Karanlığın uyanışı

  • Share

KISA BİR SÜRELİĞİNE ARA

  • Share

Kırsala taşınmak | ARAZİ ALIRKEN NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?

  • Share

Astroloji yolculuğum & neden daha az yazıyorum?

  • Share

Hastalık da bir şifadır

  • Share

Reiki inisiyasyonum

  • Share

Kristaller & Doğal Taşlarla Tanışma Serüvenim

  • Share

Rüya günlüğü tutmak

  • Share

Ruhsal Uyanış - Kendi Hikayem

  • Share
Benim Hikayem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Benim Hikayem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Karanlığın uyanışı

 


Uzun zamandır yazılarıma bir ara vermiştim çünkü Mart tutulmalarıyla birlikte hamile olduğumu öğrendim. Hamileliğim sadece 7 ay sürdü ve kızımı Güneş tutulması günü kaybettim. Hala yas dönemindeyim ama yazmak bana her zaman şifa olduğu için elim kaleme gitti ve yaşadıklarımı paylaşmak istedim. 

Evlat acısının acıların en büyüğü olduğu söylenir. Benim acımdan çok daha büyük acılara sahip olan insanlar var, biliyorum.. ama yine de bu acının bana kazandırdığı empati duygusuyla kalbimin hiç ulaşamadığım kadar derin bir yerine ulaşabildiğimi hissediyorum. 

Acılar olgunlaştırır.. büyütür.. karanlığı aydınlatır. Loğusalık dönemi hiçbir zaman için kolay geçmez. Sonuçta ruh boyut kapısını araladı mı, bunun çeşitli bedelleri olur. Benim bedelim biraz daha ağırmış. Hem loğusalığın aşamalarından geçiyorum, hem de bir bebeğim yok. Göğüslerim sütle dolu ama kucağımda besleyeceğim bir canım yok. Her günüm ayrı bir can acısı, ayrı bir kalp ağrısı. İnsanın içi sızlıyor ama yapacak bir şey yok. Zaman her şeyin ilacı. Acının geçmesi için beklemekten başka çarem yok. 

Bebeğimin son anda neden dünya boyutundan vazgeçtiği bizim için daima bir sır olarak kalacak. Manevi sebeplerini hissedebilsem de, gerçeği ancak ölüp, cevaplara kavuşabildikten sonra öğreneceğim. Yine de bu bebeği bana getiren tutulmalar olduğu için ruhumun aslında bir hazırlık sürecinden geçirildiğini hissediyorum. 7 sayısı daima inisiyasyonun, Satürn'ün sayısıdır. Belki de bu hazırlık süreci sadece benim için değildir.. Belki de aynı zamanda benimle benzer bir yolculukta olan ve bu yazıma denk gelen senin içindir. 

7 ay boyunca yaşadıklarım, öğrendiklerim ve kaybettiklerim.. her şey bana bir miras bıraktı ve sanki içimdeki ses bu mirası paylaşmam gerektiğini fısıldıyor. Henüz bunu nasıl yapacağıma dair bir planım olmasa da, teslimiyet içerisinde ve akışta bir şeylerin elbet doğumu gerçekleşecektir. Umarım bu yeni serüvenimde yanımda kalmaya devam edersiniz ve umarım yazılarım karanlıkta kalanlara mum ışığı armağan etmeye devam eder. 


KISA BİR SÜRELİĞİNE ARA

 


Yazılarımı takip edenler Uranüs'ün Boğa burcuna geçtiği yıl Sakarya'nın bir dağ köyünde küçük bir toprak parçası aldığımı biliyorlar. Orayı doğa ananın bana emanet edişinin üzerinden tam 5 yıl geçti. Tam 5 yıl boyunca çeşitli imkansızlıklar yüzünden üzerine bir tane bile zeytin ağacı ekemedim. Çok üzüldüm, kendime öfkelendiğim hatta umudumu yitirip, satmayı bile düşündüğüm zamanlarım oldu. Ama her şeyde bir hayır vardır ve her şey doğru zamanı bekler.. Gökyüzü kapıları açmadan, yeryüzünde kul şurdan şuraya adımını dahi atamaz. 

Uranüs'ün değişim getireceğinden astrolojiyle ilgilenen herkes haberdardır. Kendisi bu sene yükselen yöneticim ve Güneş'imin derecelerine yaklaşmaktaydı. Sessiz sedasız bir şekilde acaba hayatımda büyük bir değişiklik olacak mı diye merak ediyordum çünkü hiçbir şey değişmiyordu. Ta ki Nisan'daki o tutulmaya kadar. 

Astroloji bana bir kere daha ne kadar yüce bir ilim olduğunu kanıtladı. Bu kadar kuvvetli göstergeler hayatımda bir değişime yol açmasaydı, gerçekten astrolojiye olan inancımı yitirecektim ama gökyüzü bir şeyin sözünü veriyorsa, onu doğru zamanda yerine getirmeyi biliyormuş. 

5 yıldır kurduğum o hayal sonunda gerçek oluyor. 60m²'lik minik bir dağ evini kendi ellerimizle inşa etmek üzereyiz. Benimle birlikte bu hayali kuranların olduğunu bildiğim için süreci sizinle paylaşmaya niyet ediyorum. Çünkü maddi olarak çok zorlayıcı bir zamandan geçiyoruz. Hiçbirimizin tuzu kuru değil, benim de öyle. Ustalara ve işini profesyonelce yapanlara verebileceğimiz bir paramız yok. Her şeyi doğa ananın bize verdiği malzemelerle yapmaya ve yaparken de nasıl yapılması gerektiğini öğrenmeye niyet ettik. Bu yüzden ana malzemelerimiz tahta, saman ve kerpiç. Ekolojik bir ev olsun, şehirde yitirdiğimiz sağlımızı geri kazanabilmemiz için bize yardımcı olsun istedik ama bakalım bu çıktığımız maceralı yolculuk bizi nerelere vardıracak. 

Bu hayalimi gerçekleştirmemde benden danışmanlık alan herkesin payı var. Sizin sayenizde kalbim şu an heycanla dolu. Bereketimi sizler oluşturdunuz bu yüzden umarım bir gün bahçemi sizlere de açar, doğa ananın sunduklarını sizinle de paylaşabilirim. O kadar saf niyetler var ki içimde, nolur benim için dua edin. Ev küçük bir yuva da olsa yine de buna herhangi bir tecrübesi olmayan iki kişi olarak cesaret etmek yürek istiyor. Sonbaharda gördüğüm bir rüyanın peşine takılarak bu cesareti kazandım. Hz. Nuh'un bir sepet içerisinde bana bir mektup gönderdiğini görmüştüm. Büyük değişimlere gebe olduğumuz bir süreçten geçiyoruz. Hepimiz Nuh'un gemisini arıyor gibiyiz. Sanırım rüyam bana sepet semboli ile kendini güvenli bir alana taşı ve kendi gemini inşa et mesajını vermek istedi. Ben bu rüyamı ilahi bir emir olarak yorumladım. Cesaretim bu yüzden. Yoksa ailem benim tam bir deli olduğumu düşünüyor.

Son bir aydır bu işlerle uğraştığım için bazı önemli gökyüzü değişimleri hakkında yazılar yazamadım. Görünüşe bakılırsa bunu daha bir müddet yapamayabilirim. Ama merak etmeyin geri döneceğim.. :)

Kırsala taşınmak | ARAZİ ALIRKEN NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?

 

Yazılarımı okuyanlar içine kapanık ve inzivayi bir hayat yaşamayı sevdiğimi büyük ihtimalle keşfetmiştir. Almanya'nın küçük bir köyünde büyüdüğüm için İstanbul'un kalabalığına hiçbir zaman için alışamadım. Hayalimde hep kırsala geri dönmek vardı ama bunun için maddi güç ve bir arazi bulmam gerekliydi. 

Sizinle bu serinin ilk konusu olan arazi alımı hakkında kendi hikayemi paylaşmak istiyorum. Bunun astrolojiyle ne alakası var ki? diyenler için de gelecek serilerde Ay'ın konumunun ev inşaatında ve istenmeyen aksaklıkları önlemede ne kadar önemli olduğunu anlatacağım. Ama gelelim ilk konumuza.. 

• Kırsala yerleşmek için arazi alımı •

İnternetteki arsalara bakmaya üniversite yıllarımda cebimde henüz 5 kuruş para yokken başlamıştım. Yani saftirik bir hayal ile başladı bu süreç benim için. Lakin o yıllarda Erkan Öz'ün bir kitabı geçmişti elime. Kitapta altın ve gümüşün bilmem kaç kat artacağından bahsediyordu. Fırsat bu fırsat deyip giyim kuşama para harcamak yerine elime geçen bütün paraları altına yatırmaya başlamıştım. Doğum günlerimde hediye yerine herkesten çeyrek altın dileniyordum. O zamanlar çeyrek 100 lira bir şeydi. Sonradan altın hesabı da açıp 10tl, 20tl diyerek elime geçen küçücükün paraları büyüttüm. 

2019'un ilk yeni yıl gecesiydi. Arsalar çok pahalıydı ve sürekli inancım kırılıyor, moralim bozuluyordu. Arsalara bakmaktan o kadar çok yorulmuştum ki, "Allah'ım elimde sadece 40 bin lira var ve ben bir yer almak istiyorum, nasip et" diye çok içten dua ettiğimi hatırlıyorum. Aradan birkaç ay geçmişti ve Mart'ın sonunda sahibinden.com'da Sakarya'nın bir dağ köyündeki bu resmi gördüm. 

Nedense bu yol bana çok tanıdık geldi. Fiyatı da 37 bindi. Kalbin çarpmaya başladı. Sahibiyle iletişime geçtim. Polisti ve tayini çıktığı için satıyordu. "Aha böyle bir yere benden başka kimse para vermez ve adam 2 ay içerisinde acil satmak zorunda olduğu için bana 30 bine bırakır" diye iyice sevindim. Aileme anlattım beni ciddiye almadılar. O zamanlar altımda ne araba var ne de bana akıl verip, doğru yönlendirecek biri. Bir de ailede "arsa yerine git forex oyna" gibi saçma şeyler duyunca, kafama koymuştum, alacaktım. Bu cümlelerimden çok cesur olduğumu düşünmeyin çünkü çok korkuyordum. Polis bana "bey" diye hitap ediyordu. Nazik bir şekilde erkek olmadığımı söyleyince adam çok şaşırıp, "bu işlerle hep erkekler uğraşır, helal olsun sana genç bir kız olabileceğini hiç düşünememiştim" demişti. 

Tapu dairesindeki imza gününe kadarki süreç hiç kolay olmadı. Aileden destek göremeyince ağlayarak geçirdiğim gecelerim çok oldu. Bir de benim durumum biraz karmaşıktı. Yaşım çok gençti, ilk defa böyle bir adım atıyordum ve hiç tecrübem yoktu. Bir yandan da dolandırıcılık hikayelerini sürekli duyuyordum. Polis araziyi araba takası olarak almış ve üzerine geçirmemişti. Yani ben parayı başkasının eline verecektim, arsayı bana başka biri gösterecek ama tapuya başkasıyla gidecektim. Bir vukuat çıkacak diye ödüm patlamıştı. :)

Korkuma rağmen polisle anlaştım. Araziyi görmeden pazarlığımı yaptım. Hatta sadece bir kereliğini gitme imkanım olacağı için polisten yardım istedim. Bir gün öncesinden tapu dairesinden benim arsayı görmeye geleceğim güne randevu aldı. Eğer beğenmezsem randevuyu iptal edecektik, eğer beğenirsem hemen aynı gün içerisinde imzalar atılacaktı. Arsayı gördüğümde karar vermek için sadece 10 dakikam vardı ve ben sezgilerimi dinledim. Bu kadar cesur davranabilmemi sağlayan şey ise Aralık ayında Haziran için çektiğim bir melek kartı olmuştu. Kartta ışığa git yazıyordu ve polisin adı Işıklar'dı. Evren beni buraya kadar getirmişken geri adım atamazdım, tapu dairesinde imzamı atacaktım. 

