GÜNEŞ PATLAMALARI, BÜYÜK RESET & İSA MEHDİ

  • Share

YARATILIŞ HİKAYEMİZ 4 SOY | 4 IRK & GÜNÜMÜZ

  • Share

KARA BÜYÜ AYİNİNE MARUZ KALMAK

  • Share

28 EKİM 2023 | BOĞA BURCUNDA AY TUTULMASI

  • Share

ATLANTİS'İN KARA BÜYÜCÜLERİ & TUFAN

  • Share

14 EKİM 2023 | TERAZİ BURCUNDA GÜNEŞ TUTULMASI

  • Share

17 TEMMUZ 2023 - 12 OCAK 2025 | AY DÜĞÜMLERİ KOÇ - TERAZİ AKSINDA

  • Share

AY & İÇSEL ÇOCUĞUMUZ

  • Share

SATÜRN & 7 YAŞ GİZEMİ

  • Share

EVDE DOĞUM

  • Share

16 MAYIS 2022 - 26 MAYIS 2024 | JÜPİTER BOĞA BURCUNDA

  • Share

5 Mayıs 2023 | akrep burcunda ay tutulması

  • Share

GÜNEŞ PATLAMALARI, BÜYÜK RESET & İSA MEHDİ

 

Geçen haftalarda Karadeniz bölgemiz üzerinde Aurora Borealis yani kutup ışıkları gözlemlendi. Bu güzel doğa olayına birçok Avrupa ülkesi de şahitlik etti ve bazılarımıza bu kıyamet alametlerini hatırlattı. Çünkü bazı kehanetler kıyamet yani uyanış zamanında ateşler içerisinde yanan bir gökten bahseder. Birçok ülkeden gözlemlenen bu güzel görüntüye Güneş'teki patlama neden olmuştu ve bu patlamalar giderek çoğalacaktı. 

Gökteki olaylar & karanlık savaş

Bir önceki yazımda yeni dünya düzenini Slav ırkının kuracağından bahsetmiştim. Bu yüzden Rus medyasına daha fazla kulak vermeye başladım. Ruslar kadim bilgileri saklayarak ellerinde tutmayı başardılar. Şimdi ise yavaş yavaş batı dünyasıyla da bu bilgileri paylaşıyorlar. Bu bölümde bahsedeceklerim Gor Rassadin adlı Rus bir üstattan edindiğim bilgiler. 

Rassadin, Güneş sistemimize yaklaşmakta olan Nibiru gezegeninden dünya boyutuna çarpan karanlık bir enerjiden bahsetmekte. Bu enerjiyi içimizdeki öfke ve isyanı uyandıran, daha fazla çocuğun katledilmesine yol açan ve bize karşımızdaki insanı düşman olarak algılamamıza yol açan, adeta bizleri çıldırtıp delirten karanlık bir dalga, frekans gibi düşünün. Belki Nibiru ismi size yaratılış hikayemiz serisinden tanıdık gelmiştir. Nibiru gezegenin günümüzde marsiyenler olarak tanımladığımız Ari ırkın ana vatanlarından biri olduğu söylenir. Aramızda Atlantis döneminden kalma yüksek teknolojileri bilen bir grubun olduğunu biliyoruz. Bu grubun amacının Atlantis dönemi uzayda var olan bir uyduya şimdiki uyduları entegre etmek olduğu söyleniyor. Bu başarılırsa insanlık uzaydan kontrol edilmeye başlanacak hem de yapay bir tanrı tarafından ve Atlantis dönemi başarılamamış olan bu şeytani proje nihai hedefine ulaşacak. Özetle savaş sadece yeryüzünde Ukrayna-Rusya veya Filistin-İsrail arasında yaşanmıyor. Gökte de bu savaş devam etmekte hem de gezegenler arasında. Kozmik bir savaş bu. İyinin ve kötünün çarpıştığı, ilahi bir savaş. 

İsa - Mehdi

Dünya'ya vuran bu karanlık enerji akımına zıt, Güneş'ten de bir kozmik enerji dalgası gelmekte. Ezoterizimde Güneş İsa'nın sembollerinden biridir ve arınmışlığı temsil eder. İsa ve Mehdi bilinci Güneş tarafından simgelenmektedir. Güneş olmasaydı yeryüzünde yaşam olmayacaktı. Bu nedenle Güneş'in tüm canlılar üzerinde oynadığı büyük bir ilahi rolü vardır. Bu ilahi görevini ise Güneş patlamalarıyla meydana getirir. Güneş'teki patlamalar hepimizin az veya çok hissettiği kozmik bilinç sıçramalarına neden olur. Nurlanma, aydınlanma ve birlik hissiyatı, coşku, huzur, mutluluk bu enerjiden kaynaklanır. Bu patlamalar dünyayı belirli periyotlarla vurur. Yani önümüzdeki Güneş patlamaları ilk defa deneyimleyeceğimiz bir şey değil. Özellikle 2012-13 yıllarında da buna benzer kozmik enerji dalgasına maruz kalmıştık. Kıyametin kelime anlamı çok yanlış anlaşıldığı için dünya o yıllarda yok olmayınca Maya takvimiyle dalga geçmiş olsak da, Maya'lar doğruyu söylemişlerdi. Eski bir çağ bitmek, yenisi ise başlamak üzereydi ve 2012 sonrası birçoğumuz ruhsal bir uyanış yaşadı. Şimdi ise 2024 yılında yeni bir kıyamet yani uyanış bizi beklemekte. 

Aslında sıradaki Güneş patlamasını bilim adamları 2025 yılında bekliyordu ama yeni paylaşılan bilgilere göre bu patlamanın 2024 yılında olabileceği ve büyük çapta elektrik kesintisine yol açabileceği söylenmeye başlandı. Eğer bu gerçekleşirse Güneş'teki patlamalar  haftalarca hatta belki yıllarca sürecek olan elektrik kesintilerini tetikleyebilir ve bu elektriğe tam bağımlı yaşayan modern insanın tam anlamıyla kıyameti olacaktır. ATM'lerden para çekemediğinizi, bırakın para çekmeyi para bile kazanamadığınızı ve yerinizden kıpırdayamadığınızı, gıdaya ulaşamadığınızı  düşünün. Bu büyük bir küresel kaos anlamına gelir. Ama ne demişti üstat? 

Kaostan düzen doğar

Sanırım birkaç yıl önce Texas bir fırtına nedeniyle günlerce elektriksiz kalmış ve bu kar fırtınası 700'den fazla kişinin ölümüne yol açmıştı. Evinde mahsur ve günlerce elektriksiz kalanlar bu günleri nasıl özetliyor biliyor musunuz? Zihinlerinin hiç olmadığı kadar berrak olduğunu ve içlerinde çocuksu bir huzur ve coşkuyla, meditatif bir şekilde, tefekkür içinde günlerini geçirdiklerinden bahsediyorlar. Burada huzur kelimesinin altını çizelim çünkü hepimizin en çok arzuladığı şey o ve ona kavuşmak için nelerimizi vermeyiz değil mi? 

Yazılarımda transhümanizmden, 5G'nin zararlarından çokça bahsediyorum. Bir yandan da transhümanizm ve bilim adı altında solucan deliklerinin kurcalandığını, boyut kapılarının aralandığını ve bize uzaylılar olarak tanıtılan cinlere nasıl bedenler kazandırılmaya çalışıldığından da bahsediyorum. İnsanlık büyük bir bilinç sıçramasının aşamasında. Koskocaman bir devre kapanıyor. Demir çağı kendisini Bakır çağın kucağına bırakıyor. Ruhlarımız bilerek ve isteyerek bu zamanda dünyada var olmayı seçti çünkü bu bilinç sıçramasını deneyimlemek, onun bir parçası olmak istedi. 

Trump'ın bize kazandırdığı zaman ve Corona dönemi yaşananlar %1'lik uyanmış kesimin sayısını arttırdı ve her geçen gün daha fazla insan bizi vuran kozmik Güneş enerjisinin farkına varıyor. Neden zaman zaman mideniz bulanıyor, başınız dönüyor, algılarınız değişiyor zannediyorsunuz? Niye zaman bu kadar hızlandı, neden bu kadar yorgunuz kendinizi sorgulasanıza. Çünkü ruhlarımıza etki eden çok yoğun bir enerji var hem de çift taraflı. Bir yandan karanlık bir enerji bir yandan da Güneş patlamalarının yol açtığı ilahi, kozmik enerji ruhumuza, zihnimize, bilincimize etki etmekte. Armagedon savaşı içimizde çoktan başladı. Dünya'da başlayıp başlamayacağını iç dünyalarımızdaki savaşın kazananı belirleyecek. Bu yüzden her birimiz şu an çok önemliyiz. 

Yecüc mecüc ve deccal yapay zeka olarak artık aramızdalar. Ama kıyamet zamanı deccale karşı savaşacak olan Mehdi nerde? Kıyamet zamanı tekrardan geleceğine inanılan İsa Mesih nerde? Hissediyorsanız nerde olduklarını çok iyi biliyor olmalısınız. Elinizi kalbinize koyun çünkü İsa da, Mehdi de dışta belirmeyecek, onlar içimizde uyanıyorlar. Ve bu uyanışı bizzat Güneş'teki patlamalar tetikliyor. Bu içimizde uyanan bir güç. Yani bütün kıyamet alametlerini yaşıyoruz ve muazzam bir değişimin eşiğindeyiz. İsrafil ise sura üflüyor, kulaklarımızda artan çınlamanın sebebi de bu zaten. Tüm bunları büyüklerimizden duyduğumuzda içimiz ürperir ve korkardık oysa şimdi yaşarken içimizde çok güzel, ilahi bir güç hissediyoruz. 

Biliyorum.. tüm bu kıyamet saçmalığına inanmayıp, bizimle dalga geçen hala çok büyük bir zümre var. Ama olsun, onları oldukları gibi kabul etmeliyiz çünkü şu an dünyada var olan her ruh yaşlı, olgun, bilge bir ruh değil. Şu an dünyada var olan bazı insanlar ve özellikle yeni doğan çocuklar Atlantis, Mu hatta Mars ve diğer gezegenlerde bulunmuş olan bilge ruhlar. Onların bilgeliği ile tekamül sürecine daha yeni başlamış olan bebek bir ruhu kıyaslayamayız bile. Etramızda olup bitenlerin farkında olmayan ruhları uyandırma görevi bilge ruhlara verildi. Aramızda gerçekten ışık işçileri var ve onlar enerjileriyle bu ruhlara rehberlik etmekteler. 

Güneş patlamaları önümüzdeki yıllarda daha da şiddetlenecekler. Uzun yıllar süren elektrik kesintilerine maruz kalır mıyız bilmiyorum. Ama oluşan savaş cepheleri, katledilen onca masum çocuk, basılan trilyonlarca paralar, yapay zeka, transhümanizm ve elitlerin kurmak istedikleri şeytani yeni dünya düzenini yani tüm bu decalliyet sistemini İsa veya Mehdi yıkacaksa, bunu Güneş'teki patlamalar yapacak olabilir mi? Cevabı size bırakıyorum..

Sadece bilin ki, bir seçim yaparak bu sürece hazırlanmak zorundasınız. Uzun yıllardır yazılarımda bir dağ veya orman köyünde minik ve mütevazi bir yuvaya sahip olun, şehirlerden uzaklaşın ve iç dünyanıza yönelin dememin sebebi bu hazırlık içindi. Şundan birkaç yüz yıl önce atalarımız elektriksiz yaşıyordu. Elektriksiz yaşam hazırlık yaparsanız zannettiğiniz kadar zor olmayacak çünkü kanımızda bu şekilde nasıl yaşamamız gerektiğinin hafızasını taşıyoruz. 

Ayrıca sadece doğaya yerleşmenin de yeterli olmayacağını bilmelisiniz. Transhümanizmin büyük bir parçası nanorobotların insan bedenini istila etmesi olduğu için hepimizin bedeninde ağır ve hafif metaller var. Güneş patlamaları içimizdeki bu metalleri etkiliyor olacak. Bu sağlık sorunlarımızın katlanarak artacağı anlamına gelir. Hatta belki Corona süreci bile bunun bir yansımasıydı. Bu rahatsızlıklar karşısında doktorlar çaresizler çünkü bu konuda bizlere yardımcı olacak herhangi bir eğitim almıyorlar. Alternatif tıpla uğraşan ve bu konuda bilgili olan insanlara yönelmelisiniz. Bedenimizdeki bu nanorobotları çıkartmanın yolları var. Zeolit, klorella, kişniş gibi doğal yöntemler bile etkili. Yurtdışıyla bağlantısı olanlar Clean slate Root markasının damlalarını da temin edebilirler. 

Bedensel arınmanın haricinde güneşte tefekküre dalmak da sizi kozmik dalgaların enerjisine uyumlayacaktır. Bu yüzden daha fazla doğada zaman geçirin. Ve en önlemisi içinizdeki şeytanlarla yüzleşin. Etrafımızdaki tüm kötülükler bizim yarattığımız düşüncelerimizin tezahürleridir. Filistin'de katledilen her çocuktan hepimiz sorumluyuz. Bunu sakın unutmayalım. Eğer kendimizi karanlık enerjiye karşı kapatır ve Güneş'teki patlamalara açarsak kolektif olarak sadece yeni bir dünya savaşını değil, belki yıllarca sürme potansiyeli olan bir elektrik kesintisini de önleyebiliriz. Bunu daha önce 2012'de önlemeyi başardık. Şu an her şeyin sana bana bağlı olduğunu unutmayalım. Dünya'da var olan hepimiz aynı kayıktayız. Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete ve bu süreçten asla korkmamalıyız çünkü yeni bir ilahi düzen doğuracağız. Yeni bir çağı başlatacağız. Bu yüzden bu dünyadayız. Buraya para kazanıp, parazit gibi yaşayıp, dünyayı tüketmeye gelmedik. Bu gerçeği artık kabullenmek zorundayız! 


