Hastalık da bir şifadır
Şubat 27, 2019
Umre yolculuğumu tamamladım, kutsal topraklardan geri döndüm ve çok feci bir şekilde hastalandım. İlk önce boğazda bir kaşıntıyla başladı her şey, sonra bir ateş, ardından korkunç bir tıkanma ki, gözlerimden bile iltihap geldi ve sonrasında da gözlerimde kayma gerçekleşti.
Denir ki, ordan dönen tüm günahlarından arınır ve bebeklikteki masumluğuna geri döner. İşte bu arınma bende hastalık kanalıyla gerçekleşti.
Bu yüzden bu yazımda hem hastalıklardan hem de manevi sepeblerinden bahsetmek istiyorum. Çünkü çoğumuzun sandığı gibi hastalıklarımız bazen birer lanet değil, lütuftur.
Bazen merak edip soranlarınız oluyor neden danışmanlığımı yüzyüze değil de mail aracılığıyla yaptığıma dair. Manevi sebebini başka bir blog yazısında paylaşmıştım. Bir diğer sebebi ise önemli bir rahatsızlığımın olması. Çok nadir görülen bir kas rahatsızlığım var. O kadar nadir ki, doktorlar için çok ilgi çekici olabiliyorum. İlginç bir uzaylıymışım gibi birçok şeyi denemek, heycanla öğrencilerini yanlarına çağırıp onlara da göstermek istiyorlar. Zamanında bu tavırları beni çok derinden etkileyip sarsıyor ve kırıyordu. Sonuçta zaten hasta psikolojisine sahipsiniz yani gereğinden fazla hassas ve kırılgınsınız, sağlıklı bir insan gibi düşünemiyorsunuz. Bazen sadece öğrenciler de öğrenebilsin ve şahit olabilsinler diye işkencelere iki doz maruz bırakıldım. Ve tüm bu yaşadıklarım bana yetersizlik korkusunu armağan etti. Tipik bir Satürn-Güneş karesi. Hayatım boyunca beni en çok zorlayan açım.
Doktorum bana en son, kalbin atmaması gerekir, yürüyememen gerekir, nefes alamaman gerekir ama sen hepsini yinede yapabiliyorsun demişti. O zaman anladım ki, bu hastalığım sadece bir perde. Sadece bir korunma. Saf kalabilmem için belki de insan suresinin 18. ayetinde geçen ismime layık olabilmem için.
____________________________________
Küçükken manevi enerjisi temiz olmayan bir evde yaşadık. 3 yaşındaydım ve ateşliydim ve birden çığlık atmışım. Babam yanıma geldiğinde ellerimle yerleri gösterdiğimi ve görmemek için yorganın altına saklandığımı söylüyor. Bu anıya dair bende her şey silinik, hatırlayamayacağım kadar küçük bir yaş zaten.. Ama babama göre (ateşli olmamdan kaynaklı), diğer alemin varlıklarını gördüm ve korkuyla kaslarımda bir boşalma oldu. Sadece anlık bir his ve korkunun tetiklemesiyle.
Tıp bu tür şeyleri tabiki kabul etmiyor bu yüzden Almanya'da büyük sıkıntılar yaşadık.
Burdaki doktorlar daha anlayışlı olduklarından, kendi doktorum hastalığımın ilerlememesinin sebebinin bunun olabileceğini söyledi. Anlık korku kaslarda bir güçsüzlüğe sebep olmuştu. Bu etki ömür boyu kalacaktı ama en azından bir ilerleme olmayacaktı.
Hastalıkların manevi sebeplerini araştırdığınızda kas hastalıkların temel sebebinin korku ve kontrol kaynaklığı olduğunu buluruz.
Haritasında 29. derece Kova'da Satürn'ü bulunan birisi için ne kadar manidar korku ve kontrolün en büyük imtihan alanları olacağı. Kova burcu da hastalığın hangi alanda etkili olacağını gösteriyor. Sonuçta bu nörolojik bir rahatsızlık aynı zamanda.
İşte bu benim geçmişim. Çocukken hala tam olarak ne yaşadığımı bilmediğim bir travma geçirmişim. Sonrasında da hayatın yüklediği ufak tefek yükler var.
Umre'ye davet çıkınca, benim henüz yaşım genç, büyük günahlarımda yok, pişmanlıklarım da.. nasıl bir arınma yaşarım acaba diye çok merak etmiştim.