Bu kadar özelime girerek anlatıyorum çünkü bu yazının heves kırıcı değil, motive edici olmasını istiyorum. Çünkü ben bu yolda yapayalnız yürüdüm. Sezgilerimin beni yönlendirmesine izin verdim ve tehlikeleri de göze alarak belki cesur belki de aptalca davrandım. 

Şimdi geriye dönüp baktığımda arsayı kazıklanarak aldığımı biliyorum çünkü takas yapılan arabanın değeri 10 bin bile değildi. Ama şans işte. Birkaç ay sonra salgınla birlikte fiyatlar uçtu gitti. 2118m2'lik bir alanı 30 bine alacak cesareti gösterebildiğim için kendimi taktir ediyorum. 

Şimdi gelelim esas konuya..

Kendi hikayemi paylaşmış olsam da, herkesin arsa alma hikayesi farklı oluyor. Ben bunları yapamadım ama arsa almak isteyene ideal durumda almak istediği araziyi 4 mevsim deneyimlemesini tavsiye ederim. Kışın su nerelerde birikiyor, iklimi nasıl, güneş nereden doğuyor, ay hangi pencerelere denk geliyor? gibi çeşitli faydalı soruların yanıtlarını alabilmeniz için bu bilgiler çok önemli. Aslında gidip köylülerle konuşmanız da çok faydalı olacaktır. 

Benim gibi vakti olmayıp hemen karar vermesi gerekenlere birkaç önemli şey tavsiye etmek istiyorum. Bunlardan ilki Melih Aşanlı'nın geleneksel yapı teknikleri adlı kitabı. Bu kitabı arsayı almadan birkaç ay önce okuyabilmiştim ve çok büyük faydasını gördüm. 

Sağlık sorunlarımdan dolayı Akdeniz iklimi direkt olarak kafamda elediğim bir bölgeydi. Çünkü sıcak ve neme karşı çok hassasım ve bende hem anksiyeteyi hem de bilinç kaybını tetikliyor. Hep hayalimde bol temiz havası yüzünden kaz dağları vardı. Sonra bir gün meyvelitepenin bir paylaşımıyla tema vakfının sitesine denk geldim ve kaz dağlarının eteklerinde hava kirliliğinin santraller yüzünden ne kadar fazla olduğunu okudum. Bu yüzden bir yer almadan tema vakfının sitesindeki raporları indirmenizi ve incelemenizi tavsiye ederim. Özellikle su kaynaklarının hangi bölgelerde temiz veya bollukta olduğuna dair çok güzel bir rapora denk gelmiştim. Tüm bunlar arsayı ararken arama motoruna doğru bilgileri girmeme yardımcı oldu. 

Bu arada bir yeri internetten araştırırken beğendiğiniz bir yer olursa o köyde bulunan evleri ve diğer satılık arazileri de sahibinden.com'dan araştırın. Bu bölgeye gitmeden birçok farklı açıdan ortam hakkında bilgi edinmenize ve yapılaşmanın nasıl olduğunu öğrenmenize yardımcı olacaktır. 

Bir yerin uygun olup olmadığını ararken kendim için belirlediğim kriterler şunlardı: 

- Kaz dağları hayalim gerçekleşmiş olmasa da, bir dağ köyü istiyordum ve Sakarya'nın rakımı 800 m olan bir dağ köyünden arsamı almış oldum. Neden dağ diye soracak olursanız, Bolu Yedigöller ziyaretimde başım çok ağrımıştı. Bu bana kendimi ne kadar kötü bir havaya alıştırdığımı gösterdi. Bu yüzden kriterlerimin ilki temiz havaydı. Dağda oksijen oranı azdır. Beden az oksijene alışana dek adaptasyon sorunu yaşar ve bunun için kandaki alyuvarların sayısını arttırır. Özellikle Ruslar astım hastalarını 7 günde dağa çıkarır orada çeşitli şifalı bitkilerle karışımlar hazırlarmış. Bu hastaların vadiye indiklerinde ne astım ne de başka bir sağlık sorunları kalırmış. Aslında yazları yaylaya çıkmak bizim de kültürümüzün çok önemli bir parçasıydı ve sağlığımızı korumamızda yardımcı oluyordu. Ayrıca dağda, şehirde bulunan toz partikülleri daha az bulunur. Bu yüzden dağ havası vadi havasına göre daha temizdir. Aldığım arazide bir yandan Toscana etkisini buldum bir yandan Alp dağları hissiyatını. Yalnız dağlarda çok çeşitli mikro iklimler olur ve suyu arazide tutmak zordur. Gece sis çöker, kışın çok kar yağar gibi bir sürü bilgiyi aklınızda bulundurmalısınız. Benim arazim köy sınırlarının dışında kalıyor. 3 taraftan eğimle hafif çukurda kalan bir yer. Yan bahçem ise asma bağı. Bu bana iki bilgiyi vermişti. Dağlardan akan yer altı suları büyük ihtimalle benim arazimde birikiyor olmalıydı. Bu da ilerleyen zamanlarda bir kuyu açtırmak istediğimde bana su bağımsızlığımı kazandırabilirdi. Dağ iklimi serttir ama üzüm ılıman iklimde yetişir. Yan komşumun asma bağı dağ iklimi yerine daha ılıman ve korunaklı bir mikro iklime sahip olan bir yerde bulunduğumun bilgisini vermişti. 3 taraftan eğimin olması ve benim çukurda kalmam sert rüzgarlardan beni koruyacaktı bu da kendi gıdamı yetiştirebilmem açısından iyidi. 

- Önemsediğim ikinci kriter tabiki suydu. Arazime henüz bir kuyu açtırmadım ama araziyi alırken yaz kış sürekli akan orman kenarında ve bana yürüme mesafesinde çok yakın olan bir çeşmenin bulunduğunu görmüştüm. Eğer arazimden su çıkmazsa bu çeşmeden faydalanabilirdim. Belli ki orada dağlardan inen bir kaynak vardı. İstanbul'dan kaçanlar genelde Bodrum civarını tercih ediyorlar. Oysa Bodrum ilerleyen zamanlarda su yetersizliği yüzünden büyük sıkıntı çekecek. Şahsen suyu olmayan bir yerde 5-10 milyon değere sahip olan bir villada oturmak istemezdim. Bu yüzden su kriteri benim için çok önemli bir konuydu. Evi faturasız bir şekilde inşa etmek istediğim için eve şebeke suyu bağlatmayı düşünmüyorum ama bu başka bir yazının konusu olsun. 

- Gelelim üçüncü kritere: Ailemin beni hala anlayamayıp kızım sen manyak mısın dediği yalnızlık ihtiyacına. Arsayı öyle bir yerden almak istiyordum ki, civarımda hiçbir komşum olmasın. Elektrik hatları çekilmiş olmasın. 5G baz istasyonları bulunmasın. Hızlıca gelişecek ve kalabalıklaşacak bir yer de olmasın. Bakir, saf doğa olsun. Tam da öyle bir yer nasip oldu. Köye aslında yürüme mesafesindeyim ve şehirle aramda 20 km var. Kaldı ki, İstanbul hızlı trenle 1 buçuk saat, arabayla 2 buçuk saatte ulaşabileceğim bir yerde. Benim mi ailem böyle yoksa Türkiye'de zihniyet mi böyle bilmiyorum ama bakir doğa insanları korkutuyor. Araziyi almayayım diye beni vazgeçirmek için "ayılarla kurtlar saldırır ölür gidersin" cümlelerini bile o kadar çok sık duydum ki. :) Tüm bunlar cehaletten kaynaklı korkular ve bu korkularınızı aşmanız için kendinizi geliştirip eğitmeniz gerek. Evet ayılar ve kurtlara yakın olabilirim çünkü ormana yakınım. Başıma kötü bir şey gelmesini istemiyorsam bu hayvanları tanımayı öğrenmeliyim. Mesela eski Kızılderililerin ayılarla birlikte aynı çalıdan meyve topladıkları anlatılır. Kurtlar ise köpeklerin atalarıdır. Köpekler bugün bize ne kadar yakınsa eskiden kurtlar da o kadar yakındı. Sadece biz doğamızdan koptuğumuz için bu bilgilerden de kopmuş olduk. Eğer amacınız saf bir şekilde doğaya yerleşmek ve şehir yaşantınızı oraya taşımaksa dikkatli olun derim. Çünkü kırsala yerleşmek eskiye geri dönmeyi de beraberinde getiriyor. Yani doğada kendi ayaklarınızın üzerinde duracak kadar beceriye ve bilgiye sahip olmalı ve ne istediğinizi iyi bilmelisiniz. Kimi gecenin karanlığından korkar, kimi ise gecenin karanlığında yere sarkan yıldızlardan büyülenir. Ben kendimi hep doğada güvende, şehirde ise tehlikede hisseden biri oldum ama bu süreç bana herkesin böyle düşünmediğini öğretti. Yani seçimler daima sorumluluklarla gelir. Burada önemli olan çevrenizin korkularıyla beslenmek yerine kendi iç sesinize sadık kalmanız. 

Bu yazı daha fazla uzamadan burada bitirmek istiyorum. Dediğim gibi kriterlerinizi belirlerken hem Melih Aşanlı'nın kitabından faydalanın. Hem tema vakfının sitesindeki raporları iyice inceleyin. Telefonunuza sun locator life adlı uygulamayı indirin. Bu uygulama sayesinde arazinizin neresine ne kadar güneş vurduğunu, Ay'ın nerelere denk geldiğini canlı gibi görebilirsiniz. Özellikle benim gibi dağlarda bir yer almak istiyorsanız bu uygulama çok işinize yarayacaktır çünkü yazın arazinize vuran güneş kışın tamamen dağın arkasında kalabilir ve ısıtma masraflarınızı çoğaltabilir. Bunun haricinde gezme imkanınız varsa gezin ve köylülerle iletişim kurun. Özellikle pandemiyle birlikte fiyatlar o kadar uçuk hale geldi ki, artık sahibinden.com gibi sitelerde sadece büyük paralar peşinde koşan emlakçıların ilanlarını görüyorum. Benim aldığım arsaya emlakçı 45 bin istiyordu. Aramamı doğru yaptığım için arazinin sahibinden almak bana çok daha kârlıya geldi. Artık bu fiyatlara bir yer bulmak zor da olsa, emlakçıları işe karıştırmadan köylülerin bizzat kendilerini bulmanızı tavsiye ederim. Bu size çok daha uygun fiyatlara bir yer bulma imkanı tanıyacaktır. Size gösterilen arazinin doğru arazi olup olmadığını da parsel.sorgu.tkgm.gov.tr adresinden ada ve parsel no bilgileriyle kolaylıkla bulabilirsiniz. Yani devlet aslında dolandırıcılık olaylarına imkan vermiyor. Yeterki yanlış kişilere güvenmeyin. Arazi tapusunu görmeyi talep edin ve bilgileri devletin sitesinden kontrol edin. 

Devlet sitelerinden deprem fay hatlarını da kontrol edebilirsiniz. Sakarya fay hattı üzerinde bulunduğu için araziyi almak istediğim yerin altından fay hattının geçip geçmediğini kontrol etmiştim. Türkiye deprem ülkesi olduğu için depremle birlikte tüm doğal afet risklerini göz önünde bulundurmalısınız. Herkes deniz kenarından ev ister ama eriyen buzullarla birlikte deniz seviyeleri yükselmekte. Ayrıca değişen iklim koşullarıyla birlikte kıyı kesimlerde hortumlara daha sık rastlar olduk. Depremlerin tsunamileri de tetikleyebileceğini göz önünde bulundurduğumuzda herkesin istediği deniz kıyıları çok mantıklı gelmiyor. Tüm bunlar düşünülmesi gerekilen konular. 

