MU'NUN ÇOCUKLARI - LEMURIALILAR

  • Share

GÜNEŞ PATLAMALARI, BÜYÜK RESET & İSA MEHDİ

  • Share

YARATILIŞ HİKAYEMİZ 4 SOY | 4 IRK & GÜNÜMÜZ

  • Share

KARA BÜYÜ AYİNİNE MARUZ KALMAK

  • Share

ATLANTİS'İN KARA BÜYÜCÜLERİ & TUFAN

  • Share

YARATILIŞ HİKAYEMİZ 4 | CİNLER

  • Share

UZAYLI İSTİLASI & GRİLER

  • Share

ZÜLKARNEYN, YECÜC MECÜC & KIYAMET ZAMANINDA YAŞAMAK

  • Share

YARATILIŞ HİKAYEMİZ 1 | YILANOĞULLARI ANUNNAKİLER

  • Share

YARATILIŞ HİKAYEMİZ 3 | ATLANTİS'İN MİRASI & GÜNÜMÜZ

  • Share
okültizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
okültizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

MU'NUN ÇOCUKLARI - LEMURIALILAR

 

Atlantis'in kara büyücüleri hakkında daha önce bir yazı paylaşmış ve Nuh tufanına neden olan kara büyücülerden bahsetmiştim. Bu yazımda çok daha uzak bir zamana dair size bir yolculuk yaptırıp, Atlantis uygarlığının başlangıcına neden olan Mu uygarlığının çöküşünden bahsetmek istiyorum. 

Mu yada bir diğer adıyla Lemuria dönemini aklınızda daha iyi canlandırabilmek için Avatar filmini hatırlayın. Mu döneminde hepimiz doğayla birdik. Bilinçlerimiz bile birdi. Anaerkil bir toplumduk yani dişil enerjinin etkisi altındaydık. Tanrıça rahibeler olarak adlandırabileceğimiz üst düzey yeteneklere sahip olan kadın bilgelerin yönlendirmeleriyle yaşıyorduk. Madde yerine manevi bir boyutta var olduğumuz için meleklerle ve çevremizdeki her şeyle telepatik iletişim halindeydik. Hepimiz birbirimize bağlıydık.


Ağaçlar bizim için çok önemli ve kutsaldı. Çapları dev olan ağaçlar ebeveynlerimiz gibiydi. Onların içinde yaşar, onların verdikleriyle bütün ihtiyaçlarımızı karşılardık. Kendi klanımıza ait olan ağaçla telepatik bir bağa sahiptik. Ağaç uykumuz geldiğini hissettiğinde bize yatak görevi olacak çiçeğini açar ve içine yattığımızde bizi sarmalayıp, diğer boyutlara yolculuğa çıkarırdı. Bu ağaçların boyları ve kökleri kilometrelerce uzun olduğu için hem göğün hem de yeraltının katmanlarında mistik yolculuklar yapabilmemizi sağlardı. Bu ağaçlar bizim için kutsaldı ve Analar olarak anılırlardı. Ana ağaçlar yılda bir kere özel kokulu beyaz bir çiçek açardı. Bu çiçeğin kokusu halüsinojen etkenlere sahip olduğu için bütün Lemuria'lıları transa sokar ve ilahi bilgileri edinmelerine yol açardı. Bu yüzden çiçek açma zamanı aynı zamanda büyük bir kutlama günüydü. (Bu gelenek bahar kutlamaları ve Paskalya bayramıyla günümüze kadar gelmiştir) Maalesef Mu'nun son dönemlerinde bu ağaçlar kesildi ve Lemuria'lılar üzerinde büyük bir acıya yol açtı. Bu kesilen ağaçların bazılarını günümüzde dağ veya dev kayalar olarak biliyoruz. 

Binlerce yıl bu güzel cennet ortamında yaşadı Mu halkı ama tekamül süreci için sonsuz cennet devam edemezdi. Güneşte ve gökte değişimler yaşanmaya başlanmıştı. Dünya'ya (Umay/Gaia) yeni kozmik enerji dalgaları çarpmaktaydı. Mu'nun insanları astral bedenlerine daha maddesel bir beden eklemek ve cinsel organlara kavuşmak zorundaydı ama bunu başaramayanlar oldu ve yarı insan yarı hayvan, yani canavara benzeyen varlıklar yaratıldı. 

