızda bulunduğu alanda darbeler alarak pişeriz.

Eğer gerçekten özgürlüğü ve bağımsızlığı yaşamak istiyorsa ruhumuz, sisteme ve düzene isyan etmeden uyanmalı ve idrak etmeliyiz gerçekleri. 
Uranüs'ün kapısına ulaşmak istiyorsak diğer gezegenlerin imtihanlarını geçmeliyiz önce. 
Uranüs ne direnmeyi temsil eder, ne de isyan ederek yıkmayı. Uranüs aslında daha üst düzey düzeni temsil eder. Bu yüzden ezoterik astrolojide Terazi burcunun yöneticisidir. Yani Uranüs aslında dengeyi ve adaleti getirir hayatımıza. Eğer buna hazır isek tabii. 

You Might Also Like

0 yorum

Uranüs - Özgürlüğe açılan kapı


Bu yazımda özgürlüğün gezegeni olan Uranüs'den bahsedeceğim. İsyanından, bireyselliğinden, ve belki de yanlış anlaşılmasından..

Hayatımda parmakla sayılacak kadar az ama ruhuma dokunabilmiş kadar değerli olan birkaç öğretmenim oldu. 
Biri çok yaşlı bir tarih öğretmenimdi, Herr Ulmer. Dedesi 1. Dünya Savaşını, babası ise 2. Dünya Savaşını yaşamıştı. Bize tarihi öğretirken bu zenginliğini kullanır, hikayelerle geçmişi adeta yaşatarak öğretirdi. Bizi mezun edemeden emekliye ayrılmak zorunda kaldı.
Onun yerine 25 yaşında genç tuhaf biri geldi. Adı Herr Klein'di. O kadar tuhaf bir varlıktı ki adamı hiçbir zaman için çözemedik. Zaten kendi de kendisini çözememiş olsa gerek ki, birkaç sene sonra öğretmenlik mesleğini bırakıp bir sırt çantasıyla dünya turuna çıktı. Şimdi kimbilir nerelerdedir.

Bu adam benim için Uranüs'ün kendisiydi.
Daha ilk derste size ödev vermeyeceğim, hiçbir şekilde ders kitabından ilerlemeyeceğiz, sınav da olmayacaksınız, sadece kendinize bir günlük alıp her ders sonunda o günlüğe düşüncelerinizi yazmanızı istiyorum demişti.
Çok ciddi bir tipti. Biz şaşırmış olsak da ciddiye almak zorunda kaldık sözlerini. Herkes kitapları bir kenarıya attı, sadece günlük aldı.
Adamın her dersi o kadar tuhaf geçerdi ki, ders süresi biter bitmez sınıfa derin bir sessizlik çökerdi. Kendimize gelmekte zorlanırdık sanki.

Bir gün bizden bir kağıt ve kalem alıp tahtaya yazdığı cümleyi yazmamızı istedi.

"Be part of your own movement"

Ağzında bir düdük vardı. Bu düdüğü çaldığım anda saat yönünde yerinizi değiştirip, partnerinizin kağıdına aynı cümleyi yazacaksınız dedi.
Başta herşey eğlenceliydi. Düdük sesini duyar duymaz yerimizi değiştiriyor, cümleyi kağıda yazıyorduk.

"Be part of your own movement"

Bir süre sonra düdük sesini o kadar çok çabuklaştırmıştı ki, hiçbirimiz cümleyi kağıda yazamadan yarıda kesip koşarak devam etmek zorunda kalıyorduk. İteklemeler ve kavgalar başlamıştı. Bir süre boyunca bu stres altında aynı cümleyi robot gibi kağıda yazmak için çabaladık durduk. Ta ki Moritz adında bir çocuğun sinirlenip kalem ve kağıdı yere fırlatıp "yeter artık" diye bağırana dek. Hepimiz o anda şok olduk ve durduk. Hoca çok sinirlendi. Okuldan atmakla tehdit etti. 
Çocuk korkmadı ve geri çekilmedi. Hocaya meydan okur bir şekilde "atarsanız, atın" dedi. Ondan cesaret bulan akadaşları da ona destek olmak için kağıtlarını yere attılar. Sınıf birden ikiye bölündü. Uyananlar ve uyuyanlar. Hoca sinirinden köpürdü, hepimizi okuldan atmakla tehdit etti. Bir münakaşa oldu, sonrada dersi yarıda bırakıp,  arkasından kapıyı çarparak çekip gitti.
O gün yaşadıklarımı ancak tutun dediği günlüğe düşüncelerimi yazarken idrak edebildim.
___________________________

Almanların bir atasözü vardır.
Sürü olmak, sürü içinde gitmek ve öylece yol almak istersen yaşamın boyunca sadece kıç görürsün.
___________________________

Tahtada yazan ve sürekli kağıda geçirdiğimiz cümlenin farkında bile değildik.

"Be part of your own movement"

O çocuğun o isyanı ve isyan edişinin omurgalı bir şekilde arkasında duruşu hepimize muazzam bir hayat dersi öğretti.
Sürünün bir parçası olmamayı. Kendi hareketinin sorumlusu olmayı. Yani bilinçli olmayı. Tıpkı tahtadaki cümlenin anlamı gibi.

Bu dersten sonra hoca gayet normal davrandı. Bu konuyu bir daha hiç açmadı. Çünkü hoca da gayet iyi biliyordu. Dersini alması gerekenler zaten almıştı.