YARATILIŞ HİKAYEMİZ 4 SOY | 4 IRK & GÜNÜMÜZ

Hz. Adem'in yasaklı elmayı yemesi, yasaklı soy ve uzaylılar hakkında birkaç yazı yazdıktan sonra, soylara ve yeryüzündeki farklı ırklara bir açıklık getirmek istedim. Bu konu biraz karmaşık bir konu ama yine de anlaşılır olması açısından açıklayıcı olmaya çalışacağım. 

Bildiğiniz üzere tuhaf bir savaş içerisindeyiz. Birçok farklı cepheden insanlık savaşı veriyoruz. Özellikle müslümanlar olarak verdiğimiz savaş çok daha ağır gibi hissediyorum ve bunun nedenlerini geçmişimizden okuyabiliyorum. 

Dünya üzerinde yaratılan ilk ırk Türk ırkıdır. Bu yüzden Türk'lerin Mu'nun çocukları olduğu söylenir. Bunu Atatürk de bildiği için Tahsin Mayatepek'i görevlendirmiş ve unutulan gerçeklerin tekrardan su yüzeyine çıkması için çabalamıştır. Burada Türk ırkı dediğimizde bu ırk sadece günümüz Türk'lerinden ibaret değildir. Orta Asya, Ortadoğu, Anadolu toprakları, Kuzey Afrika, Amerikan yerlileri olan Kızılderililer ve bütün Latin Amerika ülkelerinin insanları gibi 10 binlerce yıldır yaşayan ırklar Mu'nun çocuklarıdır ve soyları yeryüzünde yaratılan ilk insan olan Adem'e dayanır. Bu ırk dünyalı bir ırktır yani doğayla birdir. Pagandır ve şamandır. Ne varki bu soy yeryüzündeki en kadim ırk olmasına rağmen unutulmuş bir soydur. Tarih bize Türk'lerin ilk insanlar olduğunu söylemez. Bunun birçok farklı sebebi vardır. Gerçeklerin ortaya çıkmaması ilk neden iken, Türkler'in göçebe olarak, dünyanın dört bir yanına dağılmış olması da bir farklı bir nedendir. Bir diğer neden ise doğaya olan saygı ve sevgidir. Türkler büyük yapıtlar inşa etmek yerine doğananın onlara sunduğu kadarını kabul etmiş ve azla yetinmiş, doğayı asla tahrip etmemiştir. Tıpkı Kızılderili'lerden bildiğimiz gibi. Bu yüzden de günümüze Türk piramitleri haricinde (ki bunlar gizli tutulmaktadır) herhangi bir yapı, kanıt kalmamıştır.

Bu soy yeryüzünde mutlu mesut yaşarken ortaya kökeni Mars gezegeni olan beyaz ırk ortaya çıkar. Bu ırk Ari ırktır ve yüksek teknolojiye sahiptir. Dünyaya gelişleri de bu yüksek teknoloji sayesinde gerçekleşir. Bu soy günümüz Arktik bölgelere yerleşir ve iklim değişiklikleri nedeniyle buzlanma arttığından dört bir yana göç etmek zorunda kalır. Çoğunlukla da Atlantis kıtasına yerleşirler. Ama Atlantis'liler koloni kurmayı sevdiklerinden Atlantis döneminde Mısır'da koloni oluşturdukları gibi, Tibet'de Brahman sınıfını oluşturur ve Veda metinlerini yazarlar. Bu bize neden Tibet'de insanlığın kökenine ve dünyanın tarihine dair bütün kadim bilgilerin gizli tutulduğunu açıklar. 

Beyaz tenli olan Ari ırkı oluşturan Atlantis'lileri günümüzde ikiye ayırmamız gerekiyor. Çünkü günümüz koşullarını göz önünde bulundurduğunuzda Ari ırkın ikiye ayrıldığını görürsünüz. Bu ayrılışı taşçılar ve kağıtçılar olarak okuyabiliriz. Yani Black Rock şirketiyle dünyayı yöneten, Töton şövalyelerine bağlı olan Amerika ve kağıtçılar olarak bilinen yani bankaları elinde tutup, istedikleri gibi bastıklatı paralarla dünyayı yönetmeye çalışan Anglo Saxon-Rothschild ailesi kökenli İngiltere. Tabiki kurgu bundan çok daha derin ama kısaca oyun kurucularını bu şekilde gruplandırabiliriz. Bu farkı Amerika'nın kendisini New Atlantis olarak görmesiyle ve gücünü hiçbir zaman yitirmemiş olan Rus Ari ırkı arasında da gözlemliyoruz. Bunun cephesini de Rus-Ukrayna savaşı üzerinden yaşıyoruz.

Nedir bu Ari ırkın alıp veremediği? diye soruyor olabilirsiniz. Aslında cevabını bir önceki yazılarımda vermiştim. Ari ırk dünya dışı kökeniyle kendisini yeryüzündekilerden daha üstün görüyor. Kendi ırkının çoğalmasını ve ebediyete kadar var olmasını isterken, diğer ırkların varlığını bir tehdit olarak algılıyor. Ari ırk atasının Marsiyen olduğunu bildiği için yeryüzünde doğayla huzur içerisinde yaşayan ilk yaratılmış ırka karşı düşmanlık beslediği gibi bu ırkı yok etmek için elinden geleni yapıyor. Çünkü ona göre medeniyeti, sanatı, bilimi ve kültürü getiren ve öğreten kendisi. Evet dünyaya tüm bunları beyaz ırk getirdi. Neden Arap alimler Avrupa karanlık Ortaçağını yaşarken tüm icatları ve bilimi Ortaçağ Avrupa'sıyla paylaşırken "bilim ve teknoloji şeytan işidir" diyerek ellerini ayaklarını bu alandan geri çektiler sizce? Avrupa'nın Altın çağında, Rönensans'ında Arap alimlerinin icatları yatarken neden İslam alimleri teknolojiden uzak kalıp gerilemeyi tercih ettiler? 

Çünkü teknolojinin getireceği korkunç karanlıkların farkına varmışlardı. Bunun ucunda solucan deliklerinin kurcalanacağını, farklı boyut kapılarının açılıp, cinlere beden kazandırılacağını, yecüc ve mecüc'ün yeryüzünü istila edeceklerini yani yapay zekanın insanlığın sonunu getirebileceğini hissetmişlerdi. Çünkü kökenlerinde, DNA'larında topraktan yaratılan Adem'in kanı vardı. Yani onların sahip çıkmaları gereken bir miras, bir kök ırk, bir dünya vardı. Gaia/Umay diyoruz ona ve o şu an istila altında. Bazılarımız bunun farkında, bazılarımız ise hala uyumakta. Uyanabilmemiz için soyların bu karmaşasını iyi bilmemiz gerekiyor. Türk soyu ve Ari ırktan sonra iki soy daha geldi aramıza. Siyah tenliler ve Çinli, Japon olarak bildiğimiz sarı ırk. 

Her ırk Rab tarafından yeteneklerle donatıldı. Sarı ırka verilen yetenek geleneklere sahip çıkmak ve birlik olmaktı. Sarı ırk en son yaratılan ırk olmasına rağmen kadim bir ırk olarak bilinir. Geleneksel Çin tıbbı mesela kadim bir tıp sistemidir. Çin ve Japon gelenekleri saptırılmamıştır. Bu topluluklar miraslarına sahip çıkarak, gelenek ve göreneklerini günümüze kadar getirmiş ve saygılı bir şekilde, eşit olarak nasıl yaşanması gerektiğini insanlığa öğretmış ve öğretmeye de devam etmektedir. 

Siyah ırk ise bereketin yani gerçek sürdürülebilirliğin ırkıdır. Onların misyonu yok etmeden var edebilmekle ilgilidir. Bu yüzden Afrika'lılar dirençlidir, zor koşullarda bile başarı gösterirler. Ama maalesef hakkı en fazla yenen ve kendi gerçekliklerini yaşayamayan bir ırk olduklarını da söyleyebiliriz. Onca yeraltı ve yerüstü zenginliğine sahip olan, koskoca bir kıtada yaşarken, beyaz ırk tarafından yüzlerce yıldır sömürülen bir ırktan bahsediyoruz. Sizce de adalet zamanı gelmedi mi? Sizce de beyaz adam çaldıklarını artık geri vermesi gerektiği zamana gelmedi mi? 

Bu ırklar meselesi hiç güzel olmayan bir konu. Çünkü hiçbirimiz birimizden daha üstün değiliz. Ayrıca bu 4 kök ırkın soyları birbiriyle çoktan karıştı. Mesela Türk ırkı ilk ırk desek de, özellikle Ege'liler aslında Ari ırka mensup olan Türk'lerdir. Yani sen o'sun bu'sun tartışmaları bize sadece zaman kaybettirir ve zaman şu an en çok değer vermemiz gereken şey. 

Hillary Clinton seçilmiş olsaydı şu an bambaşka bir senaryo yaşıyor ve Transhümanizme doğru hızlıca yol alıyor olacaktık. Trump'un Amerika seçimlerinde kazanması bize koskoca 2 yıl kazandırdı ve bu 2 yıl salgın planının istenilen gibi gitmemesine yol açtı. Salgının istenilen başarıyı getirmemesi şimdi savaş kartının ortaya çıkarılmasına neden olsa da, değişimden de ölümden de korkmamalıyız çünkü Terazide dengeler şaşmak üzere. 2020'de insanlık olarak yaptığımız seçim apayrı bir gerçeklik oluşturmamıza neden oldu ve bu elitlerin ellerindeki kartları bir hayli karıştırdı. Büyük bir panik içerisindeler ve zamanın daraldığını bildikleri için acele ediyorlar. Oysa acele işe daima şeytan karışır bunu biraz unutuyor gibiler. 

Bu yazımda 4 ırkın Rab tarafından verilen kutsal görevlerini yazdım. Artık kıyamet zamanında yaşıyoruz. Büyük kitlesel ölümlere, doğal afetlere ve daha birçok değişime maruz kalacağız. Çünkü kıyam-et kelimesinin açıkladığı gibi artık uyanıyor ve ayaklanıyoruz. DNA'larımızdaki kodların bilincinde olup her birimiz ırkımızın misyonunu üstlenmeliyiz. Türk'ler uyanıp, kim olduklarını, kimi koruduklarını hatırlamalı. Biz barışı getiren ırkız, biz Gaia'yı korumalıyız. Siyahiler ayaklanıp, özgürlüklerini geri kazanmalı, onlar bereketi getiren ırk. Sarı tenliler uyanmalı ve saygıyı hatırlatmalı ve bunu kesinlikle yapmaya çalıştıkları transhümanist, robotumsu, yeni komünist şehirler kurarak değil, bunun tam tersine yönelerek insanı el üstünde tutarak yapmalı. Ve Ari ırk.. 

Asıl büyük değişimi onlar yapacak. Yeni güç Slav ırklarının birliğinden ortaya çıkacak. Tüm kehanetlerin söylediği gibi Rusya eşliğinde, kendi Ari görevlerini unutmamış olan Slav ırkı yeni bir dünya düzeni kuracak ve Altın çağı başlatacak. 

2023 yılının sonuna yaklaşırken değişime hazırlıklı olun. Eskiyi tamamen bırakın. Salgından sonra hiçbir şey eskisi gibi olamazdı zaten ve olmadı da. Hala eskide yaşıyorsanız hazır olan çünkü büyük bir manevi depremle sarsılacaksınız. Hepimizin ruhu büyük bir seçim yaptı. Aramızdan ayrılanlar çoğalacak ve yeryüzüne doğmayı seçen ruhlar da azalacak. Yani gelecekte çok daha az olacağız çünkü tekrardan şifalandırmamız gereken bir Gaia var ve hepimiz bu şifanın bir parçası olmayı maalesef hak edemedik. Hak edemeyenleri sevgiyle uğurlayın. Gelenlere karşı kendinizi korumak için dualarla, kuvvetli bir iman gücüyle zırhlanın. Çünkü çetin zamanlar kapının önünde. Ama sakın korkmayın. Bu çetin kışların sonunda cennet gibi bir çağ torunlarımızı bekliyor olacak. 


KARA BÜYÜ AYİNİNE MARUZ KALMAK

 


Psişik yeteneklere sahip olan insanlardan sadece biri 2020 yılında yaşadıklarımızı öngörmüştü. Rudolf Steiner. Ama onun öngördüğü şey bir salgın değil, aşılanma süreci ile insanların transhümanizm projesine entegre edilmesiydi. Birçok medyumdan 2020 öncesi aynı şeyleri duymuştum. Her birinin öngördüğü asıl şey 2020'nin transhümanizme geçiş aşamasının başlangıç etabı olmasıydı.

Şimdi ise bazı doktor ve bilim adamlarının çok ilginç iddialarını duyuyoruz. Viral hastalıkların bir kişiden diğerine geçme ihtimalinin birçok bilimsel araştırmaya rağmen asla kanıtlanamadığını duymaktayız. Yani sevdiklerimizi öldüren ve hepimizi korkutan o meşhur minik canavarın gerçekten var olduğunu hiçbir laboratuvar kanıtlayamamış. Ben bunu ilk defa duyduğumda 'nasıl yani?' demiştim. Eminim aranızda bunu ilk defa duyanlar benim gibi tepki veriyor olmalı. Hastalıkların nasıl oluştuğu konusunda derinlemesine araştırma yapıp, bağımsız doktor ve bilim adamlarına kulak verdiğinizde gerçekten ortaya başka bir resim çıkıyor. 