Bizden önceki Ademoğulları bizim şu anki insan şeklimizden daha farklıydı. Mu halkının insanlarının sadece astral yani ruhsal bedenleri vardı ve bu beden ruhsal hissiyatlarına göre sürekli şekil değiştirebilen nitelikteydi. Anlatıma göre kafaları kartal, göğüsleri aslan, kalçaları boğa, alt tarafları ise yılan yani reptil şeklindeydi. (Burada 4 elemente ve Tarot kartlarındaki sembolizmaya atıfta bulunulmaktadır) Mesela günümüzde gönül gözü açık olan insanlar sinsi karakterdeki birini akrep formunda görebildikleri gibi, Lemuria'lılar da sürekli şekil değiştirebilmekteydi. Yani kim olduğun daima ruhunun görünümünden belliydi ama son döneme yaklaşıldığında Lemuria'lılara hayvani/vahşi özelliklerini geride bırakmaları emredildi. Bırakılan bu özler hayvanlar alemini oluşturacaktı. 

Mu'nun son zamanlarına doğru Ana tanrıçalar insanlara daha maddesel bir beden kazanabilmeleri için yardımcı olmaktaydı ama bu zannedildiği kadar kolay değildi. İnsanı maddesel boyuta indirebilmek için cinsel enerji büyük bir öneme sahipti ve Ana tanrıçalar çeşitli cinsel ritüeller aracılığıyla alt çakraların oluşumuna yol açıyor, mükemmel iki fatklı cinsiyetin oluşabilmesi ve yaşam enerjisininin cinsel organlarda köklenebilmesi için her iki cinse de yardımcı oluyordu. Rahmin ürettiği saf kutsal sular vardı ve Ana tanrıçalar ritüeller ile Atlantis döneminde insanlığa rehberlik edecek özel soy erkekleri doğurmakla görevliydi. Bu özel rahip kralların her biri tıpkı Meryem'in İsa'yı doğurduğu gibi, cinsel birliktelik yaşanmadan kutsal bir yolla doğmaktaydı. Yani Ana tanrıçaların ritüelleri kozmik enerjilerle alakalıydı ve günümüzdeki kadın ve erkeğin cinsel birleşmesinden çok daha farklıydı.  

Mu'nun son dönemlerine doğru bazı Ana tanrıçalar sahip oldukları cinsel gücü çok korkunç amaçlar için kullanmaya başladılar. Rahim enerjisi gök kapılarını açan bir portal yani boyut kapısıydı. Tekamül yolculuklarında ilerleyen Lemuria'lılar bu boyut kapılarından geçerek Atlantis döneminde yaşamaya hak kazanmaktaydılar ama bu boyut kapılarından geçemeyenler de vardı. Bu yüzden herkesin sahip olduğu büyü yapma, yani tezahür ettirme yeteneği bazı Mu tanrıçalarının sapkın cinsel büyülerine dönüşmüştü ve karanlık boyut kapılarının açılmasına neden oldu. Mu kıtasının batmasına az bir süre kala bu karanlık boyut kapısını Marsiyenler olarak bildiğimiz beyaz tenli bir ırk kullandı. Bu ırk, insan formunu almayı başaramayan dişil maymun formundaki varlıklarla nesillerini devam ettirmenin ve bir şekilde Atlantis'lilerin arasına karışmanın yıllar sonra bir yolunu bulacak ve günümüze kadar nesillerini devam ettirecekti. 

Aslında bize anlatılan insanın maymundan türediği olayı tam tersine gerçekleşmişti. Mu dönemi ruhsal bedenlerine eterik beden kazandıramayan ve vahşi yönlerinden kopamayan insanlar tekamül süreçlerinde geriledikleri için hayvana ya da canavara benzer bir form kazanmaya başlamışlardı ve tekamül yolculuklarına hayvansal bir boyutta devam etmek zorunda kalmışlardı. Mu kavmi en sonunda helak edildi ve bu varlıklar kıtayla birlikte yok oldular. Yani günümüz maymunlarıyla bir alakaları yok çünkü burada binlerce yıl öncesinden bahsediyoruz. 

Mu döneminde ayrı bir yazıyı hak eden çok önemli bir olay daha yaşadık. Dünya içinden bir Ay doğurdu ve tekamül sürecinde gerileyen enerjileri kendi içine hapsetti. Bu olay yecüc ve mecüc'e, cinlere ve Zülkarneyn'in çektiği set'e bağlanmakta ama yazıyı uzatmamak için burada noktayı koymak istiyorum. 