Son bir bilgiyi daha vermek istiyorum. Genelde imarlı arazilerin boyutları hem küçük hem de fiyatları yüksek olur. Eğer benim gibi bağımsız olmak istiyorsanız, hem daha büyük hem de daha uygun fiyatlı bir yer almak için tarla vasıflı arazilere bakmalısınız. Yalnız burada belediyeden belediye fark olabiliyor. Bu yüzden imar ve şehircilik müdürlüklerinden bilgi edinmenizi tavsiye ederim. Çünkü tarlalar tarım arazileridir ve tarım faaliyetleri için kullanılır. Bunu yapanların var olduğunu bilsem de tarlalara havuzlu villalar için izin alamazsınız. Tarım arazisine ev izni alabilmek için belirli kriterlere sahip olmanız gerekir. Mesela tarlanın kadastral yola cephesi olmalıdır. Ev ise arazinin büyüklüğüne göre belirlenir. 10 dönüm bir yeriniz olsa bile maksimum 300 m2'lik bir ev inşa edebilirsiniz. Benim gibi sadece 2 dönümse hatırladığım kadarıyla sadece 70-100m2'lik bir eve izin veriliyordu. Ve siz ev yapma iznini tarım faaliyetleri için bakıcı evi adı altında izin alabiliyorsunuz. Mesela ben Sakarya büyükşehir belediyesine tıbbi ve aromatik bitki yetiştiriciliği için başvurmuştum ve olumlu yanıt aldım. Maalesef araya pandemi girince pek ilerleyemedim. 

Araştırmalarıma devam ediyorum ve kim bilir belki bir gün bu araziye ufak bir köy evi konu verir ve çevresi arılarımız ve kendimiz için tıbbi bitkilerle şifalı bir diyara dönüşür. Her şeyi zaman gösterecek. Eğer başarılı olabilirsem kendi tecrübelerimden de faydalanarak güneş panelleri, yağmur hasadı, ay takvimine göre ev inşaatı, bahçe düzenlemeleri gibi çeşitli konular hakkında yazılar yazmak istiyorum. O zamana dek görüşmek dileğiyle..

Astroloji yolculuğum & neden daha az yazıyorum?


Hayatımın ilginç bir döneminden geçiyorum. Sanki yürüdüğüm yolun ortasında durmuşum, yere oturmuşum ve geçmişimle geleceğimin arasında gelgitler yaşıyormuşum gibi hissediyorum.
Bunu bana hissettiren Uranüs, biliyorum..
Sezgilerim aracılığıyla değişim rüzgarlarının etkisine alıyor beni.

Bir yandan da progres haritamda bütün eksenler burç değiştirmeye hazırlanıyorlar. Yani önümdeki senelerde beni hem mesleki, hem ailevi, hem de hayati açıdan değişimler bekliyor. Bu değişimlerin neler olabileceğini hissetsem de, şimdilik elim kolum bağlı bir şekilde oturup, zamanın olgunlaşmasını beklemem gerek ve bu da biraz hayat neşemi çalıyor.
Ay burcu Kova olan ve 9. evinde önemli gezegenleri olan birisi olarak, gelecek hakkında düşünmemek ve plan yapmamak benim için neredeyse imkansız. Bu yüzden teslimiyet konusunda hep zorluk çektim şimdiye kadar. Ama işte Uranüs bu. Ne kadar plan yaparsam yapayım, bilinmeyenle tanıştıracak beni. Bu yüzden küçük bir çocuk gibi azarlanıyorum sanki kendisi tarafından. Sus, sessiz ol, kafana takma, doğru zaman geldiğinde yolculuğuna farklı bir diyarda farklı bir amaç uğruna devam edeceksin diyor. Ama işte bu ruh şu teslimiyet konusunda çook zorlanıyor. :)

Güneşi Boğa olan birisi olarak Uranüs beni tabiki de doğaya yönlendirecek ama şu gökkubbeye olan hayranlığım beni hiçbir zaman için terk etmeyecek. Bu yüzden Astroloji yolculuğum beni astro herbalism alanına doğru yönlendirmeye başladı. Aranızda bunun tam olarak ne olduğunu bilmeyenler varsa, bir diğer adıyla herboloji, yani bitki ilmi. Bitki ilmi simyaya, simya da tabiki yine Astroloji'ye bağlı olduğu için, Astroloji yolculuğum doğa yolculuğuyla birleşecek gibi gözüküyor Uranüs transiti aracılığıyla.

2019'un yazında tam da Uranüsyen bir hızla Toprak Ana bana bir toprak parçasını armağan etti. Dağ başında, orman kenarında bir yer. Orayı ilk gördüğümdeki hissi hayatım boyunca unutmayacağım.
Kafamı kaldırdığımda gördüğüm tek şey dağlar, kocaman bir orman, ayak uçlarımda altın renginde bir buğday tarlası, uçuşan kelebekler ve kuşların cennetimsi cıvıltısıydı ama hissettiğim şey kudretli, gücü ve güzelliği muazzam olan bir tanrıçaydı. Güzelliğinin karşısında büyülendim ve kuderetinin karşısında ezildiğimi hissettim. Bu anı hazmedebilmek için saygıyla başımı yere eğdiğimi farkettim.
Tanrılar ve tanrıçalar yoktur. Teklik vardır daima ve bu teklik kendisini doğayla görünür kılar. Gizli bir hazine misali kendisini gösterir, bilinmek ister.
O anda hissettiğim şey Yaratıcının doğaya olan yansımasından başka birşey değildi. Beni büyüleyen de onun yüceliğiydi.
Bana kendinden olan bir yeryüzü parçasını emanet etti. Bu armağanın kıymetini bilebilecek miyim bilmiyorum ama eğer aklımdakileri hayata geçirebilirsem, sizinle şifasını paylaşabilmeyi çok isterim.

Son iki senedir içimde sessiz sedasız büyüyen bir doğa sevgisi var.
İstanbul'u ne kadar çok sevsem de, şehirden kaçma arzum her geçen gün daha da baskın hale geliyor. Ama bu yolculuk kolay bir yolculuk değil. Hele haritanızdaki gezegenleriniz daha çok sabit burçlarda yer alıyorsa, macera hiç size göre değil. Ne var ki hayat bizi daima korkularımızla yüzleştirmek için kaderini çizer. Korkumuzu yenebilecek kadar güçlü olduğumuzu idrak ettirebilmek için yapar bunu. Bu yüzden kaçış yok. Uranüs nereye ben oraya çünkü kendisi yükselen yöneticimle buluşmak üzere derece derece Boğa diyarında ilerliyor.

Bu bilinmeyene doğru giden yolculuk ve yapmak istediğim onca şey Astroloji yazılarımı istediğim kadar çok kaleme alamama sebep oldu son 1 senedir.
Sevgi hayat enerjisidir. O olmadan hiçbir şey olmaz ve sevgi emektir aynı zamanda. Blog sayfama istediğim kadar sevgi veremediğimi hissetmeye ve sizin de bunu hissettiğinizi düşünmeye başladım. Bu yüzden benimle önerilerinizi ve fikirlerinizi, yazmamı istediğiniz konuları paylaşmanızı rica ediyorum. Hatta isterseniz saygı çerçevesi içerisinde şikayetlerinizi dahi yazabilirsiniz. Tüm paylaşmak istediklerinizi carpediemcii@gmail.com adresine göndermeniz yeterli. Hepinize geri dönemiyor olsam da, her maili okuyor ve dikkate alıyor olacağım.
Şimdiden yardımlarınız ve ilhamlarınız için teşekkür ediyorum. Umarım bu bilinmeyene doğru giden yolculukta benimle yol almaya devam edersiniz. ♡

Hastalık da bir şifadır


Umre yolculuğumu tamamladım, kutsal topraklardan geri döndüm ve çok feci bir şekilde hastalandım. İlk önce boğazda bir kaşıntıyla başladı her şey, sonra bir ateş, ardından korkunç bir tıkanma ki, gözlerimden bile iltihap geldi ve sonrasında da gözlerimde kayma gerçekleşti. 

Denir ki, ordan dönen tüm günahlarından arınır ve bebeklikteki masumluğuna geri döner. İşte bu arınma bende hastalık kanalıyla gerçekleşti. 
Bu yüzden bu yazımda hem hastalıklardan hem de manevi sepeblerinden bahsetmek istiyorum. Çünkü çoğumuzun sandığı gibi hastalıklarımız bazen birer lanet değil, lütuftur.

Bazen merak edip soranlarınız oluyor neden danışmanlığımı yüzyüze değil de mail aracılığıyla yaptığıma dair. Manevi sebebini başka bir blog yazısında paylaşmıştım. Bir diğer sebebi ise önemli bir rahatsızlığımın olması. Çok nadir görülen bir kas rahatsızlığım var. O kadar nadir ki, doktorlar için çok ilgi çekici olabiliyorum. İlginç bir uzaylıymışım gibi birçok şeyi denemek, heycanla öğrencilerini yanlarına çağırıp onlara da göstermek istiyorlar. Zamanında bu tavırları beni çok derinden etkileyip sarsıyor ve kırıyordu. Sonuçta zaten hasta psikolojisine sahipsiniz yani gereğinden fazla hassas ve kırılgınsınız, sağlıklı bir insan gibi düşünemiyorsunuz. Bazen sadece öğrenciler de öğrenebilsin ve şahit olabilsinler diye işkencelere iki doz maruz bırakıldım. Ve tüm bu yaşadıklarım bana yetersizlik korkusunu armağan etti. Tipik bir Satürn-Güneş karesi. Hayatım boyunca beni en çok zorlayan açım. 

Doktorum bana en son, kalbin atmaması gerekir, yürüyememen gerekir, nefes alamaman gerekir ama sen hepsini yinede yapabiliyorsun demişti. O zaman anladım ki, bu hastalığım sadece bir perde. Sadece bir korunma. Saf kalabilmem için belki de insan suresinin 18. ayetinde geçen ismime layık olabilmem için. 

____________________________________

Küçükken manevi enerjisi temiz olmayan bir evde yaşadık. 3 yaşındaydım ve ateşliydim ve birden çığlık atmışım. Babam yanıma geldiğinde ellerimle yerleri gösterdiğimi ve görmemek için yorganın altına saklandığımı söylüyor. Bu anıya dair bende her şey silinik, hatırlayamayacağım kadar küçük bir yaş zaten.. Ama babama göre (ateşli olmamdan kaynaklı), diğer alemin varlıklarını gördüm ve korkuyla kaslarımda bir boşalma oldu. Sadece anlık bir his ve korkunun tetiklemesiyle.
Tıp bu tür şeyleri tabiki kabul etmiyor bu yüzden Almanya'da büyük sıkıntılar yaşadık.
Burdaki doktorlar daha anlayışlı olduklarından, kendi doktorum hastalığımın ilerlememesinin sebebinin bunun olabileceğini söyledi. Anlık korku kaslarda bir güçsüzlüğe sebep olmuştu. Bu etki ömür boyu kalacaktı ama en azından bir ilerleme olmayacaktı. 

Hastalıkların manevi sebeplerini araştırdığınızda kas hastalıkların temel sebebinin korku ve kontrol kaynaklığı olduğunu buluruz. 
Haritasında 29. derece Kova'da Satürn'ü bulunan birisi için ne kadar manidar korku ve kontrolün en büyük imtihan alanları olacağı. Kova burcu da hastalığın hangi alanda etkili olacağını gösteriyor. Sonuçta bu nörolojik bir rahatsızlık aynı zamanda. 