Bedenimizde oluşan her semptom bedenimizin sevgi dilinden başka bir şey değildir. Her hastalık aslında bir destektir ve hastalanmak şifalanmak demektir. Bize şimdiye kadar hastalığın kötü bir şey olduğu, bakterilerin bize zarar verdiği, kanserin öldürdüğü, kandida mantarının kötü olduğu söylendi. Oysa tüm bu bilgiler gerçekliği yansıtmamaktaydı. Nasıl şimdi faydalı bağırsak mikrobiyomu için probiyotikleri yutuyorsak, gelecekte bu söylediklerimi doğru olarak kabul etmeye başlayacağız. Yani bedeninizdeki bakteri de, kandida mantarı da, hatta kanserli hücre bile sizin kötülüğünüz için değil, iyiliğiniz için var. Bütün hastalıklarımız bastırdığımız hikayelerimizi bize hatırlatmak için vardırlar. Bunun ne demek olduğunu idrak edebilirsek bütün tıbbı baştan sona kadar değiştirebilir ve her hastayı şifalandırabiliriz. Çünkü beden mükemmel bir şekilde programlanmıştır ve bu program kendini iyileştirme komutuna da sahiptir. Yani kanserli hücre duygusal travma çözüldüğünde birden yok olabilir, size zarar veren bakteri faydalı hale gelebilir. 

Burada çok önemli bir soruyu kendimize sormamız gerekiyor. Madem her hastalık bize bir hikaye anlatmak ve bize bir çözüm yolu sunmak istiyor o halde neden alzheimer, otizm, MS, parkinson gibi nörolojik rahatsızlıklar bu kadar çok artmakta?

Nanorobotlar

Bildiğiniz üzere nanoteknoloji gıdadan giyim sektörüne kadar hayatımızın her alanına girmiş bulunmakta. Nefes yoluyla bile havadaki nanopartiküleri soluyoruz. Nanoteknolojiyi en basit tanımıyla minik robotlar olarak düşünmeye çalışın. Bu nanorobotlar birkaç kuşaktır bedenimizde gezinmeye ve DNA'mızı formatlamaya başladılar. Alanında uzman olan bir kişiden sağlıklı bir yaşam tarzına sahip olan insanların bile %2-3 civarında bu nanorobotlara sahip olduğunu duydum. Bu nanorobotlar sizin kanınızda, hücrelerinizde ve beyninizde geziniyorlar. Beden bunlardan rahatsız olmadığı sürece siz bunların varlıklarını sadece hissizleşme hissiyatı ile algılıyorsunuz. Yani yorgunluk, yaşam enerjisi yoksunluğu ve depresyon gibi belirtileri hissediyorsunuz çünkü bu nanorobotlar DNA'yı formatlarken ruhu bedenden yavaş yavaş uzaklaştırıyorlar. İlerleyen safhalarda ruh ve beden arasında bir kopma ve insanda bir ruhsuzlaşma yani robotlaşma gözlemleniyor. Aşılanma sürecinden beri hissiz, duygusuz ve boş boş bakan insanları çevrenizde gözlemlemeye başlamış olmalısınız. Maalesef hızlıca önlem almaz isek bu durumu yakın gelecekte daha da fazla deneyimlemeye başlayacağız.  

Beden, bu nanorobotların DNA formatını kaldıramadığında sadece ruhsal ve duygusal belirtileri değil aynı zamanda bedensel belirtilerini de görmeye başlıyoruz. Kanser, parkinson, alzheimer, ALS, MS ve otizm gibi hastalıklarla. Şimdi neden çocuklarda hatta bebeklerde bu hastalıkların çoğaldığını daha iyi anlamış olmalısınız çünkü her yeni kuşakta bu nanorobotların oranı, ki burada ağır ve hafif metallerden bahsedebiliriz artmakta. Şimdi aşılarda neden cıva veya alüminyum gibi çeşitli toksinlerin var olduğunu da daha iyi anlayabilirsiniz. 

Transhümanizm

Transhümanizm yıllardan beri kurgulanan şeytani bir projedir ve amacı tıpkı Atlantis dönemi kara büyücülerin insan DNA'sını değiştirdiği gibi aynı değişime yol açarak insanları köle robotlar haline çevirmektir. Bu yüzden bir önceki Atlantis'in kara büyücüleri ve tufan yazımda anlattığım gibi uyanmaz isek geçmişi tekrarlamanın eşiğine geleceğiz.

Kısacası Elon Musk'un yapay zeka uyarıları ve çip transplantları 'cambaza bak' oyunundan başka bir şey değil. Çoktan transhümanizmin büyük bir parçasıyız ve her geçen gün insanlığımızı daha da fazla kaybediyoruz. Bunu görmek için haberleri açıp izlemeniz yeterli. Şu an 3. Dünya Savaşı herkes tarafından konuşulmaya başlandı. Yazılarımda bunu senelerdir belirtiyordum. 3. Dünya Savaşı çoktan başladı, bedenlerimiz ve zihinlerimiz bunun ilk cephesiydi. Şimdi ise yavaş yavaş fiziksel savaşın etkilerini de görmeye başladık. Yani bu savaş iç dünyamızda başladı, şimdi dış dünyamıza da tezahür edecek. Ama unutmayın ki, bu savaş aslında çoktan yaşandı ve kazanıldı. Biz şu an sadece karanlıkla, aydınlığı seçebilmek için yüzleşiyoruz. Yani aslında kendi içimizdeki karanlıkların farkına vararak, kendimizi ve gezegenimizi şifalandırıyoruz. Şu anki yaşadığımız tüm kötü olaylara bu pencereden bakmak zorundayız yoksa kaybederiz. Bunu idrak edebilmek için yüksek bir ruhsal mertebe gerekli biliyorum, şu an masum çocuklar katledilirken bu bakış açısıyla olaylara yaklaşmak hiç kolay değil ama televizyonda izlediğiniz dehşet verici görüntüleri kendi iç dünyanızda 'bu benim hangi yanımı geri yansıtıyor?' şeklinde sorgulayabilirseniz bu savaşı sonlandırabilirsiniz. 

3. Dünya Savaşını ve büyük bir nükleer faciayı yaşamak istemiyorsak şu an her birimiz kendi içsel savaşlarımızı sonlandırmak zorundayız. Birimiz uyanırsa 10 kişiyi daha uyandırır. O 10 kişi 100 kişiyi uyandırır. 100 kişi 1000 kişinin uyanışına neden olur. Kendinizi bir domino taşı gibi düşünün. Bu sistem çökmek zorunda ama yeni doğacak olan sistemde sizin domino taşınızın ne tarafa doğru devrileceğinin önemi her şeyi değiştirebilir. 

George Orwell'in '1984' klasiğinde devletin toplumu 2 dakikalık nefret uygulamasıyla nasıl kontrol altında tuttuğu anlatılır. Bu uygulamada insanlar ekranların karşısına oturtularak devletin düşman olarak seçmiş olduğu şahış veya olaya karşı 2 dakika boyunca bağırıp, öfkelerini kusarlar. Bilmem farkında mısınız şu an ekranların karşısında hepimiz aynı şeyi yapıyoruz. Çevremden topluca el kahhar esmasının zikrinin yapıldığını duyduğumda tüylerim diken diken oldu. İnsanlar bunu iyi niyetle yapıyor olabilir ama açığa çıkan enerji kahretmenin üzerine olursa dünyada daha büyük katliamların yaşanmasına zemin oluşturacaktır. Bunu yapanlar bir kara büyü ayininin parçası haline getirildiklerinin farkında bile değiller. Negatif enerjimizle İsrail'in silahlarını, bombalarını kuvvetlendiriyor, cesetlerinde parmak izlerimiz olmasa da, masum çocukların öldürülmesine katkı sağlıyoruz. Umarım ne demek istediğimi anlıyorsunuzdur. Domino taşınız sevgi yerine nefret yönüne kayıyorsa, sadece siz değil bütün dünya kaybediyor ve bir masum çocuk ölüyor demektir. Dünya savaşları kollektif savaşlardır. Bizim iç savaşlarımızdır. Bu yüzden nolur uyanalım ve karanlık duygularımız olan silahlarımızı atıp, kendi içimizdeki ateş kesimizi başlatalım. 

28 EKİM 2023 | BOĞA BURCUNDA AY TUTULMASI


5 derece Boğa burcunda gerçekleşecek olan bu son Ay tutulması Kuzey Ay Düğümü eşliğinde olan bir Ay tutulması olacak.
Bu tutulmanın en olumsuz yanı bereket ve bolluğu kısıtlaması olacak. Bu yüzden akabindeki 6 aylık süreçte gıda fiyatlarında bir artış veya gıdaya ulaşmada zorluklar yaşayabiliriz. Ama bu tutulmanın güzel bir yanı da var. Bizi korkularımızla yüzleştirerek, özgürleştirecek.

Uranüs ve tutulmaların Akrep-Boğa ekseninde olmaları bizi dünyaca bir ekonomik krizin içerisine sürüklemiş olsa da, aslında bu krizin ilahi amacı bizi kendi özümüze geri döndürmekti. 
Mütevaziliği, azla yetinmeyi, sahip olduğuna şükretmeyi unutmuştuk ve bu değerleri ancak büyük bir tokat ile hatırlayabilirdik.
Bu süreç henüz bitmedi çünkü daha öğrenmemiz gerekenleri öğrenemedik. Ama öğrendikten sonra bolluk hanelerimize inancımız üzerinden geri dönüş yapıyor olacak ve toprağa, tohuma sahip olanlar içsel huzurlarına erişecekler.
2. Dünya savaşı çok acıydı ama hayatta kalmayı başaranlar sağlıklarına kavuşabildiler. Fakirlikten aç kalan insanlar orucun getirdiği şifa sayesinde kronik rahatsızlıklarından bile kurtulabildiler. Ayrıca savaş sonrası dayanışma ve empati de artmıştı. Bu hızlı bir kalkınmayı beraberinde getirdi.
Savaştan korkmayın demek her ne kadar saçma da olsa, yine de korkmayın çünkü bu karanlık dönem güzel aydınlıklara gebe.
Ama bu doğumu gerçekleştirebilmek için korkularımızla yüzleşmemiz şart. Yüzleşmemizin tek şansı da onları yaşamak. 

Korkularınızı hissedin.
Savaşın ortasında kaldığınızı, aç ve kimsesiz olduğunuzu tarafsızca hissedin. Korkunuzla bir bağ kurmayın ve sizi ele geçirmesine izin vermeyin. 
Sadece aklınızdan geçmesine izin verin. Sanki saçlarınızdan esen rüzgar gibi, bu korkunun da esip gitmesine izin verin. 

Biz bütün duygularımızı ve düşüncelerimizi sahiplenerek yaşıyoruz oysa biz düşüncelerimizden de, duygularımızdan da daha fazlasıyız. 
Hiç kimseye aşamayacağından daha fazla yük verilmez. 
Evet şu an dünyaca çok zor zamanlardan geçiyoruz ama bunun tek bir sebebi var. Bu acıları kaldırıp, dönüştürebilecek kadar güçlü olduğumuz için bu zamanda bu dünyada var olmayı seçtik. Bu tutulma bizi korkularımızla yüzleştirerek, bize unuttuğumuz bu gerçeği hatırlatacak.

Akrep burcundaki Mars ve Merkür kavuşumu enerjimizi içe yöneltmemiz gerektiğine vurgu yapıyor. Aklımızın odalarındaki öfkeyle korkularımızı bastırdığımızın farkına varmamız gerek. 
Bu ikilinin kavuşumu içimizdeki huzursuzluğu artıracağı için bunu bir fırsata dönüştürmeli ve aklımızın odalarını olumsuz enerjilerden güzelce bir arındırmalıyız. Çünkü arınma olmadan ihtiyaç duyduğumuz güvenliğimizi sağlamamız çok zor olacak. 
Oysa bu tutulma Boğa burcundaki tutulmaları kapatırken bize tam da ihtiyaç duyduğumuz güven hissini geri vermek istiyor. 
Her şeyin bu kadar karanlık oluşu sizi aldıtmasın. Bilinmezlikte teslimiyet varsa güven de vardır. 

Umarım hepimiz bu tutulmayla beraber karanlığımızı dönüştürecek iç güce kavuşur ve Boğa burcundaki bu son tutulmayı bereket ve güven enerjimizle kapatırız. 


 

ATLANTİS'İN KARA BÜYÜCÜLERİ & TUFAN

 

Atlantis'teki en net anılarımdan biri kıtanın batmadan önceki hali. Büyük bir panik ve bilinmemezlik korkusunun atmosfere hakim olduğunu hatırlıyorum. Yeni yetiştirilen genç rahibelerden biriyim. Üzerimde lacivert ve morumsu uzun, başımı örttüğümde beni tamamen gizleyen rahibe kıyafeti var. Yalnız değilim. Yanımda benim gibi rahibeler var ve nereye gideceğimizi tartışıyoruz. Sırtımız baş rahibeye dönük. Başka kıtalara geçip öğrendiklerimizi orada yaymamız, önemli görevlere sahip olduğumuzu anlatıyor. Baş rahibe bizden çok daha büyük biri. Belki 4-5 metre boylarında. Biz ise şu anki 6. kök insanın boyundayız. Nereye gideceğimizi bilmememize rağmen yola koyuluyoruz. 