Kuran gibi kutsal metinler helak edilen kavimlerden bahsetmekte ve bu kavimlerin bizden çok daha üstün olduğunu da aktarmakta. Ayrıca cennetten düşüş hikayesi de Mu ve Atlantis döneminde yaşananların sembolik birer anlatımıdır. İlerleyen dönemlerde bu konuların yazılarını da yazmaya gayret edeceğim. 

Geçmişi ve cenetten düşüşümüzü hatırlarken bazı şeyleri anlamakta zorluk çekebiliriz. Bu yüzden yazılarımı birçok farklı konuya bölüp, kademe kademe yazmaya çalışıyorum. Bunu bir şekil inisiyasyon gibi düşünebilirsiniz. Bazı bilgiler size çok saçma gelebilir.. onları kabul etmek zorunda değilsiniz. Eskiden bu bilgiler belirli bir ruhsal mertebeye ulaşan insanlara gizem okullarında gizli, saklı şekilde verilirdi. Artık Kali Yuga çağından çıktığımız için gizem okullarının sırları her ruha verilmekte ki, geçmişini hatırlasın ve tekamülünde bir sonraki aşamanın ne olacağını bilsin. Bu konuda elimden geleni yapmaya çalışıyorum ve umarım bir şekilde yardımcı olabiliyorumdur. Benim sözlerime kör bir şekilde inanmak yerine izin verin kendi anılarınız canlansın. Yeni doğan birçok çocuk anne ve babalarına bu yazımda bahsetmiş olduğum ağaçların nerede olduğunu soruyor. Yeni gelen nesil hatırlayarak doğuyor. Onlarla birlikte biz de hatırlamalıyız ki, çocuklarımızla birlikte yeni bir boyuta, yani cennete geri dönüş yolculuğumuza hazırlanabilelim. 


GÜNEŞ PATLAMALARI, BÜYÜK RESET & İSA MEHDİ

 

Geçen haftalarda Karadeniz bölgemiz üzerinde Aurora Borealis yani kutup ışıkları gözlemlendi. Bu güzel doğa olayına birçok Avrupa ülkesi de şahitlik etti ve bazılarımıza bu kıyamet alametlerini hatırlattı. Çünkü bazı kehanetler kıyamet yani uyanış zamanında ateşler içerisinde yanan bir gökten bahseder. Birçok ülkeden gözlemlenen bu güzel görüntüye Güneş'teki patlama neden olmuştu ve bu patlamalar giderek çoğalacaktı. 

Gökteki olaylar & karanlık savaş

Bir önceki yazımda yeni dünya düzenini Slav ırkının kuracağından bahsetmiştim. Bu yüzden Rus medyasına daha fazla kulak vermeye başladım. Ruslar kadim bilgileri saklayarak ellerinde tutmayı başardılar. Şimdi ise yavaş yavaş batı dünyasıyla da bu bilgileri paylaşıyorlar. Bu bölümde bahsedeceklerim Gor Rassadin adlı Rus bir üstattan edindiğim bilgiler. 

Rassadin, Güneş sistemimize yaklaşmakta olan Nibiru gezegeninden dünya boyutuna çarpan karanlık bir enerjiden bahsetmekte. Bu enerjiyi içimizdeki öfke ve isyanı uyandıran, daha fazla çocuğun katledilmesine yol açan ve bize karşımızdaki insanı düşman olarak algılamamıza yol açan, adeta bizleri çıldırtıp delirten karanlık bir dalga, frekans gibi düşünün. Belki Nibiru ismi size yaratılış hikayemiz serisinden tanıdık gelmiştir. Nibiru gezegenin günümüzde marsiyenler olarak tanımladığımız Ari ırkın ana vatanlarından biri olduğu söylenir. Aramızda Atlantis döneminden kalma yüksek teknolojileri bilen bir grubun olduğunu biliyoruz. Bu grubun amacının Atlantis dönemi uzayda var olan bir uyduya şimdiki uyduları entegre etmek olduğu söyleniyor. Bu başarılırsa insanlık uzaydan kontrol edilmeye başlanacak hem de yapay bir tanrı tarafından ve Atlantis dönemi başarılamamış olan bu şeytani proje nihai hedefine ulaşacak. Özetle savaş sadece yeryüzünde Ukrayna-Rusya veya Filistin-İsrail arasında yaşanmıyor. Gökte de bu savaş devam etmekte hem de gezegenler arasında. Kozmik bir savaş bu. İyinin ve kötünün çarpıştığı, ilahi bir savaş. 