İşte bu benim geçmişim. Çocukken hala tam olarak ne yaşadığımı bilmediğim bir travma geçirmişim. Sonrasında da hayatın yüklediği ufak tefek yükler var. 
Umre'ye davet çıkınca, benim henüz yaşım genç,  büyük günahlarımda yok, pişmanlıklarım da.. nasıl bir arınma yaşarım acaba diye çok merak etmiştim. 

Gittim, gördüm, sevdim. 
Aşk meğer buymuş diyebildim. 
Hayatınızda bu dünyaya ait olmayan günler geçirmek istiyorsanız siz de niyet edin ve mistik bir davetiye bekleyin. O davetiye gelecek, benimki ilkinde geri çevrilmişti, ikincisinde çıktı. Çünkü gerçekten kelimelerin sığ kalıp asla anlatamayacağı derinlikte güzel şeyler yaşıyor insan orda. 
Kocaman adamların hüngür hüngür ağlayışını gördüm mesela ve onların gözyaşları bana sevginin en masum en duru en saf halini öğretti. Kim diyor erkekler ağlamaz diye. Erkekler o kadar güzel ağlar ki, ve bu asla bir güçsüzlük göstergesi değildir. 
Onları ağlarken gördüğümde, duygularını bu kadar derinden paylaşabildikleri için ve beni de bu kadar derinden etkileyebildikleri için ne kadar güçlü olduklarını hissettim. Bu çok güzel bir hismiş. Ruhların bu kadar derin bir sevgi boyutunda el ele tutuşabilmesi. Gönüllerin birleşmesi. Allah yolunda. Birlik ve teklik.. Bunlar çok özel hatıralar insanın şu garip dünya yolculuğuna. 

Geriye döndüğünüzde bir hüzün kaplıyor içinizi. Ordaki deneyimlediğiniz manevi zengin deryadan kopuyorsunuz diye. Ve bu yüzden yitirmemek için bir çaba oluyor ister istemez ama çabaya rağmen başarılı da olamıyorunuz bir türlü. Çünkü döndükten sonra şeytanın imtihanları da şiddetlenmiş ve artmış oluyor. Yani ordaki günler döner dönmez içinizi ısıtan hatıralara dönüşüyor ve arınmanın devamı için ruh daha büyük imtihanlardan geçiriliyor. 

Döndükten sonra bir müddet geçirdiğim hatalığın etkisiyle her gece Mekke ve Medine'yle uğraştım. Oranın insanlarıyla, oranın şahinleriyle, oranın enerjisiyle. Vizyon şeklinde görüntüler iniyordu gözümün önüne. İhramına sarınan bir adam beni kefenliyordu. Yeşil halıda namaz kılan annem bir anda izdihama yakalanıyordu vs. Her bir kare sıkıntı içeriyordu ve sanki onca sene bastırmış olduğum korkularımı su yüzeyine çıkarıyordu. 
Kefenleyen adamla ölüm korkum, ölüm korkumun arkasında yatan yaşama korkum. 
Özgürce uçan şahinlerle teslimiyet konusundaki korkularım. Herşeyi kontrol etmek isteyişimin altında yatan sebepler. 
Peygamberimizin yanında yeşil halıda namaz kılan annemin görüntüsüyle birlikte birden küçüklüğümü hatırladım. 
Küçükken yemek yemezdim annem de yemezsen bırakır giderim derdi. Bir keresinde gerçekten bahçeye çıkıp saklanmıştı. Onun babamla birlikte aradığımı hatırlıyorum. 
Yemek yememen nazımdam değildi. Almanya'da doğduğumda iki aşının aynı anda yapılması alerjik bir reaksiyona sebep olmuştu. Yutamıyordum. Yutamadığım için de yemek yiyemiyordum. Ama annemde anne yüreği işte, yiyemiyorum diye türlü türlü çareler arıyordu. Nerde bilebilirdi ki kızının bilinçaltına terk edilme korkusunu nakış gibi işlediğini..

İşte yeşil halıda yaşadığımız izdiham ve hepimizin birden birbirinden kopuşu bende anksiyeteyi tetikledi. O korku daha derininde gizli olanı açığa çıkarttı ve ben hiçbir şekilde bilincinde olmadığım bir terk edilme korkumun varlığından haberdar oldum. Bu korkuyu o kadar güzel bastırmışım ve kamufle etmişim ki senelerce, yalnızlığı deli gibi arayışımda ve kimseyi yanıma yaklaştırmak istemeyişimin ardındaki en büyük sebebin bu korkum olduğunu idrak edebildim. Çünkü yalnız ve tekbaşına kendime yetebilirdim ve herkesten uzak durursam, yani sevginin en derinime yerleşmesine izin vermezsem, kimse beni terk edemezdi. Zihnim sorununa mantıklı bir çözüm bulduğunu zannetmişti senelerce. Beni sevmekten ve güvenmekten uzak tutarak. 

İdrak şifa yolunun yarısıdır denir. Bilinçaltı sadece yaşattığı acıyla kapılarını bilince açar. Bir kere bilinçlendikten sonra artık irade devreye girer. Bundan sonrası kişinin kendi elindedir. Şifalanmanın anahtarını artık Allah kişinin eline teslim etmiştir. Kulunun zaman, azim, akıl ve sabır kavramlarını birleştirmesi gerektiğini izleyebilmek için geri çekilir. 

Hastalık kötü. Çünkü hastalık zorluk ve eziyet çekmek demek. 
Gözlerimin kaymasıyla birlikte büyük bir panik yaşadım ve tüm korkularımın belki de en büyüğünle yüzleştim. Yaşam korkusu! 
Çoğumuz ölümden korktuğumuzu zannederiz oysa asıl korktuğumuz yaşamaktır. Ve hayat bizi hastalık aracılığıyla bu korkumuzla çok güzel bir şekilde yüzleştirir. Kıymet bilmeyi öğretir. Hem de her anın kıymetini. 
Biz insanoğlu fazlasıyla nankör davranıyoruz çoğu zaman. Şükürsüzüz ve minnet duymuyoruz. Oysa Allah o kadar cömert ki her konuda. O kadar fazla seviyor ki kullarını, her açıdan destek oluyor, yardımlarımıza koşuyor, sevgisiyle bizi ruhen doyuruyor. Aslında her birimiz ne kadar şanslıyız ama bunu unutuyoruz çoğu zaman. Hastalık hatırlatıyor. İşte bu yüzden hastalıklarımız aslında birer lütuf. Bizi özümüze döndüren bir vesile. Kötülük olarak görmemeliyiz çünkü her şerde bir hayır var. 
Ben umre ziyareti sonrası zorlayıcı şeyler yaşadım ve bu zorluklar derin idraklara ve arınmalara vesile oldu. Bu yüzden iyiki yaşamışım diyebiliyorum. 

Bu yazıyı yazarak hem işlediğimiz küçük şükürsüzlük günahlarımızı hatırlatmak istedim hem de Umre'nin ne kadar etkili olduğunu anlatmak istedim. 
Hocamız bize yolculuktayken 'bu sıradan bir gezi değil, biz geziye falan gitmiyoruz, ibadete gidiyoruz' demişti. Bu yüzden zannetmeyinki boş ellerle gidip boş ellerle dönebileceğinizi. Orda gerçekten Kabe'nin yakınında dururken ve tir tir titrerken DNA'nız da bir değişiklik olduğunu hissediyorsunuz. Bu ilk görüş bana o kadar ağır geldi ki, kalbimde kopan gümbürtüyü ve saniyeler boyunca süren teklemesini hayatım boyunca unutmayacağım. 
Döndüğünüzde de sıradan hayatınıza istediğiniz kadar devam ettiğinizi zannedin. Şeytan imtihanlarıyla her köşede bekliyor ve hayat sizi bu imtihanlar aracılığıyla arınmaya davet ediyor.
Bunun her daim farkında olmanız ve hayırlara kullanabilmeniz dileğimle.

Ve unutmayın ki, her derdin var bir dermanı. Hastalıklarımızı da büyütmemeliyiz. Çünkü her hastalık şifasıyla birlikte gelir. 
Hasta olup da içi daralanlar bu güzel kardeşimin sesini içlerine işletsinler.

Reiki inisiyasyonum


Şu an elimde hem 3 tane reiki sertifikam, bir de crystal reiki diplomam var. 
Kağıt parçalarına çok fazla değer vermeyenlerdenim. Çünkü bazen bir şeyi elde etmek için bütün gücünüzü harcarsınız ve bunun karşılığını alamazsınız. Bazen ise hiçbir çaba sarf etmeden elinize bir diploma verilir, hamdın piştin hadi yoluna denir. Oysa kişi hala aynı kişidir ve pek fazla bir yol katedememiştir. O halde bir diploma tam olarak neyin göstergesidir?

Çevremde diplomalarıyla el sallayan bu tür insanları çok fazla görmeye başladım. Her yerden ve en çok da sosyal medyadan bir bombardımana uğruyoruz. Gelin reiki eğitimi alın, sonsuza dek değişin vs. Sürekli herkes kendinin reklamını yapma peşinde. Bir çoğunun niyeti de eminim kötü değildir bunu yaparken. Sonuçta herkes sadece ekmek parasının peşinde. Ama bazen insanların umutlarıyla oynadığımızın farkında olmamız gerek ve herşeyin herkes için uygun olmadığının da. 

Ruhsal Uyanış konusunda bir iki sene önce bir yazı paylaşmış ve kendi yaşadıklarımdan bahsetmiştim. Aslında yayınlayana kadar kendimle savaş verdim. Çünkü bazı şeyler yanlış anlaşılabilirdi ama tam tersine bana özelden yazıp hikayelerini anlatıp yardım isteyenler çok oldu. 
Bu yazıda paylaştığım en önemli şey, herşeyi akışına bırakmanın ve zorlamamanın ne kadar önemli olduğuydu. 
Ben bu yolu tercih ettim, karanlık içime yöneldim ve yolun sonundaki ışığı görmem uzun sürmedi. Kabuğa çekilmek bana şifa verdi ve dıştan profesyonel bir yardım almadan, depresyon hapına bağımlı olmadan atlattım. Şimdi yoluma yepyeni bir ben ile devam ediyorum, sanki karanlıkları hiç deneyimlememiş gibi. 

Bu karanlık dönemlerden geçerken herkesin yolu ruhsal konularla kesişir. Sanki Allah bir yol açıp, gel seni bekliyordum, elimi tut, kavuşalım dermişcesine. 
Bu yola girerken Allah ile birlikte şeytanla da yolumuz kesişir çünkü o verdiği sözün tam arkasında durarak, bizi yoldan döndürmek için elinden geleni yapar. 
Onun en sevdiği günah kibir olduğu için, kulağımıza sen özelsin, bak kimsenin yaşamadığı şeyleri yaşıyorsun, sen seçilmişlerdensin gibi saçmalıklarla doldurur. Bunun sonucunda bizi öyle bir yola sokar ki, boyumuzdan çok büyük işlere kalkışırız. İşte reiki buna çok güzel alet edilebiliyor maalesef.

Bir keresinde Erhan Altunay televizyon programlarının birinde, bir yerim ağırdığında babanneme giderdim, elini koyar dua eder, geçirirdi şimdi bunun adı reiki oldu, demişti. 

Allah yaratırken kendi ruhundan üflediği için içimize, herkeste ve her yerde onun bu ilahi enerjisi vardır. Bunu kullanabilmek için onu fark etmek ve inanmak gerekir. 
Bunu ilk fark edip dünyaya pazarlayan Usui adında bir japon olmuş. İslam'da zaten var olan konsepti japon kültürüne uyumlamış ve dünyaya tanıtmış. 
Reiki eğitimimi alırken, biz tüm bunları zaten esmalarla dualarla da yapıyoruz, ben niye elin japonunun el kol hareketlerini öğrenmek için çaba harcıyorum ki? diye kendimi sorgularken buldum. 

