EVDE DOĞUM

Haziran 04, 2023

 

Bir kadın hayatı boyunca birçok ölüm ve birçok doğum yaşar. Şüphesiz bu ölüm ve doğumun en yücesi kendi çocuğunu doğurmasıdır. Kızlıktan anneye geçişin inisiyasyonu olan çocuk doğurma süreci hem büyüleyici hem de kutsal bir süreçtir. Çünkü aslında bu insiyasyon kadına gerçek gücünü ve rahim esmasının kudretini hatırlatır. 

Ne yazık ki, günümüzde birçok kadın bunun ne anlama geldiğini bırakın bilmeyi, doğum süreci boyunca resmen doktorların tavırlarını tecavüze uğramış gibi hissederek hayatının en büyük travmalarından birini yaşıyor. Bu travmayla dünyaya doğan bebekler büyüdüklerinde sorunlu yetişkinlere dönüşüyor ve toplumsal huzurun bozulmasına katkı sağlıyorlar. Bu kısır döngüye son verebilmemiz için hem içimizdeki gücümüzü tekrardan hatırlamalı hem de atalarımızın doğumlarını tekrardan su yüzeyine çıkartmalıyız. Çünkü her kadın kendi doğumundan annesinin, ninesinin ve 7 kuşak atasından devraldığı travmayı ve acıyı tekrardan yaşar. Oysa bu acıları yaşamama seçeneği de vardır. Bu yazımda bu seçeneği bilen ve seçen kadınlardan bahsetmek istiyorum.

Dudu'nun doğumu

Geçen sene Dudu kızım (kendisi bir kedidir) arka balkonumda 4 erkek doğurdu. Onun bu cesareti, tek başına bebeklerini doğuruşu, plasentasını yemesi ve sonra da gelip miyav bak ben anne oldum diyişi beni çok derinden etkiledi ve bana daha önce okuduğum kediler üzerinde yapılan bir deneyi hatırlattı. Bu deneyde hamile kedilerin hastane ortamına benzer steril bir yere alınıp, beyaz ışık altında, doğum süreçlerine müdahale edilerek, nasıl strese girdikleri, doğum sürecinin nasıl aksadığı, hatta ölü doğumların nasıl arttığı ve doğum sonrası annenin bebekleri reddetmesine yol açtığı anlatılıyordu. Kısacası deney, hastane benzeri bir ortamın doğum sürecine ne kadar zarar verdiğini anlatıyordu. 

Bir kedi doğumu yaklaştığında kendine yalnız kalabileceği sessiz ve güvenilir bir ortam arar ve genelde insanların yanına bile yaklaşmasını istemez. Doğumu tamamıyla iç güdülerinin yönlendirmesine izin verir. Dudu'nun doğumuna şahit olmak bana insanoğlunun doğumunun günümüzde ne kadar doğal olandan kopuk olduğunu idrak ettirdi. 

Acısız doğum

Doğayla barışık yaşayan kabilelerin kadınları doğumlarını 1-2 saat içerisinde, hiçbir şekilde acı çekmeden gerçekleştirirler. Bu kadınlar %90 oranında bebeklerini doğada veya kendi evlerinde dizlerinin üzerine çökmüş ve ayakta iken doğururlar. Bize filimlerde gösterildiği veya hastanelerde söylendiği gibi yatarak asla doğurmazlar. Çünkü yatarak doğum yapmak bütün süreci zorlaştırmaktadır. 

Belki de bu satırlarımı okurken içinizdeki bir ses 'hiç acısız doğum olur mu' diyor olabilir. Ama evet acısız doğum normal doğumdur çünkü her doğum aslında sadece bir orgazmdır. Orgazm sırasında kan rahime akar, tıpkı doğum sırasında da aktığı gibi. Cinselliği yaşamaya hazır olmadığınız bir anı hatırlayın ve hissettiğiniz duyguyu. Korkudur bu duygunun adı. Bu duygunun rahminize ne yaptığını hatırlayın. Kasılıp, ağrı hissetmenize neden olur. İşte doğum sırasında hissedilen korku da aynı şeye neden olur. Beden bütün bilgeliği ile kanı rahme yönlendirirken, bilinçaltınızda hissettiğiniz korku kanın rahim bölgesinden çekilmesine neden olur. Çekilen kanla birlikte bölgeye hakim olan korku kasılmalara ve büyük bir acının hissedilmesine sebep olur. Batılı her modern kadın doğumunda bu süreci yaşar. Oysa Afika ve Latin Amerika ülkelerinin hala doğada yaşayan kabilelerine dönüp baktığımızda onların doğumlarının çok daha farklı olduğunu görürüz. Bu fark uçurum kadar büyüktür çünkü bu kadınlar doğum süreçleri boyunca bırakın acı çekmeyi, adeta haz yaşamaktadırlar. 