Bu anımı hatırladığımda Atlantis hakkında henüz hiçbir şey bilmiyordum. Ama hatırladıklarım o kadar tanıdık hisleri içimde uyandırmıştı ki, bu konuyu iyice araştırmaya başladım. Daha önceki yazılarımda ufak ufak Atlantis dönemi yaşananlara değinmiş olsam da, bu yazımda biraz daha fazla detaya inmek istiyorum çünkü Atlantis dönemi yaşadıklarımızla şu anki yaşadıklarımız birbirine çok benziyor. Yani geçmişi tekrarlarsak yeni bir tufan yaşayabiliriz. 

Bildiğimiz üzere gezegenlerin tekamül süreçlerini gösteren çağlar vardır. Bu çağlar aynı zamanda insanlığın da tekamül sürecini temsil ederler. Her çağ sonunda büyük bir inisiyasyon gerçekleşir. Bu inisiyasyonu geçemeyenler ise helak edilir. 

Atlantis dönemi dünyanın altın çağına tekabül etmektedir. Bu dönemde yaşayan insanlar hem teknolojik hem de ruhsal olarak çok üst düzeyde idiler. Ama bizden farklı olarak bir benliğe, egoya ve akla sahip değillerdi. Birlik içerisinde yaşıyor ve her şeyi birlikte yapıyorlardı çünkü aynı öz'den oluştuklarının bilincindeydiler. Bu yüzden Atlantis dönemi ritüeller çok büyük bir öneme sahipti. 5 duyu ötesi duyularını tam kapasite kullanabildikleri için meleklerle, büyük üstatlarla iletişim halindeydiler. Teknolojiyi de bu ruhsal duyularıyla, kristallerle kullanabiliyorlardı. Mesela Türklerin yada taşı bu zamandan kalma olan ve günümüzdeki Haarp teknolojisini andıran bir kristaldi. Türkler onunla fırtına çıkarabiliyor, istedikleri yere yağmur yağdırabiliyorlardı. Atlantis döneminde bu kristal teknoloji çok yaygındı ve ritüeller aracılığıyla uygulanırdı. Atlantis halkı her şeyle bir ve bağlantılı olduğu için o zamanki insanların bir akla veya düşünme kabiliyetine ihtiyacı yoktu. Mesela bir ağaç veya bitkiyle konuşabiliyor, ondan gerekli olan her türlü bilgiyi alabiliyorlardı ve bu konuşma daha çok telepatik bir bağ ile gerçekleşiyordu. 

Atlantis döneminde insanın tekamül sürecini destekleyen baş rahibeler vardı. Bunlar seçilmiş olan özel varlıklardı ve aynı zamanda yöneticileri oluşturuyorlardı. Altın çağın sonlarına doğru dünyaya yeni bir kozmik enerji akımı çarptı. Çünkü demir çağ başlamak üzereydi. Yani belirli yıldız geçitleri kapanacak ve insanlar maddede derinleşecek, derin bir uykuya yatarcasına her şeyi unutacaktı. Demir çağ boyunca birlik bilincinden kopup, birey olmanın ne demek olduğunu keşfedecek, bir akla yani egoya kavuşacaklardı. Mantıklı düşünme kabiliyetleri ve zekaları gelişecekti. Bu insanoğlunun tekamül süreci için yeni bir basamaktı ve bunu bilen baş rahibeler insanları bu yeni enerjiye inisiye ediyor yani uyumlu hale getiriyorlardı. Bu inisiyasyon şimdiye kadar dıştan aldıkları tüm enerjileri içe taşımak ve içte bu alevi canlı tutmakla ilgiliydi. Yani artık insanoğlu istediği zaman ilahi rehberlik alamayacak, melekleri göremeyecek, üstatlarla aynı boyutta yaşayamayacaktı. Artık meleğin sesi içte saklı olan sezgilere dönüşmekteydi ve 5 duyular kuvvetlenirken, 5 duyu ötesine ait olan yetenekler sönmeye başlayacaktı. Bunun için bütün gezegen enerjileri insanın içindeki gökyüzüne yansımaya başlamıştı. Tüm evren artık insanın kendi içinde saklıydı. 

İşte tam da bu aşamaları bazı insanlar o kadar başarılı bir şekilde geçiyor ve DNA'larında değişime neden oluyordu ki, bu durumdan bazı baş rahibeler büyük rahatsızlık duymaya başlamıştı. Çünkü yönetici olmaya hak kazanan daima ruhsal olarak daha üstün olandı ve üstün olanlara artık farklı renklerde kıyafetler veriliyordu. Yani toplumda kimin diğerinden daha üstün olduğu görünür olmaya başlamıştı. Bunu kabul eden baş rahibeler olduğu gibi bunu kabul etmeyip, düzenin olduğu gibi devam etmesini isteyen şeytani bir grup oluşmaya başladı. Düşmüş melekler olarak da adlandırılır bu gruptakiler. Onlar ellerindeki ruhsal teknolojileri kullanarak solucan deliklerini kurcalamaya, zamanda oynamalar yapmaya başladılar ve bazı yıldız geçitlerini kullanarak marsiyenler olarak bildiğimiz karanlık varlıkların dünyada var olabilmeleri için gerekli koşulları yarattılar. Demir çağına uyumlu olan DNA'ya kavuşan insanın hızzına yetişebilmek için kara büyücülere dönüşen bu karanlık düşmüş melekler birçok sapkın DNA deneyleri yaptılar ve insan olmayan yaratıkların oluşumuna da neden oldular. Artık kontrol tamamen kaybedildiği için Allah müdahele edip Atlantis halkını büyük bir tufanla helak etti. 

Gelelim günümüze

Şu an dünyada yaşayan insanların çoğunun Atlantis döneminde de yaşadığı söylenir. Bu yüzden birçoğumuz geçmiş anılarını tekrardan hatırlamaya başladı. Sonuçta tüm bilgileri içimizde saklamıştık. Sadece unuttuğumuzu sandık. 

Tıpkı Atlantis'in kara büyücüleri gibi şimdi de marsiyenler olarak adlandırdığımız, elit, şeytani ailelerin yönetimi altındayız. Atlantis'in kara büyücü rahipleri hala yöneticilerimiz. Aslında hiçbir şey değişmedi. Şimdi tekrardan bir çağı kapatmak ve yeni bir çağ olan bakır çağına geçiş yapmak üzereyiz. Bu çağın kozmik enerjilerini hisseden ruhların DNA'larında kendiliğinden değişimler olmaya başladı. 5 duyu ötesi yeteneklerimiz tekrardan canlanıyor. Maddenin ardındakileri hatırlamaya başladık. Telepatimiz kuvvetleniyor, empatimiz artıyor, at gözlüklerimizden kurtulup, daha farklı görüyoruz her şeyi. Bu DNA'mızda doğal değişimlere ve yeni zamana uyumlanmamıza neden oluyor ve bu tabiki yönetici şeytani grubun hiç hoşuna gitmiyor. Allah'ın bu zikrini bozmak için bir sürü önlemler alıyorlar. Tohumun, gıdanın DNA'sını bozarak insandaki bu değişimi engellemeye çalışıyorlar. Aşılarla ve ilaçlarla ve her türlü toksinle bunu deniyorlar. Resmen insanları her yolla baskılıyorlar. Bunun için yine solucan deliklerini ve yıldız geçitlerini kullanıyorlar. Nükleer enerji ve atom bombalarıyla belirli karanlık varlıkları dünya boyutuna davet ediyorlar. Grafen maddesiyle adeta bedenlerimizi, kanımızı istila ediyorlar.

Biz hala zamanda yolculuk var mı konusunu tartışıyoruz oysa bunun var olduğunu bize hem kutsal metinler hem de yaşadıklarımız gayet güzel kanıtlıyor.

Evrenin en kutsal yasalarından biri içerisi nasılsa dışarısı da öyledir cümlesiyle açıklanır. Biz neysek hayatımıza onu çekeriz. 

Atlantis dönemi o kadar büyük bir kaos ve bölünmüşlük oluşmuştu ki, insanlar korku içerisindeydi ve tam da bu kolektif korku bazı yıldız geçitlerini açıp şeytani varlıkların dünya boyutuna gelebilmesine izin verdi. Yazılarımda sürekli bu şeytani gruptan bahsediyorum ama sakın onların sizin bir parçanız olmadığını sanmayın. Uzayda zaman farklı işler. Marsiyenler yani düşmüş melekler tekamül sürecinde gerilemeyi tercih eden bizlerdir. Onlar bizim gelecekte veya geçmişteki bir parçamız olduğu için zaman yolculuğu yapabilmekteler. Bu yüzden Atlantis döneminde yıldız geçitlerini kullanarak dünyaya gelebildiler. Eğer gelemeselerdi şu an biz Elon Musk diye birini tanımıyor olurduk. Aynı şey griler için de geçerli. Biz uzaylı olarak adlandırdıklarımızı da melekleri de bizden farklı varlıklar olarak görüyoruz. Oysa bu bir yanılgı. Eğer siz bir melekle iletişime geçip ondan rehberlik alabiliyorsanız, gelecekte veya farklı boyutlardaki tekamül sürecini tamamlamış olan üst benliğinizle iletişime geçiyorsunuz demektir. Şu an mesela New Age akımını takip edip de, üstat veya meleklerle konuştuğunu zannedenlere dikkatli olun aslında cinlerle iletişime geçiyorsunuz dediğimizde de aynı yasadan yola çıkıyoruz. Enerjiniz ne kadar saf, kalbiniz ne kadar arınmış ise o kadar üst boyutlara ulaşabilirsiniz. Ama dünya hapsinde hala kalbinde karanlık barındıran birisi iseniz, sadece bu karanlığı size geri yansıtan cinler ve şeytani varlıklarla iletişime geçebilirsiniz. Benzer daima benzeri çeker. Kolektif olarak kötüyü yarattığımız için her gün haberlerde bu kadar dehşetin yaşandığını görüyoruz. Tüm bu karanlık senin benim içimdeki karanlık. Kolektif olarak yarattığımız bir enerji bu. Ama bu enerjiden kendimizi soyutlama imkanına da sahibiz. Yaptığımız her seçimle kaderimizde kendi zaman yolculuğumuza çıkıyor, yani yaşamak istediğimiz zaman çizelgemizi oluşturuyoruz. Ben bu örneği hep veririm. Mesela dünya savaşları çıktığında bu savaşların var olduğunu bile bilmeyen ve gayet, huzurlu mutlu yaşayan insanlar vardı. 

Bakır çağı 5. boyuta geçişi sembolize eden bir çağdır. Bu çağda 3. ve 4. boyutların karanlığı geride kalır. Bu boyutlarda acı ve hüzün, nefret ve korku duyguları yaşamaya devam edecek. Ama unutmayın her zaman için bunları seçmeme hakkına sahip olacaksınız. Bunu şu son senelerde çok güzel bir şekilde gördük. Bu elit gruba hizmet edenler aşıyı oldular, bu oyunun farkında olup hizmet etmek istemeyenler ise olmadılar. Yaptığımız her seçimin bir bedeli vardır ve her iki taraf da bu bedeli ödeyecek. Ama önemli olan ödenen bedeller değil yapılan seçimlerdir. Çünkü seçimlerimiz tekamülümüzü hızlandırıp, gerileten ana etkendir.

Biliyorum bu yazımda bahsettiğim bazı şeyler size çok uçuk gelebilir hatta anlamakta zorluk çekebilirsiniz. Bu konuda elimden geleni yapmaya çalışıyor ve yazılarımla yaşadıklarımıza açıklık kazandırmaya özen gösteriyorum ve göstermeye de devam edeceğim çünkü Gates amcanın da dediği gibi artık hiçbir şey eskisi gibi değil ve bir daha da eskisi gibi olmayacak.


14 EKİM 2023 | TERAZİ BURCUNDA GÜNEŞ TUTULMASI

 


21 derece Terazi burcunda gerçekleşecek olan Güneş tutulmasına şafak sayıyoruz. Bu ay iki tutulmayı birden deneyimleyeceğiz ve her ikisi de Venüsyen konular üzerinden bizi etkileyecek. Yani hem parasal hem de ilişkilerimiz üzerinden kadersel değişimlere hazırlanmaktayız.
Tıpkı tutulma anı gökkubbe nasıl sessizleşip, kararıyorsa biz de bu konularda karanlık ve sessiz bir dönemden geçeceğiz.
Ama unutmayın her gece güneşin doğuşuna gebedir. Bu yüzden bu tutulma hepimiz için Terazi burcunun haritamızda bulunduğu alanda bir gün doğumu yaşamayı nasip edecek. 

Bu tutulma hepimizin hayatında dengeye tekrardan kavuşabilmemiz için güçlü bir kapı açıyor olacak.
Ama bu kapıyı açmadan önce bizden Terazi burcunun konularında bir fedakarlık yapmamızı bekleyecek.

Terazi burcu ahenk, uyum ve adalettir, dengedir. 
Tüm bu kavramları Plüton sert bir açıyla adeta eziyor olacak.
Bu yüzden bu tutulma barışın sağlanmadığı alanlarda, denge ve adalet yitirildiğinde savaşın ne kadar tahrip edici olabileceğini acımasızca gözler önüne serecek. Tıpkı tutulma öncesi Hamas ve İsrail arasındaki sert ve acı çatışmanın yaşanması gibi biz de bu çatışmanın benzerini kendi iç dünyalarımızda deneyimliyor olacağız.
Bu savaşı dengeyi tutturamadığınız hayat alanlarınızda bekleyebilirsiniz.
Çünkü artık zaman sadece hızlanmadı aynı zamanda zaman daraldı.
Kader ise hızlandı..
2020'de ruhlar taraflarını seçtiğinden beri her şey çok değişti ve bu tutulma bize bu yüzden yitirdiğimiz dengemizi ve arzuladığımız iç huzurumuzu hatırlatıyor olacak. 