Tamam, peygamberimiz ilim Çin'de de olsa gidin onu bulun demiş. Bu uzak doğu kültürlerinde cevherlerin olduğunu gösteriyor. Ama asıl cevherin bizlerde olduğunu da unutmamız gerek. 
Reiki'yi tıpkı Erhan Altunay'ın da dediği gibi ananne ve babannelerimiz zaten biliyorlardı. Hepimize acıyan yerimizin öpülmesi öğretildi. Çünkü şifa veren sevginin kendisiydi. Çünkü yaratılışa sebep olan şey de Allah'ın sevgisinden başka bir şey değildi. Gizli bir hazine idi, sadece bilinmek istemişti. 

Bu nedenle bu gibi şeyleri abartıp, bir de bunun üstüne büyük paralara pazarlayıp, zaten herkes tarafından bilinen ve aslında herkesin uygulayabilecek olduğu bir şeyi öğrenmek için  kendinizi üzmeyin. Kaderinizde varsa, haritanız ellerinizin şifalı olacağına işaret ediyorsa, bu gibi yetenekler doğru zaman geldiğinde kendiliğinden ortaya çıkarlar. Gerçek hayatta bir şahısa dahi ihtiyacınız yok, Allah sizi rüyanızda dahi inisiye edebilir. 

Reiki & Tehlikeleri 

Öğrenci hazır olduğunda üstat yetişir denir. Benim reiki ile yolum da bu şekilde kesişti. Hiç aklımda yokken birden karşıma çıktı. Herşey yolunda gitti. 
Az önce yukarıdaki cümlelerimde hiçbir şeyi zorlamayın, bırakın ayağınıza gelsin dememdeki kastım tam da buydu. Tesadüf diye bir şey yoktur ama yinede tesadüfen çıkmalı herşey karşınıza. Bunu şamanlar ayahuasca için de söylerler. Çünkü bizi kader planımıza ve ruhsal mertebemize göre yönlendiren çok büyük bir güç var. O ne zaman hazırlarsa bizi, sadece o zaman hazır oluruz bazı şeylere. 
Buna hazır olmadan bir de bunun üstüne işin eğlisi olmayan kişilerden bu gibi enerjisel etkilere maruz kalırsanız, bütün hayatınız bir anda elinizden kayabilir. Bu konuda da bana özelden yazıp, ne yapmalıyım şimdi gibi sorular soranlar oldu. 

İlk önce arınmalısınız. 
Hem bedensel hem zihinsel hem de ruhsal. 
Bu bedensel, zihinsel ve ruhsal arınma seneler süren, hatta ömrün son nefesine dek devam eden bir şey. Bu gerçeği aramızda unutanlar oluyor. Bir varış yok, sonsuz mutluluk yok, aslında hep bir savaş var bu dünyada. Sonuçta cenneti kazanmak kolay değil. 

Eğer bu yolculukta yol almayı seçmediyseniz, yani karanlığın varlığından bilinçsiz iseniz, hala nefsin üzerinizde hakimiyet kurmasına izin veriyorsanız, zaaflarınız aracılığıyla seçim yapıyorsanız, reiki'nin sizde açabileceği kanal, karanlıkları deneyimlemenize sebep olabilir. 
Reiki ile ilgili Renan Seçkin ve R. A. Zankova gibi yazarların kitaplarında korkutucu şeyler okudum. Doğru kişiyi bu konularda bulmak o kadar zor ki, kimseye güvenemezsiniz. Bu yüzden bazen uzak durmak, yakın olmaktan daha güvenlidir. Bu hataları yapmış olanların var olduğunu bildiğim için bu yazıyı yazıyorum. Amacım reiki'yi suçlamak değil çünkü karanlığa sebep olan o değil, insanın kendisi. 
Tüm bunlar reiki'den bilerek uzak durmama sebep oldu senelerce. Ta ki yoluma çıkana dek. 

Neler yaşadım, neler hissediyorum? 

İlk reiki inisiyasyonum sabaha karşı olacaktı ve o sabahın akşamında yatağa yatarken ilginç bir deneyimim oldu. 
Yatağa yatarken korkunun yükseldiğini hissettim. Sanki odada tek başına değilmişim gibi. Sonra gözlerimi kapattığımda bu hissiyat kuvvetlendi ve daha çok paniklememe sebep oldu. Hiç mesafe kalmaksızın başka bir dişil varlık bana hissedebileceğim kadar yakın duruyordu. Tam o sırada karanlıkta yürüyen ve uzaklaşan uzun saçlı bir kız gördüm. Arkadan bana çok benziyordu, ertesi sabah inisiye edildikten sonra onun benim karanlık bir benliğim olduğunu anlayacaktım. Bu arada bu gördüklerim uyku ile uyanıklık arasında oluyor. Bir hayal şeklinde. Hepiniz bu tür şeyleri deneyimlemişsinizdir. Çünkü uykuya dalmadan önceki kısa anda, bilinçaltı devreye girer. Görülen şeyler çoğu zaman gerçek değildir ama yinede kişiye önemli mesajlar verirler.
Bana yakın duran varlığın tam o sırada rahatsız olduğumu anlayarak biraz geri çekildiğini hissettim. Sonra korkmamam gerektiğine ve onun yarınki inisiyasyon için burda olduğuna dair bir his oluştu içimde ve uyuya kaldım. O gece şimdiye kadar gördüğüm en güzel rüyalardan birini gördüm. Özel olduğu için paylaşmak istemiyorum. 
Ama o beliren varlığın, içimde hala yaşamaya devam eden karanlık benliğimden kopmamı sağladığını ve astral boyutta ruhumu sabah olacak olan inisiyasyona ve daha saf bir enerjiye hazırladığını düşünüyorum. Hatta beni inisiye edenin diplomamın üzerindeki isim değil, bu varlığın olduğuna eminim. 

Daha önce rüya günlüğü tutmakla ilgili bir yazı paylaşmış ve bazı rüyalarda görevlendirilmiş varlıklar tarafından inisiye edildiğimizden bahsetmiştim. 
Ruhsal tekamül sürecinde dünyada imtihan edildiğimiz gibi, astral boyutta da ediliriz ve bu gerçek hayattaki deneyimlerimizi de etkiler. Belirli astral kapılarda belirli üstatlar bulunur ve onların görevi sizi zaaflarınızla imtihan etmektir. Eğer bu imtihanları geçerseniz, astral kapı açılır ve yeni bir boyutu deneyimlersiniz, eğer zaaflarınız ağır basarsa, geçemezsiniz ve kapı kapanır. Bu gibi rüyalarınıza çok büyük önem verin çünkü genellikle onlardan sonra hayatınızda gerçek değişimler yaşamaya başlarsınız. Aslında gerçek olan astral boyuttur, bu dünya bir illüzyon ama biz bunu tam ters olarak algılıyoruz. 

Sabah uyandığımda sol elimde bir ısı değişimi vardı. Sanki elimde enerjisel bir yapıya sahip olan bir top tutuyormuşum gibi bir his. Parmak uçlarımda ise nabız atıyor gibiydi. Gün boyunca devam etti. Sağ elimde hiçbir şey olmamasına rağmen, sol elime odaklandığımda o enerjisel topu hala hissedebiliyorum. 
Beni günlük hayatımda rahatsız edecek hiçbir yan etki deneyimlemedim. Bazıları ilk 21 günü zor veya yoğun atlatabiliyor. Vücudun belirli bölgelerinde ağrılar olabiliyor vs. Bu yüzden oruç tutmak, önceden hazırlanmış olmak ve zaten biraz inzivayi bir hayat yaşıyor olmak avantaj sağlıyor.

• Tüm yazdıklarımı özetlemem ve küçük bir tavsiye vermem gerekirse, bırakın bu tür fırsatlar ayağınıza gelsin, siz peşinden koşmayın derim. 
• Ayrıca reiki'ye inisiye edilmek istediğinizde lütfen bu güvendiğiniz birisi tarafından olsun. Başkaların kötü deneyimlerini bildiğim için ben bu kişinin kesinlikle bir kadın olmasına özen gösterdim. Bence bir kadınsanız sizi inisiye eden de bir kadın olmalı. 
• Kendinize dürüstçe bunu neden istediğinizi sorun. Başkalarına hava atabilmek için mi? Paraya dökebilmek için mi? Yoksa gerçekten mütevazi bir şekilde kendinize ve belki de sevdiklerinize bir faydanızın dokunması için mi? 
• Her şeyi sevgiyle yapın. Özünüz ve güç kaynağınız sevgi olsun. Ve unutmayın reiki yaşam enerjisidir ve yaşam enerjisi her yerdedir, bedava ve ulaşılabilir şekilde, sadece bir dua uzak mesafededir. Bunun için büyük paralar harcayıp, egoyu tatmin etmeye hiç gerek yok. 

Pişman mıyım bu eğitimi aldığım için? Hayır değilim. Bilgi insana hiçbir şey kaybettirmez ama bilgisizlik ettirir.
Reiki eğitimi bana pek bir şey katmamış olsa da, crystal reiki eğitiminde doğal taşların ve kristallerin kullanımı hakkında güzel şeyler öğrendim.
Peki elinde hissettiğin enerji hakkında ne düşünüyorsun derseniz?
Gözlerinizi kapatın ve ellerinizi açın derim. Bunu bir müddet yaptıktan sonra siz de bir şey hissedeceksiniz. Şu an sağ ve sol elimi kıyaslayarak yaptığımda tabi ki sol elimde daha farklı bir güç hissediyorum çünkü sanırım kanal ordan açıldı. Ama bunu hissediyor olmam ve elimde bütün reiki seviyelerinin diplomalarının bulunması bir kanser hastasını şifalandırabileceğim anlamına gelmiyor. Bazı şeyler bizim elimizde değildir. Birinin sizi şifalandırabilmesi için sizin ilk önce o şifayı hak etmeniz gerekir.
Umarım bir gün bu şifa yeteneğim daha da gelişir ve sadece kendime değil, başkalarına da faydam dokunur.
Ama unutmayın reiki aslında hepimizde var. Acıyan yerimize elimizi koymamız ve dua etmemiz mucizevi bir şekilde acıyı dindirir. Şifayı uzakta aramaya gerek yok çünkü o kendi içimizdedir.

Kristaller & Doğal Taşlarla Tanışma Serüvenim


Küçük iken, yaklaşık olarak 5 yaş civarlarında annem ve babamla mağazaları gezerken vitrinlerin birinde küçük bir taş görmüşüm. Yalvar yakar o benim olmalı diye ağlamaya başlamışım. Babam kıyamamış ve pahalı olmasına rağmen küçük kalp formundaki kehribarı bana almış. 

Tabii seneler geçti ve ben o günkü halimi ve o taşa ilk görüşte aşık olduğumu unuttum, ta ki bir gece beni çok etkileyen bir rüya görene ve kristaller ile taşların peşine düşene dek.  

Daha önceki yazılarımdan birinde bu rüyamı paylaştığımı hatırlıyorum. 
O zamanlar astrolojiye daha yeni merak sarmıştım ve bir gece doğada bir yerde kendimi bir masa başında otururken gördüm. Karşımda, gökyüzünde Ay kadar yakın Jüpiter vardı. Masanın diğer tarafında büyücü veya şamana benzer bilge bir kadın oturuyordu ve bana, 'seni koruyan bir taşın yok mu?' diye sordu.
Elimi boynuma götürdüm ve olmadığını farkettim. 'Avucunu aç', dedi ve elime turuncu taşlar koydu. Taşların enerjisi o kadar yoğundu ki dayanamayacağımı anladım ve tam bayılacakmış gibi olurken taşlar avucumdan düştü. Bilge kadın ilahiye benzer birşeyler söylemeye başladı, beni tuttu ve yığıldığım yerden kaldırdı. 
Tam o sırada uyandım. 