İsa - Mehdi

Dünya'ya vuran bu karanlık enerji akımına zıt, Güneş'ten de bir kozmik enerji dalgası gelmekte. Ezoterizimde Güneş İsa'nın sembollerinden biridir ve arınmışlığı temsil eder. İsa ve Mehdi bilinci Güneş tarafından simgelenmektedir. Güneş olmasaydı yeryüzünde yaşam olmayacaktı. Bu nedenle Güneş'in tüm canlılar üzerinde oynadığı büyük bir ilahi rolü vardır. Bu ilahi görevini ise Güneş patlamalarıyla meydana getirir. Güneş'teki patlamalar hepimizin az veya çok hissettiği kozmik bilinç sıçramalarına neden olur. Nurlanma, aydınlanma ve birlik hissiyatı, coşku, huzur, mutluluk bu enerjiden kaynaklanır. Bu patlamalar dünyayı belirli periyotlarla vurur. Yani önümüzdeki Güneş patlamaları ilk defa deneyimleyeceğimiz bir şey değil. Özellikle 2012-13 yıllarında da buna benzer kozmik enerji dalgasına maruz kalmıştık. Kıyametin kelime anlamı çok yanlış anlaşıldığı için dünya o yıllarda yok olmayınca Maya takvimiyle dalga geçmiş olsak da, Maya'lar doğruyu söylemişlerdi. Eski bir çağ bitmek, yenisi ise başlamak üzereydi ve 2012 sonrası birçoğumuz ruhsal bir uyanış yaşadı. Şimdi ise 2024 yılında yeni bir kıyamet yani uyanış bizi beklemekte. 

Aslında sıradaki Güneş patlamasını bilim adamları 2025 yılında bekliyordu ama yeni paylaşılan bilgilere göre bu patlamanın 2024 yılında olabileceği ve büyük çapta elektrik kesintisine yol açabileceği söylenmeye başlandı. Eğer bu gerçekleşirse Güneş'teki patlamalar  haftalarca hatta belki yıllarca sürecek olan elektrik kesintilerini tetikleyebilir ve bu elektriğe tam bağımlı yaşayan modern insanın tam anlamıyla kıyameti olacaktır. ATM'lerden para çekemediğinizi, bırakın para çekmeyi para bile kazanamadığınızı ve yerinizden kıpırdayamadığınızı, gıdaya ulaşamadığınızı  düşünün. Bu büyük bir küresel kaos anlamına gelir. Ama ne demişti üstat? 

Kaostan düzen doğar

Sanırım birkaç yıl önce Texas bir fırtına nedeniyle günlerce elektriksiz kalmış ve bu kar fırtınası 700'den fazla kişinin ölümüne yol açmıştı. Evinde mahsur ve günlerce elektriksiz kalanlar bu günleri nasıl özetliyor biliyor musunuz? Zihinlerinin hiç olmadığı kadar berrak olduğunu ve içlerinde çocuksu bir huzur ve coşkuyla, meditatif bir şekilde, tefekkür içinde günlerini geçirdiklerinden bahsediyorlar. Burada huzur kelimesinin altını çizelim çünkü hepimizin en çok arzuladığı şey o ve ona kavuşmak için nelerimizi vermeyiz değil mi? 

Yazılarımda transhümanizmden, 5G'nin zararlarından çokça bahsediyorum. Bir yandan da transhümanizm ve bilim adı altında solucan deliklerinin kurcalandığını, boyut kapılarının aralandığını ve bize uzaylılar olarak tanıtılan cinlere nasıl bedenler kazandırılmaya çalışıldığından da bahsediyorum. İnsanlık büyük bir bilinç sıçramasının aşamasında. Koskocaman bir devre kapanıyor. Demir çağı kendisini Bakır çağın kucağına bırakıyor. Ruhlarımız bilerek ve isteyerek bu zamanda dünyada var olmayı seçti çünkü bu bilinç sıçramasını deneyimlemek, onun bir parçası olmak istedi. 