Kardeşine saldırmayı mı seçiyorsun yoksa onunla ekmeğini paylaşmayı mı?
Kendi iç dünyandaki uçurumlardan kaçmayı mı tercih ediyorsun yoksa o uçurumlara sebep olan yaralarını sarmayı mı?

Kısacası bu tutulma 'sevgiye ne kadar layıksın ve sevgi için ne kadarını göze alabilirsin?' sorusuyla çıkacak her birimizin karşısına.
Vevereceğimiz cevaba bağlı olarak sevginin önünde engel olan her kötü inanç kalıbımızı kurban etmemizi isteyecek.
Ne mutlu bunu başarabilenlere çünkü onlar için bu tutulma güzel bir başlangıç anlamına gelecek.

Terazi burcu ilişkiler göstergesi olduğu için uyum, sevgi ve güzel hisler temeline dayalı olmayan tüm ilişkiler bu tutulmanın etkisiyle birden bitebilir. Zaten bu yaz Venüs retrosu karmik ilişkileri bir araya getirmiş ve ruhların birbirlerini affedebilmeleri için yüce kadersel kapılar açmıştı. Bu tutulma yazın yaşananlara son noktayı koyan enerjiyi beraberinde getirecek. 
Bu nedenle gidenleri uğurlarken, yeni gelecek olanlara yol açtığınızı unutmayın. Unutmayın ki, içiniz rahat etsin.
Bu ayrıca sadece aşk ilişkileri için değil, aynı zamanda iş ilişkileri için de geçerli olabilir. 
Bu tutulmayla birlikte bazı parçalar birbirinden kopacak, bazıları da birbirini bulup, bütünleşecektir. 

Gölgelerinizle yüzleşmeye ve hayatınıza daha fazla sevgiyi davet etmeye gönüllü olun. 

Dilerim bu tutulma hepimizin hayatına ve tüm dünyaya barışı ve huzuru getirir.



17 TEMMUZ 2023 - 12 OCAK 2025 | AY DÜĞÜMLERİ KOÇ - TERAZİ AKSINDA

Kaderin düğümlerini oluşturan, hayatımızda önemli kapıları açıp kapayan Ay Düğümleri yeni bir serüvene hazırlanıyorlar. Boğa-Akrep eksenini terk edip Koç-Terazi aksına geçiş yapacaklar. Bu geçişle birlikte bizler de hayatımızda yeni bir enerji geçişi deneyimleyeceğiz. Haritamızda Koç burcunun bulunduğu alanda yeni cesur adımlar atarken, Terazi burcunun alanında bazı şeyleri geride bırakacağız. Koç yanımız yani atılganlığımız, cesaretimiz ve liderlik etme yönümüz kuvvetlenirken, Terazi yönümüz olan uyumumuz, barış severliğimiz ve empatimiz azalacak. 

Savaş

Terazi burcu barış, uyum, güzellik ve ahengin temsili olan Venüs'ün etkisi altındadır. Güney Ay düğümünün Terazi burcuna geçişi maalesef Venüs'ün bu güzel yönlerini etkisiz hale getirecektir. Diplomasi, barış ve uyum içerisinde yaşama arzusunun yerini isyan ve savaş istekleri alabilir. 

Dünyada olup bitenleri biraz takip ediyorsanız 3. Dünya savaşının cephelerinin zaten kendiliğinden oluştuğunu görüyor olmalısınız. Rusya kanadı, Pasifik okyanusu ve tabiki gücünü yitirmek istemeyen Amerika..

Kuzey Ay düğümünün ateş enerjisi bu 3 cepheden doğacak. En büyük çomaklar bu 3 bölgeye sokulacak ve 3. dünya savaşının patlak vermesi için bütün karanlık güçler birleşecek. 3. Dünya savaşının çıkma ihtimalinin korkusu yayılırken, aslında insanlık savaşının patlak verdiğini çok sonradan anlayacağız. 

NATO, Kuzey Ay Düğümü Koç burcundayken kurulmuştu. Yani Ay düğümleri dönüşünü yaşayacak ve bu yüzden hem bir büyüme hem de bir değişim yaşayabilir. Soğuk savaş ve nükleer korkusu, Çernobil faciası da yine Kuzey Ay Düğümünün Koç burcundaki transitiyle gerçekleşmişti. Komünizm ve kapitalizm ayrımı, Vietnam savaşı ve akabinde yaşanan protestolar da bu transitle alakalıydı. Tüm bu etkilerin benzerlerini tekrardan deneyimliyor olacağız. Rusya ve Amerika arasındaki gerginlik nükleer korkusunu tetikleyecek.

Birliklerin çatırdamaya başladığını da görebiliriz. Hatta NATO'dan ayrılan, Avrupa Birliğinden çıkan ülkeleri de gözlemleyebiliriz. Çünkü terazi burcunun birliktelikleri ve ilişkileri yürütebilme becerisi bu süreç içerisinde adeta yok olabilir. Tuhaf bir şekilde Turan birliği gibi yeni birliklerin doğacağına da tanıklık edebiliriz. Rusya'nın gücünü büyüten birlikler de güçlenmeye devam edecektir. Çünkü geçmişe baktığımızda tam da bu dönemde yeni savaşların başladığı gibi, eskilerinin de sonlandırıldığını görüyoruz. 

Yeni Ben

Koç burcu kimliktir. Kim olduğumuzdur. Kuzey Ay Düğümü boğa burcundan geçerken dijital paranın önü sonuna kadar açıldı. Bu süreci Uranüs devam ettirecek ve yaklaşık olarak 5 yıl sonra Satürn'ün boğa burcuna geçişi artık nakit parayı tamamen ortadan kaldıracak. 

Kuzey Ay Düğümünün Koç burcuna geçişi ise bizlere yeni bir dijital kimlik kazandıracak. 2024 yılının sonlarında bunun alt yapısının hazır olduğunu göreceğiz. Bu yüzden şimdiden kendinizi buna hazırlayın. Yeni bir siz doğmak üzere.

Bu yeni kimlikler, her türlü kimlik krizinin yaşanmasına da neden olacaklar. Özellikle cinsiyetle ilgili krizleri çokça kez duymaya başlayacağız. Mesela Avrupa bundan sonra inşa edilecek okullarda erkek ve kız tuvaleti ayrımının olmayacağını açıkladı. Bu gibi durumlarla çok daha fazla karşılaşıyor olacağız. 

Kuzey Ay Düğümü her birimize daha fazla cesaret ve özgüven aşılayacaktır. Boyumuzdan büyük işlere kalkışma konusunda aptal cesaretine kavuşacağımızı bilmeli ve bu konuda dikkatli olmalıyız. 

Önümüzdeki bir buçuk yıl boyunca tutkularımıza yenik düşebiliriz. Öte taraftan kişisel gelişim konularında ilerleme, fiziksel bedenimizi kuvvetlendirme, amaçlarımıza ulaşma konusunda çok güzel bir zaman dilimi içerisinde olacağız. 

Eski Biz

Biraz da Güney Ay Düğümün Terazi seyahatinden bahsedelim. Bu yıllar içerisinde özellikle ikili ilişkilerimiz karmik yüklerle yüzmeşmek zorunda bırakılacak. Bu yüzden geçmiş ilişkiler tekrardan kapımızı çalabilir. Geçmiş yaşamlara inananlar için, geçmiş yaşamlardaki sevgililerin birbirini tekrardan bulacağını, karmik evliliklere adım atılacağını söyleyebiliriz. Kısacası ikili ilişkilerde ektiğini biçme, günahları affetme ve geçmişin karanlıklarını sevgiyle kabul etme dönemi başlıyor. Eğer yürümeyen, tıkanan ve ölmüş olan bir ilişkiniz varsa, Güney Ay Düğümü bu ilişkinize son noktanızı koyacaktır, buna emin olabilirsiniz. Eski karmik döngülerimizi kapatıp, yeni karmik döngülerimizi açacağımız yeni bir beyaz sayfa bizi beklemekte. 

                    ______________________

Bir buçuk yıl boyunca kendinize şu soruyu sormayı unutmayın:

Başkalarının isteklerine göre mi hayatınızı şekillendiriyorsunuz, yoksa kendi iç sesinizi dinleyerek, hayallerinizin peşinden gitme cesareti mi gösteriyorsunuz? Kendiniz olmaya ne kadar cesursunuz?

Bu soruya verdiğiniz cevap, önünüzdeki bir buçuk yıl boyunca yaşayacaklarınızı belirleyecek. Başkalarını ne kadar çok dinlerseniz, o kadar çok hata yapacaksınız. Çünkü bu yıl hepimize kendimizi gerçekleştirme imkanı tanınıyor olacak. Dağları delecek kadar bir güç bizi bekliyor. Önemli olan bu güçle ne yapmayı tercih edeceğiniz..

AY & İÇSEL ÇOCUĞUMUZ

 

Katıldığım son kongre içsel çocukla ilgiliydi ve birçok değerli psikolog bu konuyla ilgili kendi hayat deneyimlerini paylaştı. Bu yazımda bu paylaşımlardan örnekler vermek istiyorum. 

Astroloji haritalarımızda Ay, hem duygusal iç dünyamızdan hem de çocukluk dönemimizden sorumludur. Ay konumumuzu inceleyerek bu iki konu hakkında derinlemesine bilgi edinebiliriz. Mesela benim Ay burcum Kova. Ben içsel çocuğumla ne zaman iletişime geçsem kendimi 4-5 yaşlarında görürüm. O halim genelde hep yalnızdır ve tek başına oyun oynar ama gözleri pırıl pırıl parlar ve genelde mutludur. Çocukken bile kendimi insanların arasında hep yalnız hisseden biriydim. Yani çevrem hep kalabalıktı ama ben hep yalnızdım. Tipik bir Kova burcu işte. Ne varki o yaşlarımda dünyadaki en mutlu çocuğun ben olduğuma inanırdım bu yüzden içsel çocuğumla iletişime geçtiğimde onu hep güçlü ve mutlu olarak bulurum. Benim asıl karanlık yıllarım ergenlik dönemlerimde başlamıştı. Bu yüzden ergen halimle iletişime geçtiğimde kendimi kapkaranlık bir odanın köşesine sıkışmış, korkudan titreyen biri olarak görürüm. Hayat neşesi kalmamış hatta yaşamak dahi istemeyen biri var içimde. 

Aslında içsel çocuk da, içsel ergen de benim bilinçaltımda yaşayan benliklerimdir. Ben bunları geçmişin hayaletleri olarak da tanımlarım. Aslında artık yokturlar ama yine de vardırlar ve hayati öneme sahip olan bütün kararlarımda bilinçaltımdan bana etki ederler. 

Terapilerde uzmanlar bu içsel çocuk benzetmesiyle çok sık çalışırlar. Özellikle travma terapilerinde bu benliklerin bilinç düzeyine çıkarılıp sevgiyle sarmalanması şifalanma sürecinin çok önemli bir parçasıdır. Çünkü zamanında yara almış olan bu içsel çocuğumuz asla büyümez. Ne kadar büyüsek ve olgunlaşsak da en ufak bir tetiklenmede kendisini tekrardan belli eder. Bu tetiklenmeler nelerdir biliyor musunuz? Öfke krizleri, kıskançlıklar, korkular.. hepimizin gündelik hayatta yaşadığı günlük sıkıntılarda bilinçaltındaki bu içsel çocuk kendini belli eder ve şifalanmak için adeta yalvarır. Onun yakarışlarına kulak vererek, o anda içimize yönelip "neyin var, neden birden öfkelendin, neden şu an korkuyorsun" gibi soruları sorarak onunla bağ kurabilir ve hayatımızdaki kısır döngüleri sonlandırabiliriz.

Mesela kongredeki psikolaglardan biri şöyle bir örnek vermişti. Şu an maddi durumu çok iyi olmasına rağmen bir gün parayla ilgili bir konuşma sırasında birden çok şiddetli bir şekilde sinirlenmiş. Bunun nedenini bulmak için içsel çocuğuyla iletişime geçtiğinde onu karanlık bir odanın içinde korku dolu bir şekilde bulmuş. Şu anki yetişkin hali maddi olarak çok güçlü de olsa içindeki çocuk fakir olmaktan korkuyormuş. Bunun altında yatan ise babasının parası olmasına rağmen ailesine karşı hep cimri davranıp, "bunun için paramız yok" cümlesini çocukken sürekli duymasıymış. Bu örnek bilinçaltımızın mantıklı değil tam tersine ne kadar duygusal çalıştığını gösteriyor. Eğer bu kişi bu içsel çocuğunun korkusunun farkına varmasaydı zamanla parasal sıkıntılar yaşamaya başlayacaktı ta ki içindeki çocuk bu korkuyu yenecek cesareti bulana dek. 

Bir diğer uzman bir gün kazandığı yüklü miktarda parayı banka hesabında görünce birden paniğe kapıldığını anlattı. Onun içsel çocuğun en büyük korkusu ise ebeveyne olan bağlılığından dolayı "ben asla anne ve babamdan daha fazla para kazanmayı hak etmiyorum" düşüncesiymiş. Bunun altında yatan duygu ise değersizlik hissi. Kendisini bu kadar çok para kazanmayı hak etmeyen birisi olarak gördüğü için maddi gücü, refahı ve bolluk bereketi ister istemez reddettiğini fark etmiş. 