Daha sonra her yerde o taşları aramaya başladım ve maalesef hiçbir yerde bulamadım, bulamayacağım herhalde diye üzülürken, teyzem bir gün 'gözlerini kapat, sana birşey vereceğim' dedi ve rahmetli dedemden kalma bir tespihi, tıpkı rüyamdaki gibi avucumun içine koydu.
Rüyamda gördüğüm taşlar dedemin tespihindeki taşlardı. Ve her kız çocuğu için dede özeldir çünkü geçmişteki atanın sembolü ve gelecekteki sevgili ve eşin seçimindeki, (babayla birlikte) en büyük rol sahibi olandır. Bizler daima büyüklerimizin açmış olduğu yolda ilerler ve onlardan kalan mirası devralırız.
______________________________

Bu rüya, kristal ve taşlarla ilgili gördüğüm ilk rüyaydı ve zaman içerisinde arkası da geldi. 
Minimalist bir yaşam tarzını benimsediğim için hiçbir şeyi biriktirmemeye ve elimde tutmamaya özen göstermeye çalışırım. Ama taşlar zaman içerisinde bir şekilde karşıma çıktılar ve yol arkadaşım olmaya karar verdiler. Böylelikle küçük bir doğal taş ve kristal koleksiyonum oldu.
Hatta ne zaman yeni bir taş veya kristal arama yollarına koyulsam, karşıma ilginç insanlar çıkıyorlar. En son, uzun yıllar yurtdışında yaşamış ve biyoenerjiyle uğraşmış bir adamla karşılaştım ve bana elime aldığım bazı taşları yerine bıraktırdı, onları alma, bunu al veya şurdan bak vs. dedi. Her taş sanki benim tercihimle değil, bir şekilde birilerinin yönlendirilmesiyle geldi.  
Zaten inanışa göre kristal ve doğal taşlar bizleri seçermiş, biz onları değil. O yüzden hayatıma girene hoşgeldin diyor ve kıymetini bilmeye özen gösteriyorum çünkü biliyorum, bana öğretmek ve hatta armağan etmek istediği birşey var. 

Peki kristal ve doğal taşlarımı nasıl kullanıyorum & ne işe yarıyorlar?

Astrolojide Kuzey Ay düğümü bu hayattaki var oluş amacımızı, neler yapmamızı ve neleri öğrenmemiz gerektiğini gösterir. Hayatın bu alanında bocalar dururuz çünkü tıpkı yürümeyi yeni öğrenen bir ceylan yavrusu gibiyizdir.
Her burcun esmaları vardır ve kuzey ay düğümünün bulunduğu burcun esmalarını çekmek, o burcun enerjisini üzerimize çekmemizde yardımcı olur. Ben üzerimde ay düğümünün burcunun enerjilerini dengelemek istediğimde, doğal taşlardan yapılmış olan tespihimi kullanmayı seviyorum ve işe de yaradığını hissediyorum.   

Bir yere gitmem gerekiyorsa, o günkü ruh halime bağlı olarak bir taşımı veya kristalimi yanıma alıyor ve ya cebimde ya da çantamın içinde taşıyorum. 
Yapmayı sevdiğim bir diğer şey, taşların üzerine dua ve esmaları okumak. Böylelikle korktuğum, kendimi sevgisiz veya bitkin hissettiğim anlarda taşları ya elime alıyor ya da bedenimin üzerine koyuyorum. 

Taşların enerjisine alıştıktan sonra onları yastığınızın altına koyarak, rüyalarınızdaki değişikliklere de dikkat edebilirsiniz. Bazı taşlar sizi mışıl mışıl uyuturken, diğerlerinin tam ters etkiye sahip olduğunu göreceksiniz. 
Mesela ben, siyah Oniks'imle uyuduğumda tüm gece boyunca elimde küçük bir elektrik akımı hissediyorum. 

☆☆☆

Etrafımızdaki herşey enerjiden ibaret ve herşeyin belirli bir titreşimi var. Duygunun, düşüncenin, ağacın, çiçeğin ve tabii ki milyonlarca yıldır bu dünyada bulunan kristal ve doğal taşların da. 
Taş deyip geçmek çok kolay. Eğer onların size iyi geleceğine ve şifalandıracağına inanmıyorsanız uzak durun derim. Çünkü biz neye inanırsak onu üzerimize çekiyoruz. Ve ben kristal ve taşlarımı küçük birer manevi arkadaş olarak görmeyi seçiyorum. Elime pembe kuvarsımı alıp, bedenimin sıcaklığıyla ateş kadar ısındığını hissettiğimde, tüm hücrelerime sevgiyi yaydığını hissetmeyi tercih ediyorum. 
Karar verme konusunda zorluk çekiyorsam elime Ametist'imi alıyor ve Allah'ım sezgilerimi kuvvetlendir, gönül gözümü aç ve doğruyu görmeyi nasip et, diye dua ediyorum. 
Üzerime olumsuz enerjilerin çöktüğünü hissediyorsam ve arınmak istiyorsam dumanlı kuvars veya oniks taşımı kullanıyorum.  
__________________________________

Peki ya sizin sevdiğiniz, gönlünüzde hikayesi yer etmiş olan veya ansızın bir gün karşınıza çıkmış olan doğal bir taşınız veya kristaliniz var mı? İsterseniz hikayenizi benimle paylaşabilirsiniz. 
:) 

Rüya günlüğü tutmak


Astrolojide 12. ev en gizemli evlerden biridir. Çünkü öte alem, metafizik konular, astral boyut ve rüyalar bu evin konuları arasındadır.

12. evinde gezegenleri bulunan kişilere spiritüel konularla ilgilenmeleri tavsiye edilir. Aksi takdirde kişi gezegenin olumsuz enerjilerini deneyimlemeye açık hale gelebilir. Mesela bu evde Satürn'ü bulunanlara oruç tavsiye edilir. Ay'ı bulunanlara meditasyon ve zikir çalışmaları, Mars'ı bulunanlara ise Yoga gibi fiziksel aktiviteler önerilir.
Bu tür uygulamalar kişinin ruhuna iyi gelir, onu içsel bir dengeye kavuşturur. Bu evin temsil edebileceği olumsuz enerjilerden korur.

12. evde gezegenleri bulunan kişiler şanssız olabilecekleri kadar bazı konularda da şanslıdırlar. Mesela bu kişilerin muazzam bir hayal güçleri vardır. Ayrıca genellikle öte alemle kuvvetli bir bağları olur. Rüya yaşantıları ise benzersizdir.
Bazı kişiler geceleri rüyalarında ilhamlar alırlar. İşte bu ilhamları alanlar genellikle 12. ev insanlarıdır. Tıpkı balık burcu insanlarında da olduğu gibi, bir şeyi sezgisel olarak bilebilirler. Onlara bu bilgiyi nerden edindiklerini sorarsanız, büyük ihtimalle size cevap veremeyeceklerdir. Çünkü gerçekten bu ilham kaynağının nerden geldiğini bilmezler, sadece hissederler.

12. ev insanlarının sahip olduğu bu yeteneklere aslında hepimiz sahibizdir. Sadece yaşam tarzımız, alışkanlıklarımız veya zaaflarımız aracılığıyla bu yollarımızı kapatmış ve bu yüzden hissedemiyor olabiliriz. Ama kapanmış bu yolları yeniden aralamaya çalışmak mümkündür. Nasıl mı? Rüyalar aracılığıyla..

Senelerdir deneyimlediğim ve çok faydasını gördüğüm rüya günlüğü tutma konusundaki deneyimlerimi paylaşmak istiyorum bu blog yazımda.

Daha önce ruhsal uyanış - kendi hikayem diye bir yazı paylaşmıştım ve orada rüyalardan ve onların gücünden bahsetmiştim.
O zamanlar okuduğum bir kitapta korkularımız üzerine rüyaya yatarak, onları şifalandırabileceğimiz yazıyordu. Ben de tüm korkularımı bir kağıda yazıp, her gece o korkumun sebebini ögrenmek ve sonrasında da şifalandırabilmek için niyet ediyordum. Ve o yazımda da paylaştığım gibi, hayatımda en ilginç rüyaları gördüğüm bir dönem oldu.

O günlerde kendime küçük bir rüya günlüğü edinmiştim ve her gece gördüğüm rüyaları içine not ediyordum. Ve bunu zamanla alışkanlık haline getirdim. Her rüyamı yazmasam da, önemli olduklarını ve aslında bana bir mesaj vermek istediklerini hissettiğim rüyalarımı hala yazıyorum oraya.

Rüya günlüğü tutmanın faydaları neler? 

Faydaların başında, size başlangıç aşamasında anlamsız gelen bir çok rüyanızı, üzerinden zaman geçtikçe şifrelerini çözebilecek duruma geliyor oluşunuz var.
Bunun için canım sıkıldığında tıpkı bir roman okur gibi, elime rüya günlüğümü alıyor ve okuyorum. Gördüğümü unuttuğum o kadar çok rüya oluyor ki, şaşırıyorum. Ve genelde rüyanın üzerinden aylar hatta yıllar geçmiş olması nedeniyle, rüyanın başta sembolik olan anlatımı gerçekleşmiş oluyor ve böylelikle daha kolay yorumlayabiliyorum.

Zamanla beni gerçek hayatımda meşgul eden birçok olayı rüyalarda çözebildiğimi farkettim.
Yani rüya alemi kendinizi şifalandırabilmeniz için ve üzerinze gelecek olan olumsuz şeyleri önceden görüp, önlem alabilmeniz için çok güzel bir armağan insanoğluna.

Gece yatmadan önce dua ederek niyet etmenin önemi: 

İnsanın 3 çeşit rüya gördüğü kabul ediliyor. Bunlar rahmani, şeytani ve bilinçaltı rüyaları olarak adlandırılıyor.
Rüya günlüğünüze yazmaya unutmamanız gereken rüyalar rahmani olanlar. Burada rahmani ile şeytani rüyaları birbirinden ayırtetmekte zorlanabilirsiniz. Başlangıç için tüm rüyalarınızı yazmanız aralarındaki farkı anlayabilmeniz için yardımcı olacaktır. Rahmani rüyalarda korku ve endişe duyguları yoktur. Teslimiyet ve huzur ön plandadır.
Şeytani rüyalar ise olumsuzluk yüklü olurlar ve kişiye vesvese vermekten ve korku yüklemekten başka birşey yapmazlar. Mesela sevdiğiniz birinin hastalığı ile korkutulursunuz veya eşinizin sizi aldattığını görürsünüz. Tüm buna benzer rüyalar bizi aslında uyarmazlar, daha çok zaptetmeye çalışırlar. Korkumuzdan beslenmek isteyen varlıklardır genellikle bunları gösterenler.
Şeytani rüyalardan kurtulabilmenin en güzel yolu rüyada bilinçli olmaktır. Bunu başarmak başlangıçta zor gibi gözükse de belirli tekniklerle zamanla başarılabilinir. Rüya görürken, bedenizin aslında yatakta yattığını ve size hiçbir şey olamayacağını bilirseniz, korkusuzca içinizdeki şeytanlarla savaşabilir, korkularınızı yenebilir, hatta musallat gibi olaylardan kendinizi kurtarabilirsiniz. Bunun için gece yatmadan önce niyet etmelisiniz. Hatta dua ettikten sonra ruhumu bilgelik okuluna gönderiyorum ve şunu ... şunu ... ögrenmesini veya çözmesini, şifalandırmasını istiyorum, diyebilirsiniz. Bunu her türlü konuda yapın. Çünkü niyet etmek iradeyi kullanmaktır.