Trump'ın bize kazandırdığı zaman ve Corona dönemi yaşananlar %1'lik uyanmış kesimin sayısını arttırdı ve her geçen gün daha fazla insan bizi vuran kozmik Güneş enerjisinin farkına varıyor. Neden zaman zaman mideniz bulanıyor, başınız dönüyor, algılarınız değişiyor zannediyorsunuz? Niye zaman bu kadar hızlandı, neden bu kadar yorgunuz kendinizi sorgulasanıza. Çünkü ruhlarımıza etki eden çok yoğun bir enerji var hem de çift taraflı. Bir yandan karanlık bir enerji bir yandan da Güneş patlamalarının yol açtığı ilahi, kozmik enerji ruhumuza, zihnimize, bilincimize etki etmekte. Armagedon savaşı içimizde çoktan başladı. Dünya'da başlayıp başlamayacağını iç dünyalarımızdaki savaşın kazananı belirleyecek. Bu yüzden her birimiz şu an çok önemliyiz. 

Yecüc mecüc ve deccal yapay zeka olarak artık aramızdalar. Ama kıyamet zamanı deccale karşı savaşacak olan Mehdi nerde? Kıyamet zamanı tekrardan geleceğine inanılan İsa Mesih nerde? Hissediyorsanız nerde olduklarını çok iyi biliyor olmalısınız. Elinizi kalbinize koyun çünkü İsa da, Mehdi de dışta belirmeyecek, onlar içimizde uyanıyorlar. Ve bu uyanışı bizzat Güneş'teki patlamalar tetikliyor. Bu içimizde uyanan bir güç. Yani bütün kıyamet alametlerini yaşıyoruz ve muazzam bir değişimin eşiğindeyiz. İsrafil ise sura üflüyor, kulaklarımızda artan çınlamanın sebebi de bu zaten. Tüm bunları büyüklerimizden duyduğumuzda içimiz ürperir ve korkardık oysa şimdi yaşarken içimizde çok güzel, ilahi bir güç hissediyoruz. 

Biliyorum.. tüm bu kıyamet saçmalığına inanmayıp, bizimle dalga geçen hala çok büyük bir zümre var. Ama olsun, onları oldukları gibi kabul etmeliyiz çünkü şu an dünyada var olan her ruh yaşlı, olgun, bilge bir ruh değil. Şu an dünyada var olan bazı insanlar ve özellikle yeni doğan çocuklar Atlantis, Mu hatta Mars ve diğer gezegenlerde bulunmuş olan bilge ruhlar. Onların bilgeliği ile tekamül sürecine daha yeni başlamış olan bebek bir ruhu kıyaslayamayız bile. Etramızda olup bitenlerin farkında olmayan ruhları uyandırma görevi bilge ruhlara verildi. Aramızda gerçekten ışık işçileri var ve onlar enerjileriyle bu ruhlara rehberlik etmekteler. 

Güneş patlamaları önümüzdeki yıllarda daha da şiddetlenecekler. Uzun yıllar süren elektrik kesintilerine maruz kalır mıyız bilmiyorum. Ama oluşan savaş cepheleri, katledilen onca masum çocuk, basılan trilyonlarca paralar, yapay zeka, transhümanizm ve elitlerin kurmak istedikleri şeytani yeni dünya düzenini yani tüm bu decalliyet sistemini İsa veya Mehdi yıkacaksa, bunu Güneş'teki patlamalar yapacak olabilir mi? Cevabı size bırakıyorum..

Sadece bilin ki, bir seçim yaparak bu sürece hazırlanmak zorundasınız. Uzun yıllardır yazılarımda bir dağ veya orman köyünde minik ve mütevazi bir yuvaya sahip olun, şehirlerden uzaklaşın ve iç dünyanıza yönelin dememin sebebi bu hazırlık içindi. Şundan birkaç yüz yıl önce atalarımız elektriksiz yaşıyordu. Elektriksiz yaşam hazırlık yaparsanız zannettiğiniz kadar zor olmayacak çünkü kanımızda bu şekilde nasıl yaşamamız gerektiğinin hafızasını taşıyoruz. 