Hastane ortamında bu hazzı yaşamamıza engel olan bir takım şeyler vardır. Bunlardan biri beyaz ışık, sürekli açılıp kapanan ve yabancı doktor ya da hemşirelerin odaya girişi, doğum anında rahmin kesilmesi ya da en vahimi çocuğun vakumla çekilmesi veya son anda karar verilen sezeryanlardır. Tüm bu uygulamalar tüm bu kutsal sürecin travma hatta adeta tecavüz gibi hissedilmesine neden olur. Hem de sadece anne için değil, bebek ve hiçbir şekilde farkında olmasa da, eş için de bu büyük bir doğum travmasıdır ve ilerleyen zamanlarda bütün aile yapısını çekirdekten zedelemeye başlar. 

Minik günahlarımız 

Yaklaşık olarak 3 ay içinde ruh artık anne karnındaki yaşamına başlar. Ama aslında her ruh anne ve babayla birlikte yaşamaya bundan çok daha önce başlamaktadır. Astral boyutta ruh kader planını belirledikten sonra bu plana en uygun gökyüzünü beklerken bir yandan da anne ve babayla dünya boyutunda zaman geçirmeye başlar. Aslında bütün herşey bu an itibariyle başlamaktadır. Ama işte tam da bu anla birlikte ve özellikle de hamile kaldındıktan sonra toplumun bize dayattığı minik günahları işlemeye ve büyüleyici, kutsal sürece zarar vermeye başlarız. Bu minik günahların ilki doktora koşmak ve ultrason sürecidir.

Ultrasonun bebeğe zarar verdiğini bilmemiz gerekir. Doğumdan sonra bebeğin hemen anneden alınarak tartılması ve çeşitli aşıları olması da normal değidir. Tüm bu uygulamalar travmalara ve ciddi psikolojik sorunlara neden olur. Bazı doktorlardan bundan sonra bütün çocukluk aşılarının MRNA aşıları olacağını duydum. Umarım bu asla olmaz çünkü bu aşıların yan etkierini birçok bebek kaldıramayacak. Bu yüzden lütfen çocuğunuz elinizden alındıktan sonra ona ne gibi uygulamaların yapıldığına emin olun. Bahsetmiş olduğum doğa kabilelerinde erken doğumlara, bebek ölümlerine ve sarılık gibi doğum sonrası oluşan hastalıklara neredeyse hiç rastlanmamaktadır. Bunun nedenini sorgulamamız gerek. Günümüzde en korkunç bakterilerin hastane ortamlarında var olduklarına ve hastaneye yatan birçok insanın enfeksyondan öldüğünü biliyoruz. Böyle tehlikeli bir ortam bir bebeğin dünyaya gelişi için uygun bir ortam değildir. Ayrıca hastaneler adı üstünde hasta insanların gittiği yerlerdir. Oysa hamilelik bir hastalık değil, tamamen doğal bir süreçtir ve doğal bir akışa ihtiyaç duyar. Doktor veya ebe değil, annenin kendisi sezgileri aracılığıyla hangi pozisyonda durması gerektiğini, ne zaman ıkınması gerektiğini çok iyi hisseder. Rahim buna göre hal alır, genişler, annenin de bebeğin de bu süreci mükemmel bir şekide atlatabilmesi için her ikisini de destekler. Rahimi kesiklerle incitmek kadın bedeninde kortizol şokuna neden olur ve bu da sancıların azalmasına, yani doğum sürecinin uzamasını sebep olur. 

Hastane ortamında yapılan en büyük hatalardan bir diğeri de göbek bağının hemen kesilmesidir. Göbek bağının bebek için çok büyük bir önemi vardır ve hızlıca kesildiğinde bilinçaltına yetersizlik hissi yerleşir ve bir ömür boyu kalır. Lütfen bebeğinizle hemen bağınızın kesilmesine izin vermeyin. En az 1-2 saat boyunca isterseniz kendiliğinden kopana kadar birkaç gün boyunca aranızdaki bağın sembolü olarak var olmasına izin verin. 