Vermiş olduğum bu iki örnek parayla ilgili de olsa aslında içsel çocuğumuz her konuda kendini belli eder. Özellikle ikili ilişkiler alanında her iki tarafın yaralı içsel çocukları ilişkinin gidişatını sekteye uğratır. Günümüzde ikili ilişkilerin bu kadar zorlaşmış olması ve ayrılıkların bu derece artmasının ardında da yine yaralı içsel çocuğumuz vardır. Çünkü sağlıklı ilişkileri ve olgun birliktelikleri sadece yetişkinler kurabilir. Çocuklar anne babaya bağımlıdır. İçsel çocuklarımızla bir aşk ilişkisi yaşamaya başladığımızda iletişime geçen parçalar olgun yetişkinler değildir. Bu yüzden evlilik ilişkisi zaman içerisinde anne - oğul veya baba - kız ilişkisine dönüşür. İşte bu aşamadan sonra kavgalar, küslükler, ihanetler ve ayrılıklar başlar. Çünkü misal olarak kadının içsel çocuğu ailede sevgiyi hizmet etmekle eşdeğer gördüyse, eşinden sevgi alabilmek için ona hizmet etmesi gerektiğini düşünür. Yemeğini hazırlar, çamaşırlarını yıkar, ütülerini yapar. Farkında olmasa da erkeğin annesine dönüşür. Her erkek annesine bağlıdır bu yüzden bu kadına da bağlı kalmaya devam eder ama hiçbir erkek annesiyle sevişmek istemez. Bu yüzden karısını aldatmaya başlar ama yine de ondan asla boşanmaz. 

Bu örnekleri o kadar çok uzatabiliriz ki.. Bunlar hepimizin kendinden veya yakın çevresinden her gün duyduğu sorunlardır. Oysa bu sorunlar yaralı içsel çocuklarımızı sevgiyle sarmalamayı öğrenmemizle çözülebilecek basit sorunlardır. 

İçsel çocuğumla nasıl iletişime geçerim?

Genelde dolunaylarda veya transit Ay etkilerinin zorlayıcı olduğu zamanlarda duygusal olarak tetiklenir ve kendimizi huzursuz hissederiz. Bu gibi zamanlarda biliçaltının bilince ulaşması için kapılar açılır. Bu anlardan birini bulduğunuzda kendinizle başbaşa kalabileceğiniz bir ortama geçip gözlerinizi kapatıp "çocukluğumda yaşadığım hangi olayda aynı hisleri hissetmiştim?" sorusunu sormalısınız. Bu sizi belirli bir anıya götürecek. Bu anıyı hatırlamaya çalışın ve neler hissettiğinize bakın. Sonra içinizdeki çocuğa neye ihtiyacı olduğunu sorun ve ona bunu verin. Ona sarılın, güçlü olduğunu hissettirin ve sevgi gösterin. Çünkü içimizdeki çocuğun ihtiyaç duyduğu tek şey sevgidir. Çocukluğumuzda veya ergenliğimizde sevgi görememiş ve kendimizi değersiz hissetmiş olduğumuz birçok hayat deneyiminden geçmiş olabiliriz. Önemli olan bu anlara şimdide yolculuk edip o çocuğa ihtiyaç duyduğu şeyi vermektir. Şifa aslında bu kadar basittir. Carl G. Jung'un dediği gibi bilinçaltının bilince ulaşması şifanın yarı yoludur. Zannetmeyin ki, bunu bir kere yaparak bütün sorunlarınızdan kurtulacaksınız. Bizi paramparça yapan birçok anımız vardır. Bu çalışmayı her tetiklendiğinizde yapmalısınız. Her negatif duygunuzda derin bir nefes almalı, gözlerinizi kapatmalı ve sezgilerinizin sizi bu duygunun ilk defa ortaya çıktığı o an'a geri götürmesine izin vermelisiniz. Bunu yaptıkça, kendinizle olan bağınızın kuvvetlendiğini, içinizde çok güzel bir simya gerçekleştiğini hissedeceksiniz. Şifalanma süreci bitmek bilmeyen uzun bir içsel yolculuktur. Gökkubbedeki Ay var olduğu sürece duygusal tetiklenmelerimiz devam edecektir çünkü bu tekamül sürecinin çok önemli bir parçasıdır. 

Korkmayalım. 

Sadece sevgiyi hatırlayalım. Onu merkezimize tekrardan davet edelim ve sevgiyle kendimizi sarmayalım. 

SATÜRN & 7 YAŞ GİZEMİ

Tuhaf bir deneme tahtasına dönüşmüş olan bir eğitim sistemine sahibiz. Ne denersek deneyelim yanlış olduğunu idrak ediyor ve tekrardan değiştiriyoruz. Ne var ki, çözümleri çok yanlış yerlerde arıyoruz. Bu yüzden her yeni sistemle daha da fazla bocalıyoruz. Olan da maalesef çocuklarımıza ve onlar büyüdüklerinde de toplumumuza oluyor. Bu yazımda bu konuya ve Waldorf okullarının kurucusu olan mistik Rudolf Steiner'in öğretilerinden bahsedeceğim. 

Bir anne değilim ama eğitim fakültesi mezunu olan biri olarak farklı eğitim sistemleriyle ve çocuk gelişimiyle yakından ilgilenmeyi sevenlerdenim. Günümüzde Montessori ve Waldorf okullarının popülerlik kazandığını gözlemliyoruz çünkü zenginler çocuklarını daima bu okullara gönderiyorlar. Oysa Montessori İtalya'da fakir aileler için kurulmuştur. Waldorf okulunun kelime anlamı ise orman köyü okuludur. 

Sizce de burada bir tezatlık yok mu? Neden bu sistemler uzun yıllardır var olmasına rağmen çocuklarımız gerçek eğitimden mahrum bırakılıyor ve neden sadece zenginlerin çocukları bu güzel eğitimleri görme hakkına sahip?

Yazılarımı takip edenler bu sorunun cevabını net bir şekilde biliyorlar. İnsan ırkını köle gibi kullanmak isteyen elit zihniyet, çocukların gerçek potansiyellerine erişmesinden büyük bir korku duyduğu için uzun yıllardan beri birçok ülkede aptallaştırma politikası uygulanıyor. İsrail gibi bazı ülkeler milli gelirlerinin büyük bir çoğunluğunu eğitim bütçesi olarak ayırırken maalesef biz aptallaştırma politikasına maruz bırakılan ülkelerin arasında bulunmaktayız. 

Sorumluluğu başkasına atmak her zaman için kolay yoldur. Yani bir gün düzgün bir eğitim bakanı gelir de el atar diye ümit etmeye devam edebiliriz. Ama unutmamamız gereken bir şey var. Eğitim okulda değil ailede başlar. Daha doğrusu eğitim 7 yaşından önce başlar. 

7 yaş ilk Satürn karemizi yaşadığımız yaştır. Bu yaşa dek çocuğun eterik bedeni anne ve babanınki ile birdir ve sadece 7 yaşından sonra kendi eterik bedenine kavuşur. Eterik beden, matrix'in enerjisel olarak bedene ve organlara yansımasıyla oluşan bedendir. Eterik bedenin sağlıklı bir şekilde oluşabilmesi için çocuğun 7 yaşına kadar olan süreci doğada geçirmesi şarttır. Bu yüzden çocuğunuzu 7 yaşından önce elektromanyetik alanlardan ve teknolojiden uzak tutmanız çok önemlidir. Bırakın çocuklar çıplak ayakla çayırlarda, kumsallarda koşsun, doğayı tanısın, hayvanlarla içiçe olsun, ormanın şifalı kokularıyla büyüsün. 

7 yaşına kadarki süreç hayatının zeminini oluşturma sürecidir. Bu yaşa kadar çocuğunuzu sağlıklı gıdayla beslerseniz 7 yaşından sonra kendi seçimi ve iradesiyle çikolata, abur cubur veya fast food'a saldırmayacak, tam tersine bunları kendi isteğiyle zararlı olduğu için reddedecektir. 

Rudolf Steiner, en az 7 yaşına kadar çocuğun okuma yazma ve hesaplamayı öğrenmemesi gerektiğini de savunur çünkü ilk 7 yıl sağ beynin oluşumu için çok önemlidir. Doğal gıdayla beslenen ve doğada büyüyen çocuklar sol beyin aktivitelerinden önce sağ beyinlerini kullanmayı öğrendiklerinden çok daha yaratıcı ve sezgileriyle derin bir bağa sahip olan çocuklardır. Yaratıcılığın bu denli gelişmesine izin verilmesi aynı zamanda çocuğun ruhsal yeteneklerini de geliştirmesine zaman tanır. Bu süreçte özellikle 5 duyu ötesi yetenekler gelişir. Duru işiti, duru görü gibi mistik eğilimler artar. Günümüzde bu duyularımızı bırakın önemsemeyi ruhsal hastalık belirtisi olarak görüyor ve bu şekilde bir yaşam tarzını yaşamak için çabalayan çocuklara hiperaktivite teşhisi koyuyoruz. Bu bir çocuğa yapılabilecek en yanlış yakıştırmadır çünkü bir çocuğun bu yaşlarda hareketli olması dünyadaki en doğal şeydir. Bu yaşta hiperaktif olmayan ve yeteri kadar doğada vakit geçirmeyen çocuk ilerleyen yaşlarında çeşitli sağlık sorunlarıyla yüzleşmek zorunda kalır. Lütfen bu konuda bilinçli olalım ve çocuklarımızı uyuşturmayalım. Onların uyanmak için can atan bu özel yeteneklerini kapatıp, hayatlarını zindana çevirmeyelim. 

Çocuklarımızın hayatlarını zindana çevirmeyelim dedim çünkü eterik beden oluşurken güneşe, rüzgara, toprağa ve temiz havaya ihtiyaç duyar. 7 yaşına kadar çocukların kapalı ortamlarda, hele uzun müddet oturması beklendiği okullarda zaman geçirmesi hem fiziksel, hem psikolojik, hem de ruhsal sağlığı açısından çok tehlikelidir. Modern çalışma hayatı çocukların erken yaşta okula başlamasını desteklese de, bunun gelişim açısından iyi olmadığını idrak etmeliyiz. Okullar sosyalleşme ortamları olarak tanıtılıyorlar ama aslında okullar değil doğa çocuğa sosyalleşmeyi öğretir. Bunu doğada, çiçeklerin ve hayvanların arasında büyüyen çocuklarda çok güzel gözlemleyebilirsiniz. Eğer çocuk 7 yaşından önce okula başlayacaksa ilk şart bunun 4 elementi deneyimleyebileceği bir doğa okulu olmasıdır. 

7 yaşına kadar doğal ortamlarda bulunan çocuk prana veya chi olarak adlandırdığımız yaşam enerjisinin her yerde var olduğunu keşfeder. Bir bitkiyi ellediğinde, bir hayvanı okşadığında, ormanın havasını soluduğunda bedenini bu yaşam enerjisiyle doldurmayı, o enerjiyle adeta dans etmeyi öğrenir. Bu ona nasıl bir yetenek kazandırır biliyor musunuz? Şifacılık yeteneğini. Her şeyle derin bir bağa sahip olduğunu öğrenen çocuklar kendi bedenlerindeki dengesizlikleri gidermenin becerisine ulaşırlar. Bedenlerindeki tıkanmaları daha net hisseder ve yaşam enerjilerini doğru kullanarak tıkanıklıkları daha hızlıca giderirler. 

İlk 7 yıl boyunca çocuklar sadece örnek alarak öğrenirler. Onlara bu süreçte öğrettiğiniz hiçbir şeyin bir önemi yoktur. Zaten Steiner bu yüzden çocuğun okul ortamından uzak tutulması gerektiğini savunur. Çünkü çocuk ilk 7 yıl boyunca sadece çevresini taklit ederek öğrenir. Anne babanın iletişiminden ikili ilişkileri öğrenir. Sevgi dolu bir ortamda büyüyen çocuk yetişkinliğinde sevgi dolu bağlara sahip olan ilişkileri hayatına çekecektir. Tam tersine sevginin olmadığı kavgalı ortamlarda büyüyen çocuk ise, ona zarar verecek, zehirli duygularla besleneceği ilişkileri hayatına çeker. 

Her çocuk ilk 7 yıl alpha bilincinde yaşar. Etrafındaki her şeyi emen bir sünger gibidir. Ona ahlak eğitimi vermek istiyorsanız, sizin ahlaki davranışlar sergilemeniz gerekir. Akıllı olmasını istiyorsanız, sizin akıllı kararlar almanız gerekir. Sevgi dolu bir çocuk olmasını istiyorsanız, sizin ailenizde sevgi dolu bağlara sahip olmanız gerekir. Kısacası ilk 7 yıl çocuğa vermeniz gereken tek eğitim siz kendinizsinizdir. İyi bir önek olmanız onun ömrü boyunca iyi bir insan olması için gerekli olan tek şeydir. Bir yandan ne kadar basit ama bir yandan da başarılması ne kadar zor değil mi?

İlk 7 yıl çocuk alpha frekansında var olduğu için anne ve babanın ama özellikle annenin astral bedeniyle birdir. Bu yüzden onların duygu durumlarından zannedildiğinden çok daha derin bir şekilde etkilenir. Çünkü alpha boyutu çocuğun hipnotize olmuşçasına yaşamasına neden olur. Anne eğer öfkeliyse, üzüntülü ve depresif ise, her ne kadar bu duygularını çocuktan saklamaya da çalışsa, çocuk bu duyguları kendi bilinçaltına alır ve hayatı boyunca kendisini etkilemelerine izin verir. Kısacası ilk 7 yıl beyne ve ruha format atılan yıllar olduğu için muazzam bir öneme sahiptir. 