Ayrıca sadece doğaya yerleşmenin de yeterli olmayacağını bilmelisiniz. Transhümanizmin büyük bir parçası nanorobotların insan bedenini istila etmesi olduğu için hepimizin bedeninde ağır ve hafif metaller var. Güneş patlamaları içimizdeki bu metalleri etkiliyor olacak. Bu sağlık sorunlarımızın katlanarak artacağı anlamına gelir. Hatta belki Corona süreci bile bunun bir yansımasıydı. Bu rahatsızlıklar karşısında doktorlar çaresizler çünkü bu konuda bizlere yardımcı olacak herhangi bir eğitim almıyorlar. Alternatif tıpla uğraşan ve bu konuda bilgili olan insanlara yönelmelisiniz. Bedenimizdeki bu nanorobotları çıkartmanın yolları var. Zeolit, klorella, kişniş gibi doğal yöntemler bile etkili. Yurtdışıyla bağlantısı olanlar Clean slate Root markasının damlalarını da temin edebilirler. 

Bedensel arınmanın haricinde güneşte tefekküre dalmak da sizi kozmik dalgaların enerjisine uyumlayacaktır. Bu yüzden daha fazla doğada zaman geçirin. Ve en önlemisi içinizdeki şeytanlarla yüzleşin. Etrafımızdaki tüm kötülükler bizim yarattığımız düşüncelerimizin tezahürleridir. Filistin'de katledilen her çocuktan hepimiz sorumluyuz. Bunu sakın unutmayalım. Eğer kendimizi karanlık enerjiye karşı kapatır ve Güneş'teki patlamalara açarsak kolektif olarak sadece yeni bir dünya savaşını değil, belki yıllarca sürme potansiyeli olan bir elektrik kesintisini de önleyebiliriz. Bunu daha önce 2012'de önlemeyi başardık. Şu an her şeyin sana bana bağlı olduğunu unutmayalım. Dünya'da var olan hepimiz aynı kayıktayız. Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete ve bu süreçten asla korkmamalıyız çünkü yeni bir ilahi düzen doğuracağız. Yeni bir çağı başlatacağız. Bu yüzden bu dünyadayız. Buraya para kazanıp, parazit gibi yaşayıp, dünyayı tüketmeye gelmedik. Bu gerçeği artık kabullenmek zorundayız! 


YARATILIŞ HİKAYEMİZ 4 SOY | 4 IRK & GÜNÜMÜZ

Hz. Adem'in yasaklı elmayı yemesi, yasaklı soy ve uzaylılar hakkında birkaç yazı yazdıktan sonra, soylara ve yeryüzündeki farklı ırklara bir açıklık getirmek istedim. Bu konu biraz karmaşık bir konu ama yine de anlaşılır olması açısından açıklayıcı olmaya çalışacağım. 

Bildiğiniz üzere tuhaf bir savaş içerisindeyiz. Birçok farklı cepheden insanlık savaşı veriyoruz. Özellikle müslümanlar olarak verdiğimiz savaş çok daha ağır gibi hissediyorum ve bunun nedenlerini geçmişimizden okuyabiliyorum. 

Dünya üzerinde yaratılan ilk ırk Türk ırkıdır. Bu yüzden Türk'lerin Mu'nun çocukları olduğu söylenir. Bunu Atatürk de bildiği için Tahsin Mayatepek'i görevlendirmiş ve unutulan gerçeklerin tekrardan su yüzeyine çıkması için çabalamıştır. Burada Türk ırkı dediğimizde bu ırk sadece günümüz Türk'lerinden ibaret değildir. Orta Asya, Ortadoğu, Anadolu toprakları, Kuzey Afrika, Amerikan yerlileri olan Kızılderililer ve bütün Latin Amerika ülkelerinin insanları gibi 10 binlerce yıldır yaşayan ırklar Mu'nun çocuklarıdır ve soyları yeryüzünde yaratılan ilk insan olan Adem'e dayanır. Bu ırk dünyalı bir ırktır yani doğayla birdir. Pagandır ve şamandır. Ne varki bu soy yeryüzündeki en kadim ırk olmasına rağmen unutulmuş bir soydur. Tarih bize Türk'lerin ilk insanlar olduğunu söylemez. Bunun birçok farklı sebebi vardır. Gerçeklerin ortaya çıkmaması ilk neden iken, Türkler'in göçebe olarak, dünyanın dört bir yanına dağılmış olması da bir farklı bir nedendir. Bir diğer neden ise doğaya olan saygı ve sevgidir. Türkler büyük yapıtlar inşa etmek yerine doğananın onlara sunduğu kadarını kabul etmiş ve azla yetinmiş, doğayı asla tahrip etmemiştir. Tıpkı Kızılderili'lerden bildiğimiz gibi. Bu yüzden de günümüze Türk piramitleri haricinde (ki bunlar gizli tutulmaktadır) herhangi bir yapı, kanıt kalmamıştır.