Adamın her dersi bu şekilde geçiyordu. Her ders uranyendi. Öngörülemez ve şok edici. Bir gün diktatör olmamızı istiyordu, bir gün bombalama sesinin eşliğinde meditasyon yapmamızı.
Bir gün bizi aceleyle çatı katına çıkarttı. Telaşlıydı. 20 dakika içerisinde uzaylılar saldıracak, kendimizi kurtarmamız gerek dedi. Bizi gruplara böldü. Polonya, Rusya, Fransa vs 
Uzaylılar ilk önce Polonya'ya saldıracak dedi. Yapmanız gereken masanızın üzerindeki yumurtayı o kadar iyi korumak ki aşağa attığımızda yumurta kırılmasın yoksa hepiniz ölürsünüz.
Yumurta gerçekti. Onu koruyacak da pek birşey yoktu bizim için hazırladığı masada. Bir kağıt, biraz yapışkan, birkaç tane de pipet.
Hepimiz aceleye kapıldık ve kendi yumurtamızı korumanın derdine düştük. Sanırım Rusya grubuydu, arta kalan malzemelerini Polonya grubuna verdi. Aralarında çok zeki olmasa da çok adaletli olan bir çocuk vardı. Fikir ondan çıkmıştı. Yumurtası kırılmayan grup da onlar oldu çünkü tek kağıdı paraşüt olarak kullanmayı tercih etmişlerdi. Yumurta 5. kattan aşağa atılınca diğerlerine nazaran yere çakılmak yerine uçarak indi.
Bu saçmalığın ardından Hoca bize Hitler'in Polonya'ya saldırmasıyla ilgili küçük bir belgesel izletti ve neden güçlerimizi birleştirmek için ilk önce Polonya grubuna yardım etmediğimizi sordu. Hepimiz bencilce davranmıştık.
2. Dünya Savaşında birçok ülke Hitler'in ilk önce Polonya'ya saldıracağını biliyordu ve göz yumuldu. Oysa bütün güçler birleştirilmiş olsaydı Hitler ilk darbesini orda alacak ve 2. Dünya savaşı belki de hiç bu kadar dehşet verici bir sonla bitmeyecekti.

Bu adamın her dersi ruha ağır bir darbeydi ve bize kendimizi sorgulattırıyordu. Ne kadar iyi bir insansın, ne kadar adaletlisin, ne kadar karakterlisin?

Bir gün de, sevdiğin bir ailen var, eşin ve çocuğun. Çok güzel bir okulda okudun. Eğitimlisin. Ama işsiz ve ailen açlıktan ölmek üzere demişti. Ve tam o sırada sana bir teklif geliyor. Uçakların bomba atma mekanızmasını tasarlayacaksın. Bunun için sana çok güzel bir para teklif ediliyor. Yapar mısın, yapmaz mısın? diye sordu.
Bu soruya siz ne yanıt verirdiniz? Sadece iki kişinin hayatını mı kurtarırdınız, yani ailenizin. Yoksa reddederek milyonlarca kişinin mi? Ama bir yandan siz kabul etmezseniz, başkası edecek. Ama siz kabul ettiğinizde de onca insanın ölümüne sebep olacaksınız. Hangisini seçersiniz?
Ben senelerdir düşünüyorum ve bu sorunun cevabını hala bulamadım. 

Tüm bunları neden anlattım diye düşünüyorsanız, Uranüs'ü daha iyi anlayabilmeniz için.
Çünkü hayatımızda yaşadığımız ikilem ve irademizle yaptığımız seçimleri temsil eder Uranüs.
Ne kadar özgür olduğumuzu anlayabilmemiz için bizi sınar. Ne kadar özgür ve bağımsız olma isteğinde oluşumuzu sorgulattırır.

Özgür olmanın başına buyruk olmakla hiçbir alakasının olmadığını gösterir.
Gözlerini kapattığında huzurla uykuya dalabiliyorsan, yani vicdanın rahatsa, işte anca o zaman özgürsündür. Bunu öğretir.

Eğer diğer koyunlar yapıyor diye sen de yapıyorsan, bir köleden farksız olduğunu öğretir. Bağımsızlık için iradeni kullanman gerektiğini ve etrafindaki duvarları idrak etmen gerektiğini gösterir.

Bilmem farkında mısınız ama Uranüs'ün derslerini öğrenebilmek diğer gezegenlerin enerjilerini üst düzeyde yaşamamıza bağlıdır.
Güneş'i, yani özümüzü keşfetmeden, Ay'ın temsil ettiği duygu ve zaaflarımıza hakim olmadan,  Venüs'ün sevgisini öğrenemeden merhameti keşfetmeden, Mars'ın irade gücünü kullanmadan, Merkür'ün mantıklı düşünme kabiliyetini geliştirmeden, Jüpiter'in ahlak sınavını vermeden ve Satürn'ün duvarlarını aşmadan özgür olamayız.
Bu yüzden bu sınavları veremeyenler Uranüs'ün transitlerinden olumsuz anlamda etkilenirler.
Oysa her transiti Satürn'ün karmasını yakmak ve cennetin ilk kapısını aralamak için bir anahtar armağan eder ruhumuza.
Bilmeyiz bu gerçeği. İdrak edemeyiz ve bu yüzden de Uranüs'ün ani değşimlere sebep olan transitlerinden veya haritamızda bulunduğu alanda darbeler alarak pişeriz.

Eğer gerçekten özgürlüğü ve bağımsızlığı yaşamak istiyorsa ruhumuz, sisteme ve düzene isyan etmeden uyanmalı ve idrak etmeliyiz gerçekleri. 
Uranüs'ün kapısına ulaşmak istiyorsak diğer gezegenlerin imtihanlarını geçmeliyiz önce. 
Uranüs ne direnmeyi temsil eder, ne de isyan ederek yıkmayı. Uranüs aslında daha üst düzey düzeni temsil eder. Bu yüzden ezoterik astrolojide Terazi burcunun yöneticisidir. Yani Uranüs aslında dengeyi ve adaleti getirir hayatımıza. Eğer buna hazır isek tabii.