Son verdiğim örnekle ilgili hepimizin şıkça yaşadığı kendi rüya deneyimlerimden bahsetmek istiyorum.
Rüyalarımda arada sırada evimin kapısına gelen birilerini görüyorum. Bu genellikle çok uzun boylu siyah cübbeli bir varlık oluyor. Bazen elinde bir bıçak taşıyabiliyor. Bazen ise normal bir insan kılığında görüyorum.
Çocukken çok korktuğum ve uyandığım bu rüya büyüdükçe ve rüyalarımı biraz da olsa kontrol edebilmeye başladıktan sonra değişmeye başladı.
Gerçek hayatta kendimi karıncaya dahi zarar vermeyen biri olarak tanımlarım ama buna benzer rüyalarda içimden, rüyamın içinde dahi kendime şaştığım bir güç çıkıyor ortaya ve kapıya gelen bu varlığı hamlesini yapmadan yakalıyor ve gerçek hayatta hiçbir sekilde gösteremeyeceğim bir cesaretle bıçaklıyor, boğazlıyor veya gözünü oyabiliyorum.

Başta neden buna benzer rüyaları gördügümü anlayamıyordum ama sonra Renan Seçkin'in görüş dışı kitabını okurken cevabını kendimce keşfedebildim.
Ev, haneyi, mahremiyeti ve ruhumu simgeliyordu. Kapıya gelen varlığı ise musallat olmaya çalışan biri olarak yorumlayabiliyorum.
Keza aynı şekilde rüyada gecenin bir vakti açık gördüğüm kapı ve evde birisi varmış hissi, bana kendimi korumam, hatta astral planda tehdit altında olduğumu gösteriyor. Bir kaç kere buna benzer rüyanın ardından karabasan deneyimi de yasadığım oldu. Birisi tüm gücüyle ruhumu bedenimden ayırmak istercesine savaş verdi. Neyseki rüyada dahi besmele çekmek bu gibi varlıkların güçlerini tamamıyla yok ediyor.
Rüyanızda bilinçli olmanız, istediğiniz zaman kendinizi uyandırmanız veya dua edebilmeniz size bu gibi durumlarda çok büyük bir fayda. Bu yüzden bu yeteneğinizi geliştirmeye çalışın.

Görüş dışı kitabında rüya kapılarından behsedilmiş ve yazar tıpkı bu dünyada nasıl yürümeyi, konuşmayı öğrendiğimiz gibi, astral boyutta da belirli şeyleri kendi başımıza öğrenmemiz gerektiğinden bahsediyor. Bu ögrenim genellikle ilahi varlıklar aracılığıyla gelişirmiş. Bu yüzden bazı rüyalar, ki ben bunları rahmani olarak adlandırıyorum, inisiye eden, yani kişiyi enerjisel olarak hazırlayan rüyalarmış.

Rüyalarınızda kiminle veya neyle beden teması kurduğunuzu ve bu temasın size neler hissettirdiğine önem verin. Çünkü bedensel temas ile inisiye edildiğimiz rüyalarımız oluyor. Bu tür rüyaları kesinlikle rüya günlüğünüze yazın çünkü genelde bu tür rüyalardan sonra gerçek hayatınızda da değişimler deneyimlemeye başlıyorsunuz.

Mesela bir kaç sene önce kendimi doğada bir masada otururken, gökyüzünde yüzüme tıpkı Ay'a benzer, Jüpiter'in vurduğunu görüyorum. Yanında bir bilgeye benzer tanımadığım bir kadın var. Bana avuçlarımı açtırıyor ve söylediği ilahi eşliğinde mercana benzer turuncu küçük taşlar koyuyor. O taşların enerjisi bana o kadar fazla geliyor ki, bayılacakmış gibi oluyorum. Bilge beni hemen kollarımdan tutuyor ve kaldırıyor. Seni koruyan bir taşın yok mu? diye soruyor. Rüyanın yoğunluğuna dayanamadığım için bu aşamadan sonra uyanıyorum. Ve doğal taş yolculuğum gerçek hayatta bu rüyamdan sonra başlıyor. Her yerde rüyamdaki o taşları aradım ve arıyorum ama henüz bulamadım. Tuhaf bir şekilde sanki o rüya bende bir kanal açtı gibi hissediyorum. Bu rüyadan sonra belirli taşları rüyamda gördüğüm, sonrada gidip mısır çarşısında onları aradığım çok oldu. Ama doğal taşları bir başka blog yazısını bırakmak istiyorum.

Son olarak bilinçaltı rüyalarına değinip yazımı sonlandıracağım.
Bu rüyaları ayırtetmek aslında çok kolaydır. Gün içerisinde çözmek istediğiniz basit konuları rüyanızda çözersiniz. Bu rüyalar genellikle anlamsızdır ve yazılmaya değmez.
Bilinçaltı rüyasına bir örnek vermek gerekirse, mesela akşam yatmadan önce tuvalete gitmezseniz, bütün gece boyunca bir tuvalet arar durursunuz. :)

Rüyalar mahremdir, tıpkı haritamızdaki 12. evimiz gibi. Onları gerçekten yorumlamak istiyorsanız, rüya tabirlerinden vazgeçin ve kendinize bir rüya günlüğü edinin derim. Bir başkası sizi sizden daha iyi tanıyamaz. Bu yüzden rüya tabirleri belki belirli sembollerin yorumunda yardımcı olsa da, rüyanızı tam manasıyla yorumlayamaz. Bu sizin yeteğiniz ve onu geliştirmelisiniz. Çünkü bunu bir kere başardıktan sonra, gerçek hayatınızda size sorun teşkil eden herşeyi, astral alemde çözebilirsiniz.

Not: Ben bu yazımda bir kaç rüyamı anlatmış olsam da, siz siz olun ve rüyalarınızı kendinize saklayın. Çünkü bazılarının manaları büyüktür ve nazar deninen bir şey vardır. Ondan korunmanız için, içinizi sadece bir kağıt parçasına dökün.

Ruhsal Uyanış - Kendi Hikayem


Küçüklüğümden beri mistik şeylere hep bir merakım vardı. Dışarıdaki dünya beni korkutuyordu, içimdeki dünya ise, kuvvetli bir mıknatıs misali beni içime davet ediyordu. 
Babam'ın, "herkes bu dünyaya belirli bir misyonla gelir, senin de bir görevin var", söylemleriyle büyüdüm. 
Hep merak ederdim.. Kimsin sen ve hangi görevle geldin? 

Her birimiz özel yaratılmıştık. Hiç birimiz birbirimize benzemiyorduk ve hepimizin kendine has bir misyonu vardı, ömrü boyunca gerçekleştirmesi gereken. 
Bu misyonumuzu, doğmak istediğimiz ailemizi, sonradan hayatımıza girecek olan insanları ve olayları, Yaratıcımızla birlikte seçtiğimize inanıyorum. Dünyaya geldikten sonra tüm bunları unutuyoruz ve kendimizi bu hayat macerasına kaptırıyoruz. Oysa sezgilerimiz bize görevimizi daima kulağımıza fısıldamaya devam ediyor. Ama biz onu genellikle bastırıyor, görmezden geliyoruz. Aslında biz hiçbir zaman için yeni bir şey öğrenmiyoruz. Sadece hatırlıyoruz. 
Bu yüzden bazı insanlar veya mekanlar tuhaf şekilde tanıdık gelir insana. İlk defa görüyoruzdur, biliriz, oysa tuhaf bir şekilde içimiz hatırlar. Eğer sezgilerinizi dinleyen bir insansanız, bu tür anların farkına çok varırsınız. 

~ Yere girmeden, göğe çıkılmaz ~

Ruhsal yolculuk genellikle ruhun karanlık yolculuğuyla başlar. 
Benim karanlık yıllarım 13-14 yaş civarında başladı. Aslında sorunsuz ve güzel bir ergenlik geçiriyordum. Ama kaderin planları farklıydı. :)
Herkes bu karanlık gecelerini farklı şekillerde deneyimler. Ben ailem aracılığıyla ve hastalık sorunlarıyla deneyimlemek zorunda kaldım. Okul hayatım da çok kolay geçmemişti o zamana kadar. Hep bir zorluk, hep bir engel, hep bir moral bozukluğuydu benim için. 
Eğitim hayatım boyunca kendimi bir hapishanedeymişim gibi hissettiğimi, üniversiteden mezun olduktan sonra anlayacaktım. 

Bir yılbaşı gecesiydi bir dua ettim. 
Ya bu doğduğum topraklardan beni uzaklaştır ya da bu senem ömrümüm son senesi olsun diye yalvardım. Yaptığım şey çok yanlış bir şeydi. Ama daha 16 yaşındayken, bazı şeyleri kaldırabilecek kuvvete sahip olmuyor insan. 
Yıl 2010'du ve o senenin yazında benim için bir mucize gerçekleşti. Temelli olarak Türkiye'ye dönüş yaptık. Başlı başına bir travmaya sebep olabilecek olan bu olay, benim için kurtuluşa sebep olan bir mucize gibiydi. 
Tüm kötü anılardan kurtulabilmenin ve duamın kabulünün huzuru içerisindeydim. Tuhaf bir şekilde sıfırdan, yepyeni bir sayfa açmanın zorluğundan korkmuyordum. Sadece kaçmak istiyordum tüm yaşanılandan, geçmişten. 

Ruhun karanlık gecesinin ilk aşamalarından ve zorluklarından biri budur. Hayat artık öyle bir tıkanır ki, alışkın olduğunuz evinizden, çevrenizden, işiniz veya okulunuzdan, sevdiklerinizden kopmanın zamanı gelir. Bazen bu ayrılıklar ömürlüktür, bazen ise kişi sadece bir müdettliğine her şeyden uzaklaşma isteğinde olur. 
Bana farklı bir yere taşınmak yetmeyecekti, ülke değiştirmem gerekti. Zaten kaderimde öyle yazılmıştı. 

İstanbul'da tüm her şeyden kurtulduğunu zanneden ben, bu sefer korkularıyla yüzleşmek zorunda bırakılacaktı. Sağlık sorunlarım başladı. Teslimiyete direniyordum, Allah'a güvenmiyordum. Etrafımda olup bitenleri kontrol etmeye çalışıyordum. 
İçsel olarak kendimi yerlerde hissediyordum. Yaşım 18'di ve hayat beni arkamdan öyle bir ittirmişti ki, uzun bir müddet yerlerde süründüm. 
Lise 3'e giderken başlayan korku hallerim artık lise 4'e geldiğimde bedenimi de etkilemeye başlamıştı. Kendimi inanılmaz yorgun hissediyordum, gözlerimi açamıyordum. Okulda arkadaşlarım bişey mi kullanıyorsun, niye böylesin, diye sormaya başlamışlardı. 

Bu dönemi ne kadar çok dirençle karşılarsak, o kadar ağır geçiririz. Ve ben içimdeki kopan fırtınaları içimde yaşamaya çalışıyordum. Ama fırtınanın batırdığı her bir yelkenliyle, dıştan can kaybına uğradığım anlaşılıyordu. Karnımdan yukarıya yükselen, boğazımı düğümleyen, ardından beynime varan ve bana her an düşüp bayılacakmışım hissi yaşatan tuhaf halleri deneyimliyordum. Hayat artık sadece karanlıktan ibaretti benim için ve korkudan. Yaşamın da hiç bir anlamı kalmamıştı. Çünkü gelecekte sadece kötü günlerin beni beklediğine dair inancım tamdı. 