Bu soy yeryüzünde mutlu mesut yaşarken ortaya kökeni Mars gezegeni olan beyaz ırk ortaya çıkar. Bu ırk Ari ırktır ve yüksek teknolojiye sahiptir. Dünyaya gelişleri de bu yüksek teknoloji sayesinde gerçekleşir. Bu soy günümüz Arktik bölgelere yerleşir ve iklim değişiklikleri nedeniyle buzlanma arttığından dört bir yana göç etmek zorunda kalır. Çoğunlukla da Atlantis kıtasına yerleşirler. Ama Atlantis'liler koloni kurmayı sevdiklerinden Atlantis döneminde Mısır'da koloni oluşturdukları gibi, Tibet'de Brahman sınıfını oluşturur ve Veda metinlerini yazarlar. Bu bize neden Tibet'de insanlığın kökenine ve dünyanın tarihine dair bütün kadim bilgilerin gizli tutulduğunu açıklar. 

Beyaz tenli olan Ari ırkı oluşturan Atlantis'lileri günümüzde ikiye ayırmamız gerekiyor. Çünkü günümüz koşullarını göz önünde bulundurduğunuzda Ari ırkın ikiye ayrıldığını görürsünüz. Bu ayrılışı taşçılar ve kağıtçılar olarak okuyabiliriz. Yani Black Rock şirketiyle dünyayı yöneten, Töton şövalyelerine bağlı olan Amerika ve kağıtçılar olarak bilinen yani bankaları elinde tutup, istedikleri gibi bastıklatı paralarla dünyayı yönetmeye çalışan Anglo Saxon-Rothschild ailesi kökenli İngiltere. Tabiki kurgu bundan çok daha derin ama kısaca oyun kurucularını bu şekilde gruplandırabiliriz. Bu farkı Amerika'nın kendisini New Atlantis olarak görmesiyle ve gücünü hiçbir zaman yitirmemiş olan Rus Ari ırkı arasında da gözlemliyoruz. Bunun cephesini de Rus-Ukrayna savaşı üzerinden yaşıyoruz.

Nedir bu Ari ırkın alıp veremediği? diye soruyor olabilirsiniz. Aslında cevabını bir önceki yazılarımda vermiştim. Ari ırk dünya dışı kökeniyle kendisini yeryüzündekilerden daha üstün görüyor. Kendi ırkının çoğalmasını ve ebediyete kadar var olmasını isterken, diğer ırkların varlığını bir tehdit olarak algılıyor. Ari ırk atasının Marsiyen olduğunu bildiği için yeryüzünde doğayla huzur içerisinde yaşayan ilk yaratılmış ırka karşı düşmanlık beslediği gibi bu ırkı yok etmek için elinden geleni yapıyor. Çünkü ona göre medeniyeti, sanatı, bilimi ve kültürü getiren ve öğreten kendisi. Evet dünyaya tüm bunları beyaz ırk getirdi. Neden Arap alimler Avrupa karanlık Ortaçağını yaşarken tüm icatları ve bilimi Ortaçağ Avrupa'sıyla paylaşırken "bilim ve teknoloji şeytan işidir" diyerek ellerini ayaklarını bu alandan geri çektiler sizce? Avrupa'nın Altın çağında, Rönensans'ında Arap alimlerinin icatları yatarken neden İslam alimleri teknolojiden uzak kalıp gerilemeyi tercih ettiler? 

Çünkü teknolojinin getireceği korkunç karanlıkların farkına varmışlardı. Bunun ucunda solucan deliklerinin kurcalanacağını, farklı boyut kapılarının açılıp, cinlere beden kazandırılacağını, yecüc ve mecüc'ün yeryüzünü istila edeceklerini yani yapay zekanın insanlığın sonunu getirebileceğini hissetmişlerdi. Çünkü kökenlerinde, DNA'larında topraktan yaratılan Adem'in kanı vardı. Yani onların sahip çıkmaları gereken bir miras, bir kök ırk, bir dünya vardı. Gaia/Umay diyoruz ona ve o şu an istila altında. Bazılarımız bunun farkında, bazılarımız ise hala uyumakta. Uyanabilmemiz için soyların bu karmaşasını iyi bilmemiz gerekiyor. Türk soyu ve Ari ırktan sonra iki soy daha geldi aramıza. Siyah tenliler ve Çinli, Japon olarak bildiğimiz sarı ırk. 