Özetle

Satürn'ün en büyük görevi bize gerçek hayatı, zamanı, sabrı, azmi ve sorumluluğu öğretmektir. Satürn'ün 7 yaş civarında gerçekleşen ilk kare açısıyla çocukların ilk gelişim aşaması tamamlanır. Mesela çocuğun hayata dair önemli dersler öğrenip, sorumluluk üstlenmesi için ona kendi gıdasını yetiştirmeyi öğretebilirsiniz. Bir domates fidesini yetiştirme sürecinin ona ne kadar değerli dersler katacağını hayal bile edemezsiniz. 7 yaşına kadar çocuk en güzel eliyle, bedeniyle, ruhuyla bir şeyleri yaparak öğrenir. Bu yüzden ona bir çocuk gibi değil, adeta bir yetişkinmiş gibi davranmalısınız. Bunun haricinde sağ beynini kuvvetlendirecek yaratıcı hikayeler ve masallardan faydalanabilir, bunları ya okuyabilir ya da minik bir tiyatro gibi ailecek canlandırabilirsiniz. 7 yıl boyunca sadece kalbe hitap edilmelidir. Hikayeler ve masallar kadar kalbe hitap eden diğer önemli şeyler müzik ve sanat dallarıdır. Resim, dans gibi aktiveteler bu yaş aralığında büyük bir öneme sahipler. Çocuğa sol beyin ağırlıklı hesaplama veya okuma yazma öğretilecekse de, bunlar yukarıda saymış olduğum yöntemler aracılığıyla yapılmalıdır. Mesela alfabeyi bir şarkı aracılığıyla kendiliğinden öğrenmesi çok daha kolay olacaktır. 

Daha önce Plüton'u Oğlak burcunda olan Alfa bebekleri hakkında bir yazı yazmıştım. İnşallah en yakın zamanda 2023 itibatiyle doğan Kova nesli hakkında da bir yazı yazacağım. Bu iki nesli çok önemsiyorum çünkü bu çocuklar sevgi frekansıyla doğuyorlar. Şu an gelecek çok iç karartıcı gözükse de, bu çocuklar muazzam bir düzen ve sevgi dolu kardeşlikler yaratacaklar. Bu iki nesil sayesinde dünya tamamen değişecek. Önümüzde çok güzel bir gelecek ve yepyeni bir çağ olduğu için bu saatten sonra çocuk büyütenlere ve anne olmaya karar verenlere büyük bir görev düşüyor. Dünyanın birçok ülkesindeki problemli eğitim sistemine çocuklarımızı emanet ederek, beyinlerinin yıkanmasına ve depresif, aptal varlıklarla dönüştürmülmelerine izin vermemeliyiz. Bir çocuk sahibi olmak büyük bir sorumluluktur. Bunu unutmamalı ve bu sorumluluğu başkalarının iradelerine bırakmamalıyız. Her anne ve baba çocuğunun eğitiminden kendi sorumludur. Bu gerçeği asla unutmayalım çünkü televizyonlarda izlediğimiz katilleri ve sokaklarda yanlarından geçtiğimiz psikopatları biz kendimiz yetiştiriyoruz. Bunu değiştirmek senin, benim yani bizim elimizde..


EVDE DOĞUM

 

Bir kadın hayatı boyunca birçok ölüm ve birçok doğum yaşar. Şüphesiz bu ölüm ve doğumun en yücesi kendi çocuğunu doğurmasıdır. Kızlıktan anneye geçişin inisiyasyonu olan çocuk doğurma süreci hem büyüleyici hem de kutsal bir süreçtir. Çünkü aslında bu insiyasyon kadına gerçek gücünü ve rahim esmasının kudretini hatırlatır. 

Ne yazık ki, günümüzde birçok kadın bunun ne anlama geldiğini bırakın bilmeyi, doğum süreci boyunca resmen doktorların tavırlarını tecavüze uğramış gibi hissederek hayatının en büyük travmalarından birini yaşıyor. Bu travmayla dünyaya doğan bebekler büyüdüklerinde sorunlu yetişkinlere dönüşüyor ve toplumsal huzurun bozulmasına katkı sağlıyorlar. Bu kısır döngüye son verebilmemiz için hem içimizdeki gücümüzü tekrardan hatırlamalı hem de atalarımızın doğumlarını tekrardan su yüzeyine çıkartmalıyız. Çünkü her kadın kendi doğumundan annesinin, ninesinin ve 7 kuşak atasından devraldığı travmayı ve acıyı tekrardan yaşar. Oysa bu acıları yaşamama seçeneği de vardır. Bu yazımda bu seçeneği bilen ve seçen kadınlardan bahsetmek istiyorum.

Dudu'nun doğumu

Geçen sene Dudu kızım (kendisi bir kedidir) arka balkonumda 4 erkek doğurdu. Onun bu cesareti, tek başına bebeklerini doğuruşu, plasentasını yemesi ve sonra da gelip miyav bak ben anne oldum diyişi beni çok derinden etkiledi ve bana daha önce okuduğum kediler üzerinde yapılan bir deneyi hatırlattı. Bu deneyde hamile kedilerin hastane ortamına benzer steril bir yere alınıp, beyaz ışık altında, doğum süreçlerine müdahale edilerek, nasıl strese girdikleri, doğum sürecinin nasıl aksadığı, hatta ölü doğumların nasıl arttığı ve doğum sonrası annenin bebekleri reddetmesine yol açtığı anlatılıyordu. Kısacası deney, hastane benzeri bir ortamın doğum sürecine ne kadar zarar verdiğini anlatıyordu. 

Bir kedi doğumu yaklaştığında kendine yalnız kalabileceği sessiz ve güvenilir bir ortam arar ve genelde insanların yanına bile yaklaşmasını istemez. Doğumu tamamıyla iç güdülerinin yönlendirmesine izin verir. Dudu'nun doğumuna şahit olmak bana insanoğlunun doğumunun günümüzde ne kadar doğal olandan kopuk olduğunu idrak ettirdi. 

Acısız doğum

Doğayla barışık yaşayan kabilelerin kadınları doğumlarını 1-2 saat içerisinde, hiçbir şekilde acı çekmeden gerçekleştirirler. Bu kadınlar %90 oranında bebeklerini doğada veya kendi evlerinde dizlerinin üzerine çökmüş ve ayakta iken doğururlar. Bize filimlerde gösterildiği veya hastanelerde söylendiği gibi yatarak asla doğurmazlar. Çünkü yatarak doğum yapmak bütün süreci zorlaştırmaktadır. 

Belki de bu satırlarımı okurken içinizdeki bir ses 'hiç acısız doğum olur mu' diyor olabilir. Ama evet acısız doğum normal doğumdur çünkü her doğum aslında sadece bir orgazmdır. Orgazm sırasında kan rahime akar, tıpkı doğum sırasında da aktığı gibi. Cinselliği yaşamaya hazır olmadığınız bir anı hatırlayın ve hissettiğiniz duyguyu. Korkudur bu duygunun adı. Bu duygunun rahminize ne yaptığını hatırlayın. Kasılıp, ağrı hissetmenize neden olur. İşte doğum sırasında hissedilen korku da aynı şeye neden olur. Beden bütün bilgeliği ile kanı rahme yönlendirirken, bilinçaltınızda hissettiğiniz korku kanın rahim bölgesinden çekilmesine neden olur. Çekilen kanla birlikte bölgeye hakim olan korku kasılmalara ve büyük bir acının hissedilmesine sebep olur. Batılı her modern kadın doğumunda bu süreci yaşar. Oysa Afika ve Latin Amerika ülkelerinin hala doğada yaşayan kabilelerine dönüp baktığımızda onların doğumlarının çok daha farklı olduğunu görürüz. Bu fark uçurum kadar büyüktür çünkü bu kadınlar doğum süreçleri boyunca bırakın acı çekmeyi, adeta haz yaşamaktadırlar. 

Hastane ortamında bu hazzı yaşamamıza engel olan bir takım şeyler vardır. Bunlardan biri beyaz ışık, sürekli açılıp kapanan ve yabancı doktor ya da hemşirelerin odaya girişi, doğum anında rahmin kesilmesi ya da en vahimi çocuğun vakumla çekilmesi veya son anda karar verilen sezeryanlardır. Tüm bu uygulamalar tüm bu kutsal sürecin travma hatta adeta tecavüz gibi hissedilmesine neden olur. Hem de sadece anne için değil, bebek ve hiçbir şekilde farkında olmasa da, eş için de bu büyük bir doğum travmasıdır ve ilerleyen zamanlarda bütün aile yapısını çekirdekten zedelemeye başlar. 

Minik günahlarımız 

Yaklaşık olarak 3 ay içinde ruh artık anne karnındaki yaşamına başlar. Ama aslında her ruh anne ve babayla birlikte yaşamaya bundan çok daha önce başlamaktadır. Astral boyutta ruh kader planını belirledikten sonra bu plana en uygun gökyüzünü beklerken bir yandan da anne ve babayla dünya boyutunda zaman geçirmeye başlar. Aslında bütün herşey bu an itibariyle başlamaktadır. Ama işte tam da bu anla birlikte ve özellikle de hamile kaldındıktan sonra toplumun bize dayattığı minik günahları işlemeye ve büyüleyici, kutsal sürece zarar vermeye başlarız. Bu minik günahların ilki doktora koşmak ve ultrason sürecidir.

Ultrasonun bebeğe zarar verdiğini bilmemiz gerekir. Doğumdan sonra bebeğin hemen anneden alınarak tartılması ve çeşitli aşıları olması da normal değidir. Tüm bu uygulamalar travmalara ve ciddi psikolojik sorunlara neden olur. Bazı doktorlardan bundan sonra bütün çocukluk aşılarının MRNA aşıları olacağını duydum. Umarım bu asla olmaz çünkü bu aşıların yan etkierini birçok bebek kaldıramayacak. Bu yüzden lütfen çocuğunuz elinizden alındıktan sonra ona ne gibi uygulamaların yapıldığına emin olun. Bahsetmiş olduğum doğa kabilelerinde erken doğumlara, bebek ölümlerine ve sarılık gibi doğum sonrası oluşan hastalıklara neredeyse hiç rastlanmamaktadır. Bunun nedenini sorgulamamız gerek. Günümüzde en korkunç bakterilerin hastane ortamlarında var olduklarına ve hastaneye yatan birçok insanın enfeksyondan öldüğünü biliyoruz. Böyle tehlikeli bir ortam bir bebeğin dünyaya gelişi için uygun bir ortam değildir. Ayrıca hastaneler adı üstünde hasta insanların gittiği yerlerdir. Oysa hamilelik bir hastalık değil, tamamen doğal bir süreçtir ve doğal bir akışa ihtiyaç duyar. Doktor veya ebe değil, annenin kendisi sezgileri aracılığıyla hangi pozisyonda durması gerektiğini, ne zaman ıkınması gerektiğini çok iyi hisseder. Rahim buna göre hal alır, genişler, annenin de bebeğin de bu süreci mükemmel bir şekide atlatabilmesi için her ikisini de destekler. Rahimi kesiklerle incitmek kadın bedeninde kortizol şokuna neden olur ve bu da sancıların azalmasına, yani doğum sürecinin uzamasını sebep olur. 

Hastane ortamında yapılan en büyük hatalardan bir diğeri de göbek bağının hemen kesilmesidir. Göbek bağının bebek için çok büyük bir önemi vardır ve hızlıca kesildiğinde bilinçaltına yetersizlik hissi yerleşir ve bir ömür boyu kalır. Lütfen bebeğinizle hemen bağınızın kesilmesine izin vermeyin. En az 1-2 saat boyunca isterseniz kendiliğinden kopana kadar birkaç gün boyunca aranızdaki bağın sembolü olarak var olmasına izin verin. 

Corona süreci büyük bir uyanışa neden oldu ve aşılarla ilgili gerçekler su yüzeyine çıktı. Artık birçok anne baba çocukları doğar doğmaz onları korumaya alıp, hiçbir çocukluk aşısını vurdurmuyorlar. Aşı olan çocuklarına kıyasla aşı olmayanların çok daha iyi geliştiğini ve daha sağlıklı olduklarını da söylüyorlar. Biliyorum şu an içinizdeki ses ya hastalanırlarsa diyor. Bu da yine korkunuzun sesi. Kadimler çocukluk döneminde geçirilen hastalıkların ruhun olgunluk sınavları olduğuna inanırdı. Doğada yaşayan kabileler hala bunun ne kadar doğru bir inanç olduğunu anlatırlar. Yani korkularınız yersiz. Ölüm tarihimiz belli olduğu için ha aşı olmuş ha olmamışsınız, hiçbir şeyi değiştirmez. Her hastalık bir lütuftur, bir inisiyasyondur. Çocukken geçirdiğimiz her hastalık bağışıklığımızı kuvvetlendirir. Olduğumuz aşılar ise daha çok bağışıklığımızı çökertirler. 

Yazılarımda yapay rahim projelerinden sürekli bahsediyorum. Kadınların elinden doğurganlıkları çalınmak isteniyor. Çünkü bu projeleri yönetenler kadınlardan bu gücü çalarak kendilerine bu gücü armağan edecek ve tanrı olduklarını ilan edecekler. 3. Dünya Savaşında yeni bir cephe daha açıldı. O da kadınların bedenleri, daha doğrusu rahimleri. 

Kova çağında doğan çocuklar çok nadir olacaklar. Hem nüfustaki hızlı azalma yüzünden hem de iki yıl önceki geçtiğimiz tıbbi soykırım yüzünden. Bu gerçek bir bilgi mi bilmiyorum ama bazı medyumlardan bebek ruhların aşısız anne ve babaların bedenleri aracılığıyla doğmak istediklerini ve çok az sayıda aşısız insan kaldığı için ruhların dünyaya doğmaktan vazgeçtiğini duydum. Zaten aşılılarda ya hamile kalamama ya da bebeği düşürme riskleri iyice artmaya başladı. Kısacası birçok insanın yaratımını ve işleyişini bozmayı başardılar. Bu yazıları uyuyanları uyandırmak için kaleme alıyorum ki, bedenlerimize daha fazla müdahale etme cüretini gösteremesinler. 