Corona süreci büyük bir uyanışa neden oldu ve aşılarla ilgili gerçekler su yüzeyine çıktı. Artık birçok anne baba çocukları doğar doğmaz onları korumaya alıp, hiçbir çocukluk aşısını vurdurmuyorlar. Aşı olan çocuklarına kıyasla aşı olmayanların çok daha iyi geliştiğini ve daha sağlıklı olduklarını da söylüyorlar. Biliyorum şu an içinizdeki ses ya hastalanırlarsa diyor. Bu da yine korkunuzun sesi. Kadimler çocukluk döneminde geçirilen hastalıkların ruhun olgunluk sınavları olduğuna inanırdı. Doğada yaşayan kabileler hala bunun ne kadar doğru bir inanç olduğunu anlatırlar. Yani korkularınız yersiz. Ölüm tarihimiz belli olduğu için ha aşı olmuş ha olmamışsınız, hiçbir şeyi değiştirmez. Her hastalık bir lütuftur, bir inisiyasyondur. Çocukken geçirdiğimiz her hastalık bağışıklığımızı kuvvetlendirir. Olduğumuz aşılar ise daha çok bağışıklığımızı çökertirler. 

Yazılarımda yapay rahim projelerinden sürekli bahsediyorum. Kadınların elinden doğurganlıkları çalınmak isteniyor. Çünkü bu projeleri yönetenler kadınlardan bu gücü çalarak kendilerine bu gücü armağan edecek ve tanrı olduklarını ilan edecekler. 3. Dünya Savaşında yeni bir cephe daha açıldı. O da kadınların bedenleri, daha doğrusu rahimleri. 

Kova çağında doğan çocuklar çok nadir olacaklar. Hem nüfustaki hızlı azalma yüzünden hem de iki yıl önceki geçtiğimiz tıbbi soykırım yüzünden. Bu gerçek bir bilgi mi bilmiyorum ama bazı medyumlardan bebek ruhların aşısız anne ve babaların bedenleri aracılığıyla doğmak istediklerini ve çok az sayıda aşısız insan kaldığı için ruhların dünyaya doğmaktan vazgeçtiğini duydum. Zaten aşılılarda ya hamile kalamama ya da bebeği düşürme riskleri iyice artmaya başladı. Kısacası birçok insanın yaratımını ve işleyişini bozmayı başardılar. Bu yazıları uyuyanları uyandırmak için kaleme alıyorum ki, bedenlerimize daha fazla müdahale etme cüretini gösteremesinler. 

You Might Also Like

0 yorum

EVDE DOĞUM

 

Bir kadın hayatı boyunca birçok ölüm ve birçok doğum yaşar. Şüphesiz bu ölüm ve doğumun en yücesi kendi çocuğunu doğurmasıdır. Kızlıktan anneye geçişin inisiyasyonu olan çocuk doğurma süreci hem büyüleyici hem de kutsal bir süreçtir. Çünkü aslında bu insiyasyon kadına gerçek gücünü ve rahim esmasının kudretini hatırlatır. 

Ne yazık ki, günümüzde birçok kadın bunun ne anlama geldiğini bırakın bilmeyi, doğum süreci boyunca resmen doktorların tavırlarını tecavüze uğramış gibi hissederek hayatının en büyük travmalarından birini yaşıyor. Bu travmayla dünyaya doğan bebekler büyüdüklerinde sorunlu yetişkinlere dönüşüyor ve toplumsal huzurun bozulmasına katkı sağlıyorlar. Bu kısır döngüye son verebilmemiz için hem içimizdeki gücümüzü tekrardan hatırlamalı hem de atalarımızın doğumlarını tekrardan su yüzeyine çıkartmalıyız. Çünkü her kadın kendi doğumundan annesinin, ninesinin ve 7 kuşak atasından devraldığı travmayı ve acıyı tekrardan yaşar. Oysa bu acıları yaşamama seçeneği de vardır. Bu yazımda bu seçeneği bilen ve seçen kadınlardan bahsetmek istiyorum.

Dudu'nun doğumu

Geçen sene Dudu kızım (kendisi bir kedidir) arka balkonumda 4 erkek doğurdu. Onun bu cesareti, tek başına bebeklerini doğuruşu, plasentasını yemesi ve sonra da gelip miyav bak ben anne oldum diyişi beni çok derinden etkiledi ve bana daha önce okuduğum kediler üzerinde yapılan bir deneyi hatırlattı. Bu deneyde hamile kedilerin hastane ortamına benzer steril bir yere alınıp, beyaz ışık altında, doğum süreçlerine müdahale edilerek, nasıl strese girdikleri, doğum sürecinin nasıl aksadığı, hatta ölü doğumların nasıl arttığı ve doğum sonrası annenin bebekleri reddetmesine yol açtığı anlatılıyordu. Kısacası deney, hastane benzeri bir ortamın doğum sürecine ne kadar zarar verdiğini anlatıyordu. 