Gittim, gördüm, sevdim.
Aşk meğer buymuş diyebildim.
Hayatınızda bu dünyaya ait olmayan günler geçirmek istiyorsanız siz de niyet edin ve mistik bir davetiye bekleyin. O davetiye gelecek, benimki ilkinde geri çevrilmişti, ikincisinde çıktı. Çünkü gerçekten kelimelerin sığ kalıp asla anlatamayacağı derinlikte güzel şeyler yaşıyor insan orda.
Kocaman adamların hüngür hüngür ağlayışını gördüm mesela ve onların gözyaşları bana sevginin en masum en duru en saf halini öğretti. Kim diyor erkekler ağlamaz diye. Erkekler o kadar güzel ağlar ki, ve bu asla bir güçsüzlük göstergesi değildir.
Onları ağlarken gördüğümde, duygularını bu kadar derinden paylaşabildikleri için ve beni de bu kadar derinden etkileyebildikleri için ne kadar güçlü olduklarını hissettim. Bu çok güzel bir hismiş. Ruhların bu kadar derin bir sevgi boyutunda el ele tutuşabilmesi. Gönüllerin birleşmesi. Allah yolunda. Birlik ve teklik.. Bunlar çok özel hatıralar insanın şu garip dünya yolculuğuna.
Geriye döndüğünüzde bir hüzün kaplıyor içinizi. Ordaki deneyimlediğiniz manevi zengin deryadan kopuyorsunuz diye. Ve bu yüzden yitirmemek için bir çaba oluyor ister istemez ama çabaya rağmen başarılı da olamıyorunuz bir türlü. Çünkü döndükten sonra şeytanın imtihanları da şiddetlenmiş ve artmış oluyor. Yani ordaki günler döner dönmez içinizi ısıtan hatıralara dönüşüyor ve arınmanın devamı için ruh daha büyük imtihanlardan geçiriliyor.
Döndükten sonra bir müddet geçirdiğim hatalığın etkisiyle her gece Mekke ve Medine'yle uğraştım. Oranın insanlarıyla, oranın şahinleriyle, oranın enerjisiyle. Vizyon şeklinde görüntüler iniyordu gözümün önüne. İhramına sarınan bir adam beni kefenliyordu. Yeşil halıda namaz kılan annem bir anda izdihama yakalanıyordu vs. Her bir kare sıkıntı içeriyordu ve sanki onca sene bastırmış olduğum korkularımı su yüzeyine çıkarıyordu.
Kefenleyen adamla ölüm korkum, ölüm korkumun arkasında yatan yaşama korkum.
Özgürce uçan şahinlerle teslimiyet konusundaki korkularım. Herşeyi kontrol etmek isteyişimin altında yatan sebepler.
Peygamberimizin yanında yeşil halıda namaz kılan annemin görüntüsüyle birlikte birden küçüklüğümü hatırladım.
Küçükken yemek yemezdim annem de yemezsen bırakır giderim derdi. Bir keresinde gerçekten bahçeye çıkıp saklanmıştı. Onun babamla birlikte aradığımı hatırlıyorum.
Yemek yememen nazımdam değildi. Almanya'da doğduğumda iki aşının aynı anda yapılması alerjik bir reaksiyona sebep olmuştu. Yutamıyordum. Yutamadığım için de yemek yiyemiyordum. Ama annemde anne yüreği işte, yiyemiyorum diye türlü türlü çareler arıyordu. Nerde bilebilirdi ki kızının bilinçaltına terk edilme korkusunu nakış gibi işlediğini..
İşte yeşil halıda yaşadığımız izdiham ve hepimizin birden birbirinden kopuşu bende anksiyeteyi tetikledi. O korku daha derininde gizli olanı açığa çıkarttı ve ben hiçbir şekilde bilincinde olmadığım bir terk edilme korkumun varlığından haberdar oldum. Bu korkuyu o kadar güzel bastırmışım ve kamufle etmişim ki senelerce, yalnızlığı deli gibi arayışımda ve kimseyi yanıma yaklaştırmak istemeyişimin ardındaki en büyük sebebin bu korkum olduğunu idrak edebildim. Çünkü yalnız ve tekbaşına kendime yetebilirdim ve herkesten uzak durursam, yani sevginin en derinime yerleşmesine izin vermezsem, kimse beni terk edemezdi. Zihnim sorununa mantıklı bir çözüm bulduğunu zannetmişti senelerce. Beni sevmekten ve güvenmekten uzak tutarak.