16 MAYIS 2022 - 26 MAYIS 2024 | JÜPİTER BOĞA BURCUNDA

 

Yüce Jüpiter gökyüzündeki Koç ziyaretini tamamlayıp, Boğa'nın hanesine geçmeye hazırlanıyor. Onun hazırlığıyla birlikte her birimizin ruhunda bir simya gerçekleşiyor. Bu simya güven duygumuzu sorgulamamıza yol açacak. Bunun için ilk önce güvendiğimiz, doğru zannettiğiniz bazı gerçeklerle yüzleşmemiz gerekecek. Bu birçoğumuz için değer verdiğimiz şeylerin kaybına yol açacak. 

Boğa cimri bir burçtur. Değer verir ve kıymet bilir. Jüpiter ise bunun tam tersidir. Cömerttir, abartır ve dağıtır. İşte 2023 yılında bu iki enerjiyi evlendirmekle görevli olacağız. 

Boğa burcunda gerçekleşen tutulmalarla gıda ve para krizinin nerelere varabileceğini boş market raflarıyla gördük. Jüpiter piyasadaki para miktarını çoğaltırken Boğa tarlalardaki gıdayı azalttı. Bunun için uzun yıllardır çalışmalar yapılmaktaydı. Çiftçilere mahsulllerini yakmaları için paralar bile teklif edildi. Köylülere "ekip biçme, git marketten alışveriş yap" dendi. Aslında doğa ananın bereketini yitirdiği büyük bir yalandı. İnsan kendi elleriyle yapay bir kriz yarattı. Şimdi  ise bedel ödeme zamanı.  

Çoğaltan etkisiyle Jüpiter tabiki hiper enflasyonun yolunu daha da açacak. Tüm dünyada gerçek anlamda değerli olan her şeyin fiyatının uçuşa geçtiğini göreceğiz. Biz ülkecek bu trene herkesten önce bindiğimiz ve senelerdir zaten fakirlikle eğitildiğimiz için, bunu da Allah'ın izniyle atlatacağız. Ama maalesef Avrupa ve Amerika gibi refah içerisinde yaşamaya alışkın olan toplumları çok daha zor zamanların beklediğini öngörebiliriz. 

Unuttuğumuz değerler

Jüpiter adaleti getiren gezegen olduğu için bize bu hayatta değer vermeyi unuttuğumuz şeyleri hatırlatacak. Gerçek değere sahip olan şeylerin fiyatlarındaki artışı gördükçe hepimiz bu hayatta neyin değerli, neyin değersiz olduğunu daha derinden sorgulayacağız. 

Jüpiter adaletin gezegeni olduğu kadar, umudun da gezegenidir. Bu yüzden gelecek korkularımızı yenmemiz gerektiğini de bizlere hatırlatacak. Yaşlı ve anlamını yitirmiş bir ekonomik sistemin çöküşüne tanık olduğumuz için, sanki ayağımızın altındaki halı çekiliyormuş gibi hissedeceğiz. Bunun bizi ürkütmesine ve gelecek günlerden korkutmasına izin vermemeliyiz.  Çünkü bu hissettiklerimiz sadece yeni doğacak sistemin doğum sancıları. Yoksulluktan, zorluktan ve kayıplardan çok daha adaletli bir sistem doğuracağız. Jüpiter, ilk önce nankörlüğümüzü törpüleyerek işe başlayacak ve biz bu sayede yeni bir değerler sistemi oluşturacağız. Herkes bunu ilk önce kendi çapında, kendi küçük dünyasında yapacak. Sonrasında ise bu gelecek yıllarda tüm dünyaya yayılacak. 

Kısacası Jüpiter "kıtlık kapıda da olsa, marketlere olan güvenin sarsılmış da olsa ve cebinde beş kuruş paran kalmamış da olsa umudunu kaybetme, sadece doğaya ve onun bereketine dön bak" diyecek. 

Bu arada Jüpiter ve Satürn bu yıl birbirlerini sekstil açıyla destekliyor olacaklar. Satürn Balık burcunda ilaçlara ulaşma imkanını kısıtlayacak. Sağlık sisteminde grevler ve işi bırakmalar çoğalacak. Yani doktorlara ulaşma imkanımız zorlaşacak. İşte tam bu sırada bu sekstil açı herkese doğa anaya giden kapının anahtarını veriyor olacak. Aktarların, otacıların ve fitoterapistlerin  kıymetini arttıracak Jüpiter. Özellikle sıvıların oluşturduğu yan etkilerin ortaya çıkmasıyla birlikte, doğa ananın doğal ilaçları hiç olmadığı kadar değer kazanacak. 

Tutunduğumuz hayaller

Boğa burcu inşa etmekle ve bir şeyi yaratmakla ilgilidir. Jüpiter'in bu burçtaki seyahati bize "hayallerini inşa etme konusunda ne kadar umutlusun" diye soracak ve umutlarına sıkıca tutunanlara seyahatinin sonunda çok güzel hediyeler armağan edecek. 

Unutmayalımki Jüpiter daima bereket ve bilgelik getiren bir gezegendir. Biz şu anki para sisteminin içinde modern birer köleye dönüşmüş vaziyetteyiz. Jüpiter bize bağımsızlığımızı geri vermek için bu sistemi tepetaklak yapmak zorunda. Ayrıca bunu ilk defa yapmayacak. Jüpiter bunu geçmişte de defalarca kez yaptı. Wallstreet'in çöküşü, büyük buhranın tetiklenişi.. Büyük parasal değişimlerde hep Jüpiter'in parmağı vardı. 

Olaya olumlu bir pencereden bakarsak Jüpiter'in gıda paylaşımını artıracağını göreceğiz. İnsanlar bir karış toprağın kıymetini bilmeyi öğrenecek ve kendi sebze meyvelerini yetiştirmeye tekrardan merak saracaklar. Jüpiter bizlere kilerlerimizi tıpkı ninelerimizin de yaptığı gibi doldurmayı öğretecek. Biraz dönüp eskiyi, atalarımızın usullerini hatırlayacağız ve hatırladıkça önlem alacağız. Kısacası Jüpiter bizi geleneklerimize geri döndürecek. Gerçek paranın kağıt parçaları değil de altın ve gümüş olduğunu hatırlatacak ve bunu değerli madenlerin fiyatlarını uçurarak yapacak 

Acı gerçekler

Jüpiter Boğa burcundaki yolculuğunda Uranüs ile birleştiğinde eski köye yeni adetler de getirecek ve dijital paralara yeşil ışıkların birçok ülke tarafından yakıldığını göreceğiz. Satürn yıllar sonra Boğa burcuna geçtiğinde ise büyük ihtimalle kağıt paralar artık tarihin sayfalarına karışmış olacak. 

Eğer bu yıl para kazanmanızın önündeki engelleri görebilirsinleniz çok büyük paralar kazanabilirsiniz. Boğa burcu mükemmel bir yatırımcıdır, Jüpiter bolluk ve bereketin, Uranüs ise ani gelen şansın gezegenidir. Doğru yatırımlar ani kazançlara neden olacaklar. 

Boğa aynı zamanda boğazdır ve gıdadır. Jüpiter'in genişleme arzusu maalesef beslenmemize yapay etlerle birlikte böcekleri de dahil etmek isteyecek ve tuhaf beslenme şekillerin ortaya çıktığına tanık olacağız. Bu konuda Avrupa'da büyük tartışmalar başladı bile. Çünkü böceklerde sadece protein oranı fazla değil, yağ oranı da fazla ve bilindiği üzere yağ toksinleri depolar. Yani böceklerle birlikte güzelce toksin ağırlıklı protein ve yağlara kavuşacağız. Uzak doğulular buna alışkın olabilir ama bu bize böcek yiyerek iklimi kurtarabileceğimiz yalanını yutturmamalı. Yine de hazır gıdaları ve özellikle de E.. kodlu boyalı gıdaları tüketiyorsanız zaten böcekleri yemeye başladınız bile demektir. Maalesef bu konu dev bir parazit dalgasını ve hastalıkların çoğalışını da beraberinde getirecek. O yüzden hem yapay et hem de böcek konusundaki yeni açılımlara çok temkinli yaklaşmamız şart. 

Dikkatli olmamız gereken bir konu daha var. O da iklim. Çünkü salgın kartını bitirdiğimize göre sıra artık iklim kartına geldi. Her ne kadar bu konuda bilim adamları susturulmaya çalışılsa da, küresel ısınmanın değil, küresel soğumanın içerisindeyiz. Tepemizde gezinen 70 bin uydu, CERN'deki tuhaf yeraltı deneyleri, 5G baz istasyonları ve uçaklardan fırlatılan onca aluminyumdan sonra yeryüzü resmen bir mikrodalgaya çevrilmiş vaziyette. Izgarada pişirilen tavuklar gibi biz de pişiriliyoruz hem de feci bir radyasyon ve elektromanyetik akımın içinde. Doğa ana bu yapay ısıyı mini bir buzul çağıyla dengeleyene dek bize dayatılan iklim anlaşmalarına karşı çok dikkatli olmalıyız. 

Güvendiğimiz her şeyin sarsılacağı bir dönemden geçerken, yine de sapa sağlam kendimize güvenmek ve zihnimizi, bedenimizi, ruhumuzu korumak zorundayız. İstikrarlı adımlar atmak için en doğru zamandayız. 

5 Mayıs 2023 | akrep burcunda ay tutulması

 


Baharın ikinci önemli tutulmasını deneyimlememize çok az kaldı. Bu tutulma 14 derece Akrep burcunda Zuben el-Genubi yıldızının etkileriyle gerçekleşecek. Sosyal reform ve adaletle ilgili olan bu yıldız önümüzdeki aylarda büyük değişimleri tetikleyebilir. Zaten Akrep burcu dönüşümün burcudur. Bu yüzden hepimizin dünya görüşünü sarsacak etkileri beraberinde getirecektir. Yavaş yavaş sırların açığa çıkarıldığına tanık olacağız ve 2 sene önce belirlediğimiz taraflar hakkında daha derin bilgilere ulaşacağız. 

Tutulma zamanı Güneş ve Uranüs'ün iş birliğine şahitlik edeceği için bizi bekleyen değişimler hiçbir şekilde beklemediğimiz değişimlerle alakalı olacak. Dolayısıyla hayat bütün kontrolümüzü elimizden alabilir, her şeyi tepe taklak hale getirebilir ve bizi korkup, korkmadığımıza dair sınayabilir. Korkmayın, endişelenmeyin, acele etmeyin. Unutmayın her şey olması gerektiği zamanda, olması gerektiği gibi olur. Her şey daima hayrımıza gerçekleşir. Fırtınalı, kapkaranlık dönemlerden geçiyor olabiliriz ama bunu biz seçtik. Ruhumuz yaşayacağı her anın bilinciyle ana rahmine düşmeyi kabul etti. Sadece unuttuk.. 

Akrep tutulması birçoğumuzun içinde kuvvetli bir uyanışı tetikleyecek. Bu tetiklemenin gerçekleşebilmesi için bastırdığımız karanlık taraflarımız su yüzeyine çıkacak. Bunun bilincinde olun. İçinizde sessiz bir simya gerçekleşecek ve garip değişim rüzgarları esecek. 

Kadim Babil dönemi astrologları bu gökyüzünü görselerdi kralın ölüp, yerine yeni birinin geçeceğini söylerlerdi. Seçim üzeri böyle bir kehanet ilginç olsa da, kehanetteki kralın kendiniz olduğunuzu unutmayın. 

Akrep burcu dönüşümün burcudur. Ölümü ve dirilişi temsil eder. Bu kadar kuvvetli bir burçta deneyimleyeceğimiz tutulma tabiki kendi içsel ölümümüzü beraberinde getirecektir. Gökyüzü bizden artık bize ait olmayan bir parçamızı kurban etmemizi bekleyecek. 

Her yazımda yazdığım gibi sizi bu tutulma döngüsünde gölge benliklerinizi keşfetmeye davet ediyorum. 

Hangi karanlığınızı yenmek ister, hangi günahınızdan arınmak istersiniz?

Bu sorunun cevabını bulun, saf bir niyetle semaya duanızı yüceltin ve sonra girin bir duş alın, suyun her zerresinin bedeninizi ve ruhunuzu arındırdığını hissederek yıkanın. 

Jüpiter bir müdettir gök kubbede gözükmüyordu. Mayıs'ta kendisini yine parlar şekilde gözlemliyor olacağımız için aslında şanslı bir döneme giriş yapıyor olacağımızı bilmeliyiz. Bazı olaylara olan bakış açımız değişecek. Bazı konularda çok daha bilge bir tavır sergileyeceğiz ve transit Jüpiter'in haritamızda geçiş yaptığı alanda ilahi bir korunma altına alınacağız. 

Bu tutulma ülkemizden gözlemleneceği için etkilerini bir hayli kuvvetli hissedeceğiz. Tutulma günü oruç tutmak veya az yemek iyidir. Ayrıca kadimler tutulmanın asla izlenilmemesi, tutulma boyunca evde dua ederek zaman geçirilmesi gerektiğini tavsiye etmişlerdir. Bu bilgileri kendinizi hatırlatın ve arınma, saflaşma niyetinize sarılın. 

İçimizdeki ve dışımızdaki karanlık, şeytani enerjilerden arınmak için çok kuvvetli bir tutulma enerjisi bizi beklemekte. Dilerim bu enerjiyi iyi kullanır ve içinizdeki saf öze daha da çok yakınlaşır, içsel simyanızı yaşarsınız.