Bir kedi doğumu yaklaştığında kendine yalnız kalabileceği sessiz ve güvenilir bir ortam arar ve genelde insanların yanına bile yaklaşmasını istemez. Doğumu tamamıyla iç güdülerinin yönlendirmesine izin verir. Dudu'nun doğumuna şahit olmak bana insanoğlunun doğumunun günümüzde ne kadar doğal olandan kopuk olduğunu idrak ettirdi. 

Acısız doğum

Doğayla barışık yaşayan kabilelerin kadınları doğumlarını 1-2 saat içerisinde, hiçbir şekilde acı çekmeden gerçekleştirirler. Bu kadınlar %90 oranında bebeklerini doğada veya kendi evlerinde dizlerinin üzerine çökmüş ve ayakta iken doğururlar. Bize filimlerde gösterildiği veya hastanelerde söylendiği gibi yatarak asla doğurmazlar. Çünkü yatarak doğum yapmak bütün süreci zorlaştırmaktadır. 

Belki de bu satırlarımı okurken içinizdeki bir ses 'hiç acısız doğum olur mu' diyor olabilir. Ama evet acısız doğum normal doğumdur çünkü her doğum aslında sadece bir orgazmdır. Orgazm sırasında kan rahime akar, tıpkı doğum sırasında da aktığı gibi. Cinselliği yaşamaya hazır olmadığınız bir anı hatırlayın ve hissettiğiniz duyguyu. Korkudur bu duygunun adı. Bu duygunun rahminize ne yaptığını hatırlayın. Kasılıp, ağrı hissetmenize neden olur. İşte doğum sırasında hissedilen korku da aynı şeye neden olur. Beden bütün bilgeliği ile kanı rahme yönlendirirken, bilinçaltınızda hissettiğiniz korku kanın rahim bölgesinden çekilmesine neden olur. Çekilen kanla birlikte bölgeye hakim olan korku kasılmalara ve büyük bir acının hissedilmesine sebep olur. Batılı her modern kadın doğumunda bu süreci yaşar. Oysa Afika ve Latin Amerika ülkelerinin hala doğada yaşayan kabilelerine dönüp baktığımızda onların doğumlarının çok daha farklı olduğunu görürüz. Bu fark uçurum kadar büyüktür çünkü bu kadınlar doğum süreçleri boyunca bırakın acı çekmeyi, adeta haz yaşamaktadırlar. 

Hastane ortamında bu hazzı yaşamamıza engel olan bir takım şeyler vardır. Bunlardan biri beyaz ışık, sürekli açılıp kapanan ve yabancı doktor ya da hemşirelerin odaya girişi, doğum anında rahmin kesilmesi ya da en vahimi çocuğun vakumla çekilmesi veya son anda karar verilen sezeryanlardır. Tüm bu uygulamalar tüm bu kutsal sürecin travma hatta adeta tecavüz gibi hissedilmesine neden olur. Hem de sadece anne için değil, bebek ve hiçbir şekilde farkında olmasa da, eş için de bu büyük bir doğum travmasıdır ve ilerleyen zamanlarda bütün aile yapısını çekirdekten zedelemeye başlar. 

Minik günahlarımız 

Yaklaşık olarak 3 ay içinde ruh artık anne karnındaki yaşamına başlar. Ama aslında her ruh anne ve babayla birlikte yaşamaya bundan çok daha önce başlamaktadır. Astral boyutta ruh kader planını belirledikten sonra bu plana en uygun gökyüzünü beklerken bir yandan da anne ve babayla dünya boyutunda zaman geçirmeye başlar. Aslında bütün herşey bu an itibariyle başlamaktadır. Ama işte tam da bu anla birlikte ve özellikle de hamile kaldındıktan sonra toplumun bize dayattığı minik günahları işlemeye ve büyüleyici, kutsal sürece zarar vermeye başlarız. Bu minik günahların ilki doktora koşmak ve ultrason sürecidir.