İdrak şifa yolunun yarısıdır denir. Bilinçaltı sadece yaşattığı acıyla kapılarını bilince açar. Bir kere bilinçlendikten sonra artık irade devreye girer. Bundan sonrası kişinin kendi elindedir. Şifalanmanın anahtarını artık Allah kişinin eline teslim etmiştir. Kulunun zaman, azim, akıl ve sabır kavramlarını birleştirmesi gerektiğini izleyebilmek için geri çekilir.
Hastalık kötü. Çünkü hastalık zorluk ve eziyet çekmek demek.
Gözlerimin kaymasıyla birlikte büyük bir panik yaşadım ve tüm korkularımın belki de en büyüğünle yüzleştim. Yaşam korkusu!
Çoğumuz ölümden korktuğumuzu zannederiz oysa asıl korktuğumuz yaşamaktır. Ve hayat bizi hastalık aracılığıyla bu korkumuzla çok güzel bir şekilde yüzleştirir. Kıymet bilmeyi öğretir. Hem de her anın kıymetini.
Biz insanoğlu fazlasıyla nankör davranıyoruz çoğu zaman. Şükürsüzüz ve minnet duymuyoruz. Oysa Allah o kadar cömert ki her konuda. O kadar fazla seviyor ki kullarını, her açıdan destek oluyor, yardımlarımıza koşuyor, sevgisiyle bizi ruhen doyuruyor. Aslında her birimiz ne kadar şanslıyız ama bunu unutuyoruz çoğu zaman. Hastalık hatırlatıyor. İşte bu yüzden hastalıklarımız aslında birer lütuf. Bizi özümüze döndüren bir vesile. Kötülük olarak görmemeliyiz çünkü her şerde bir hayır var.
Ben umre ziyareti sonrası zorlayıcı şeyler yaşadım ve bu zorluklar derin idraklara ve arınmalara vesile oldu. Bu yüzden iyiki yaşamışım diyebiliyorum.
Bu yazıyı yazarak hem işlediğimiz küçük şükürsüzlük günahlarımızı hatırlatmak istedim hem de Umre'nin ne kadar etkili olduğunu anlatmak istedim.
Hocamız bize yolculuktayken 'bu sıradan bir gezi değil, biz geziye falan gitmiyoruz, ibadete gidiyoruz' demişti. Bu yüzden zannetmeyinki boş ellerle gidip boş ellerle dönebileceğinizi. Orda gerçekten Kabe'nin yakınında dururken ve tir tir titrerken DNA'nız da bir değişiklik olduğunu hissediyorsunuz. Bu ilk görüş bana o kadar ağır geldi ki, kalbimde kopan gümbürtüyü ve saniyeler boyunca süren teklemesini hayatım boyunca unutmayacağım.
Döndüğünüzde de sıradan hayatınıza istediğiniz kadar devam ettiğinizi zannedin. Şeytan imtihanlarıyla her köşede bekliyor ve hayat sizi bu imtihanlar aracılığıyla arınmaya davet ediyor.
Bunun her daim farkında olmanız ve hayırlara kullanabilmeniz dileğimle.
Ve unutmayın ki, her derdin var bir dermanı. Hastalıklarımızı da büyütmemeliyiz. Çünkü her hastalık şifasıyla birlikte gelir.
Hasta olup da içi daralanlar bu güzel kardeşimin sesini içlerine işletsinler.
2 yorum
Yazılarınızı çok severek okuyorum merakla bekliyorum. Allah razı olsun. Bu zamanda hastalık bazılarına ihsan-ı ilahidir. Size ihsan olmuş.
YanıtlaSilİnsanların bir çoğu yaşanmışlıklarına dair samimi ifadeleri kullanma cesaretini bulamazlar kendilerinde. Bu cesareti gösteren kişiler ise diğerleri için büyük bir şanstır. İnsanların yaşadıkları bazı şeylerde yalnız olmadıklarına şahitlik ederler.
YanıtlaSilNe mutlu o kimselere ki ışık olabiliyorlar!