~ Karanlığın ardında görünen mum ışığı ~

Şimdi geriye dönüp baktığımda, o kadar da karanlık değilmişti yaşadıklarım diyebiliyorum. Ama o yıllarımda bunu nerden bilebilirdim?
O yaz Eckhart Tolle'nin 'Şimdi'nin gücü' kitabı düştü elime. O kadar tuhaf bir ruh halindeydim ki, okurken beynimde ampuller yanıyordu sanki. 
Kimdim ben? 
Kimdi bu içimde konuşan ben? 
Yoksa o ben değil miydim gerçekten? 
Kimdi karanlıktan beslenen? 
Ben mi? Hayır! 
Peki ya ben değilsem, o kimdi?

Üniversite yıllarım benim inzivaya çekildiğim yıllarım oldu. Hira'm odam olmuştu. Derslere gidip geliyordu bedenim, ama ruhum uzaklarda bir yerde görmeye başladığı mum ışığının peşine düşmüştü. Eve geliyor ve kitapların içine gömülüyordum. 
Etrafımdan, bana iyi gelmeyen her şeyi ve herkesi uzaklaştırdım. Dıştan yapayalnız olmam beni korkutmuyordu, içten zaten yalnızdım. 
Dışarıda güvenebileceğim kimsenin olmadığını görünce, yalnız başına mücadele etmenin, içimde ufak bir savaşçıyı uyandırdığını fark ettim. Kimseye ihtiyacım yoktu ki benim! 
İlk defa gücün dışarıdan değil, içten geldiğini deneyimlemeye başlamıştım. Artık düştüğüm yerden tek başına kalkabileceğimin farkındaydım. 

Bu dönem boyunca içimdeki gücü keşfetmeme ve karanlığı aydınlatmaya yardımcı olan bir çok kitap oldu.
"Şimdi'nin gücü, Var olmanın gücü, Sevgiye dönüş, Mirdad'ın kitabı, Meleklerle ilgili bir çok kitap, Osho'nun bir çok kitabı, Tasavvufla ilgili kitaplar ve tabii ki en çok, sahip olduğum sığ bilgiyle, anlamaya çalıştığım Kuran.

Ayrıca bolca dua ediyor, namaz ve meditasyonlara zaman ayırıyordum. Kubilay Aktaş'ın 21 gün boyunca telkin CD'sini dinledim. Korkularımı bir kağıda yazdım ve her gece birini şifalandırma niyetiyle rüyaya yattım. Hayatımda hiç bu kadar tuhaf rüyalar gördüğüm bir dönem olmadı. Bir çok geçmiş yaşamımı gördüm. Atlantis/Mu zamanından, antik çağdan, ortaçağdan kalma.. Kendime bir rüya kitabı edindim ve tüm rüyalarımı yazdım. Sadece geçmişi değil, rüya olup olmadığını bilmediğim çok güzel ilahi rüyalar da gördüm.
Sadece güzel şeyler olmuyordu.
Bir gün gecenin bir vakti uyandım. Beynimde bir sıcaklık vardı, bedenimde ise bir tuhaflık. Ardından şiddetli bir titreme başladı. Bütün vücudumu sardı. Dışarıdan gören epilepsi nöbeti gibi bişey geçirdiğimi düşünebilirdi. Her yerim titriyordu ama bu üşüme gibi bir şey değildi. Bir iç titremeydi sadece.
Tuhaf bir şekilde korkmadım. Sanki geçeceğini biliyordum. İzin verdim bedenime ve o tuhaf enerjinin istediğini yapmasına. Bir müddet sürdü ve sonra kendiliğinden kayboldu. Uyuya kaldım. Ertesi sabah şekerim düştü herhalde diye düşündüm, üstünde daha fazla durmadım.
Ama buna benzer bir titreme kendisini yaklaşık bir sene sonra tekrarlayacaktı. Şimdiye kadar başıma bu tür titremeler sadece iki kere geldi. İkisi de geceydi. Hiç birini ciddiye almadım, sonradan diğer insanların uyanış hikayelerini dinledikçe, bu titremelere sebep olanın, açığa çıkmaya hazırlanan kundalini enerjisi olduğunu anladım.
Deneyimlediğim bir başka tuhaf olay ise, bir gün her şey normalken, bedenimin alt bölgelerinden yukarı doğru yükselen tuhaf bir hisle birlikte, bilincimi kaybedip, yere düşmemdi. Her şey bir iki dakika içerisinde oldu. İlk tuhaflığı 2. çakramın olduğu yerde hissettim, daha sonra 3. çakramda ve sonrasında her şey çok çabuk gerçekleşti. Tek hatırladığım şey gözlerimin kararmasıydı. Ne olduğunu tam olarak tanımlayamıyorum, çünkü hala ne olduğunu bilmiyorum. Sadece bir süre sonra bilincim yerine gelmişti. Etrafımdaki insanların boğuk da olsa, seslerini duyabiliyordum. ama gözlerimi açamıyordum. Sanki gözlerim içeriden açılmıştı. Beynimin içini görebiliyormuşum gibi bir histi. Karanlık bir tünel gibiydi, morumsu ve beyazımsı ışıklar vardı. Bu görüntü yaklaşık bir 5 saniye kadar sürdü, sonradan gözlerimi açabildim ve kendime geldim. Sadece ensem ve beynimde, hatta alnımda, içten ateş yanıyormuşcasına bir his, daha bir kaç saat devam etti.

Bu olaylarla birlikte bazen hala hissettiğim bir iç titreme, (çok hafif, dışarıdan belli dahi olmuyor) ve sırtımda, omurgam boyunca yanma hissi oluyor.
Bu süreç içinde bedenimize izin vermemiz çok önemli.
Çakralar açıldıktan sonra, eğer bedende hala blokajlar varsa, kişi için sıkıntılı olabiliyor. Etrafımı her ne kadar temiz tutmaya çalışsam da, bu dönemde karabasan olaylarını da deneyimlemek zorunda kaldım. Hatta bir gece 3 kere arka arkaya oldu. Bir kere daha maruz kalmamak için, güneşin doğuşuna kadar, gözümden uyku akmasına rağmen, uyumadım.
Karabasanlara karşı en güzel çözüm, başınızın ucunda bir duanın asılı olması. Benim hem duam, hem muskam var. Huzur içinde uyuyorum.

 Tüm bunlardan sonra hayatımda neler değişti?

Aklınızın almadığı, anlamlandıramadığı ama sezgilerinizin ve kalbinizin hissedebildiği bir kapı açılıyor sanki hayatınızda. Gerçekler bulanıklaşıyor. İlahi olanın enerjisini hissediyorsunuz her an her yerde, herkesde.. Artık gözlerimi kapattığım anda, bir göz görebiliyorum. Eskiden göremiyordum. Bunu görebilenin 3. gözünün açıldığı söyleniyor.
Bu eğer doğruysa, zannettiğim kadar da korkunç bir şey değilmiş. 3. göz açılmaya başladı diye etrafınızda şeytan veya cinleri görmeye başlamıyorsunuz. Sadece uyku ile uyanma arasında etrafınızdakilerin farkına varabiliyorsunuz. Eğer bulunduğunuz ortamda olumsuz enerjiler varsa, hissediyorsunuz. Dolayısıyla belirli şeylerden ve ortamlardan uzak durmak zorunda kalıyorsunuz. Mesela alkol içen kişinin enerjisi beni korkunç bir şekilde etkiliyor.
Popüler kültürün müzikleri, Rihanna'dan tut, Katy Perry'ye kadar.. artık hiç birini dinleyemiyorum. Dinlenen yerden uzaklaşmak zorunda kalıyorum. Nedenini bilmediğim ve bu yüzden kelimelerle anlatamadığım bir şey beni rahatsız ediyor bu parçalarda. Bu süreç içinde müzikten uzaklaşmak zorunda kaldım ve hala çok seçici davranıyorum.

Bir çok kişi bu dönemden geçerken vejeteryen oluyor. Ben olmadım, çünkü bunun çok doğru bir şey olduğunu düşünmüyorum. Ama tavuğu hayatımdan komple çıkarttım, eti çok nadir yiyorum. Ekmeğe, yani GDO'lu una karşı bedenim çok hassaslaştı. Hazır ve paketlenmiş nerdeyse hiçbir şeyi yemiyorum. Dışarıda da satılan şeylerden uzak duruyorum. Şeker ve tatlı gıdaların hiç birine ihtiyaç duymuyorum.
Genel olarak ise, mizacıma göre beslenmeye dikkat ediyorum.

Ruhsal olarak muazzam bir dönüşüm yaşıyor insan.
Birden ilahileşmiyorsun, ermişlerden de olmuyorsun. Hayatın normal bir şekilde devam ediyor. Sadece eskisinden daha çok huzur hissediyorsun. Hala kötü günlerin oluyor ama artık bunların Allah'tan geldiğini idrak ediyor ve kendini onun kollarına bırakıyorsun. Ne geçmiş, ne de gelecek, hepsi önemini yitiriyor. Sadece bu an'ın kıymetini bilmeyi öğreniyorsun. Bu gezegendeki şu yolculuğun ne kadar güzel olduğunu ve bunu deneyimleme şansınsa sahip olduğun için, ne kadar mutlu ve neşeyle dolman gerektiğini fark ediyorsun. Dünyana sevgiyle bakabiliyor, olumsuzlukları yargılamadan, oldukları gibi kabul ediyorsun. Çok daha geniş bir bakış açısı ediniyorsun. İnsanları ve hayvanları, dünyadaki var olan her şeyi daha çok sevmeye başlıyorsun. Sezgilerin ve 5 duyu ötesi yeteneklerin yavaşça uyanmaya başlıyor. Bu dönemde iç sesinizi sakın duymamazlıktan gelmeyin. Onu dinledikçe hayatınızda yepyeni kapılar açılacak. Şaşıracaksınız.
Tüm bunları deneyimlemeye başlayınca ister istemez herşeyin değişiyor. Arzuların, tutkuların, sevdiklerin ve genel olarak bütün çevren. Mesela televizyon bu dönemde hayatımdan çıktı. Maddi olan tüm arzular zihnimi terk etti. Korkunun ne olduğunu neredeyse unuttum diyebilirim.
Artık zamanımı çok daha değerli kullanıyorum. Çok daha sevgi ve enerji doluyum ve bunu çevremle paylaşıyorum.

...............................................................

Uyanış bir yolculuktur ve bir varış yoktur.
Bu yüzden ben bu yolculuğumun daha çok başındayım. Kendimi bilgelik okuluna daha yeni başlamış, küçük bir öğrenci gibi hissediyorum. Sınıf atladıkça neler öğreticek bana hocam olan Hayat, merak ediyorum. :)

Herkesin uyanış sırasında deneyimlediği şeyler farklı oluyor.
Bu yüzden siz de benimle kendi hikayenizi paylaşırsanız çok memnun olurum. Çünkü gerçekten çok merak ediyorum.
Önemli zamanlardan geçiyoruz ve bir çoğumuz bu tür olayları tek başına deneyimliyor ve bir anlam veremiyor. Ben de veremedim.
Bu tür şeyleri deneyimlerken doktora gitmek de hiç bir işe yaramıyor. Çünkü onlar hemen bunu depresyona bağlıyor ve sizi ilaçlara bağımlı yapıyorlar. Bunun sonucunda ortaya çıkmaya bekleyen özel yetenekler kaybolup gidiyor, kişi kendisini daha da kötü hissediyor.
Lütfen doğanıza uygun davranın. Hiç bir şeye bağımlı olmayın. Bedenizin de, ruhunuzun da tek ihtiyacı olan şey sevgi, depresyon ilacı değil. Ve bu sevgiyi bir başkasında aramayın. O sevgi Siz'siniz ve sadece siz kendinizi şifalandırabilirsiniz.

Sevgilerimle :)