Ultrasonun bebeğe zarar verdiğini bilmemiz gerekir. Doğumdan sonra bebeğin hemen anneden alınarak tartılması ve çeşitli aşıları olması da normal değidir. Tüm bu uygulamalar travmalara ve ciddi psikolojik sorunlara neden olur. Bazı doktorlardan bundan sonra bütün çocukluk aşılarının MRNA aşıları olacağını duydum. Umarım bu asla olmaz çünkü bu aşıların yan etkierini birçok bebek kaldıramayacak. Bu yüzden lütfen çocuğunuz elinizden alındıktan sonra ona ne gibi uygulamaların yapıldığına emin olun. Bahsetmiş olduğum doğa kabilelerinde erken doğumlara, bebek ölümlerine ve sarılık gibi doğum sonrası oluşan hastalıklara neredeyse hiç rastlanmamaktadır. Bunun nedenini sorgulamamız gerek. Günümüzde en korkunç bakterilerin hastane ortamlarında var olduklarına ve hastaneye yatan birçok insanın enfeksyondan öldüğünü biliyoruz. Böyle tehlikeli bir ortam bir bebeğin dünyaya gelişi için uygun bir ortam değildir. Ayrıca hastaneler adı üstünde hasta insanların gittiği yerlerdir. Oysa hamilelik bir hastalık değil, tamamen doğal bir süreçtir ve doğal bir akışa ihtiyaç duyar. Doktor veya ebe değil, annenin kendisi sezgileri aracılığıyla hangi pozisyonda durması gerektiğini, ne zaman ıkınması gerektiğini çok iyi hisseder. Rahim buna göre hal alır, genişler, annenin de bebeğin de bu süreci mükemmel bir şekide atlatabilmesi için her ikisini de destekler. Rahimi kesiklerle incitmek kadın bedeninde kortizol şokuna neden olur ve bu da sancıların azalmasına, yani doğum sürecinin uzamasını sebep olur. 

Hastane ortamında yapılan en büyük hatalardan bir diğeri de göbek bağının hemen kesilmesidir. Göbek bağının bebek için çok büyük bir önemi vardır ve hızlıca kesildiğinde bilinçaltına yetersizlik hissi yerleşir ve bir ömür boyu kalır. Lütfen bebeğinizle hemen bağınızın kesilmesine izin vermeyin. En az 1-2 saat boyunca isterseniz kendiliğinden kopana kadar birkaç gün boyunca aranızdaki bağın sembolü olarak var olmasına izin verin. 

Corona süreci büyük bir uyanışa neden oldu ve aşılarla ilgili gerçekler su yüzeyine çıktı. Artık birçok anne baba çocukları doğar doğmaz onları korumaya alıp, hiçbir çocukluk aşısını vurdurmuyorlar. Aşı olan çocuklarına kıyasla aşı olmayanların çok daha iyi geliştiğini ve daha sağlıklı olduklarını da söylüyorlar. Biliyorum şu an içinizdeki ses ya hastalanırlarsa diyor. Bu da yine korkunuzun sesi. Kadimler çocukluk döneminde geçirilen hastalıkların ruhun olgunluk sınavları olduğuna inanırdı. Doğada yaşayan kabileler hala bunun ne kadar doğru bir inanç olduğunu anlatırlar. Yani korkularınız yersiz. Ölüm tarihimiz belli olduğu için ha aşı olmuş ha olmamışsınız, hiçbir şeyi değiştirmez. Her hastalık bir lütuftur, bir inisiyasyondur. Çocukken geçirdiğimiz her hastalık bağışıklığımızı kuvvetlendirir. Olduğumuz aşılar ise daha çok bağışıklığımızı çökertirler. 

Yazılarımda yapay rahim projelerinden sürekli bahsediyorum. Kadınların elinden doğurganlıkları çalınmak isteniyor. Çünkü bu projeleri yönetenler kadınlardan bu gücü çalarak kendilerine bu gücü armağan edecek ve tanrı olduklarını ilan edecekler. 3. Dünya Savaşında yeni bir cephe daha açıldı. O da kadınların bedenleri, daha doğrusu rahimleri. 

Kova çağında doğan çocuklar çok nadir olacaklar. Hem nüfustaki hızlı azalma yüzünden hem de iki yıl önceki geçtiğimiz tıbbi soykırım yüzünden. Bu gerçek bir bilgi mi bilmiyorum ama bazı medyumlardan bebek ruhların aşısız anne ve babaların bedenleri aracılığıyla doğmak istediklerini ve çok az sayıda aşısız insan kaldığı için ruhların dünyaya doğmaktan vazgeçtiğini duydum. Zaten aşılılarda ya hamile kalamama ya da bebeği düşürme riskleri iyice artmaya başladı. Kısacası birçok insanın yaratımını ve işleyişini bozmayı başardılar. Bu yazıları uyuyanları uyandırmak için kaleme alıyorum ki, bedenlerimize daha fazla müdahale etme cüretini gösteremesinler.