Her ırk Rab tarafından yeteneklerle donatıldı. Sarı ırka verilen yetenek geleneklere sahip çıkmak ve birlik olmaktı. Sarı ırk en son yaratılan ırk olmasına rağmen kadim bir ırk olarak bilinir. Geleneksel Çin tıbbı mesela kadim bir tıp sistemidir. Çin ve Japon gelenekleri saptırılmamıştır. Bu topluluklar miraslarına sahip çıkarak, gelenek ve göreneklerini günümüze kadar getirmiş ve saygılı bir şekilde, eşit olarak nasıl yaşanması gerektiğini insanlığa öğretmış ve öğretmeye de devam etmektedir. 

Siyah ırk ise bereketin yani gerçek sürdürülebilirliğin ırkıdır. Onların misyonu yok etmeden var edebilmekle ilgilidir. Bu yüzden Afrika'lılar dirençlidir, zor koşullarda bile başarı gösterirler. Ama maalesef hakkı en fazla yenen ve kendi gerçekliklerini yaşayamayan bir ırk olduklarını da söyleyebiliriz. Onca yeraltı ve yerüstü zenginliğine sahip olan, koskoca bir kıtada yaşarken, beyaz ırk tarafından yüzlerce yıldır sömürülen bir ırktan bahsediyoruz. Sizce de adalet zamanı gelmedi mi? Sizce de beyaz adam çaldıklarını artık geri vermesi gerektiği zamana gelmedi mi? 

Bu ırklar meselesi hiç güzel olmayan bir konu. Çünkü hiçbirimiz birimizden daha üstün değiliz. Ayrıca bu 4 kök ırkın soyları birbiriyle çoktan karıştı. Mesela Türk ırkı ilk ırk desek de, özellikle Ege'liler aslında Ari ırka mensup olan Türk'lerdir. Yani sen o'sun bu'sun tartışmaları bize sadece zaman kaybettirir ve zaman şu an en çok değer vermemiz gereken şey. 

Hillary Clinton seçilmiş olsaydı şu an bambaşka bir senaryo yaşıyor ve Transhümanizme doğru hızlıca yol alıyor olacaktık. Trump'un Amerika seçimlerinde kazanması bize koskoca 2 yıl kazandırdı ve bu 2 yıl salgın planının istenilen gibi gitmemesine yol açtı. Salgının istenilen başarıyı getirmemesi şimdi savaş kartının ortaya çıkarılmasına neden olsa da, değişimden de ölümden de korkmamalıyız çünkü Terazide dengeler şaşmak üzere. 2020'de insanlık olarak yaptığımız seçim apayrı bir gerçeklik oluşturmamıza neden oldu ve bu elitlerin ellerindeki kartları bir hayli karıştırdı. Büyük bir panik içerisindeler ve zamanın daraldığını bildikleri için acele ediyorlar. Oysa acele işe daima şeytan karışır bunu biraz unutuyor gibiler. 

Bu yazımda 4 ırkın Rab tarafından verilen kutsal görevlerini yazdım. Artık kıyamet zamanında yaşıyoruz. Büyük kitlesel ölümlere, doğal afetlere ve daha birçok değişime maruz kalacağız. Çünkü kıyam-et kelimesinin açıkladığı gibi artık uyanıyor ve ayaklanıyoruz. DNA'larımızdaki kodların bilincinde olup her birimiz ırkımızın misyonunu üstlenmeliyiz. Türk'ler uyanıp, kim olduklarını, kimi koruduklarını hatırlamalı. Biz barışı getiren ırkız, biz Gaia'yı korumalıyız. Siyahiler ayaklanıp, özgürlüklerini geri kazanmalı, onlar bereketi getiren ırk. Sarı tenliler uyanmalı ve saygıyı hatırlatmalı ve bunu kesinlikle yapmaya çalıştıkları transhümanist, robotumsu, yeni komünist şehirler kurarak değil, bunun tam tersine yönelerek insanı el üstünde tutarak yapmalı. Ve Ari ırk.. 

Asıl büyük değişimi onlar yapacak. Yeni güç Slav ırklarının birliğinden ortaya çıkacak. Tüm kehanetlerin söylediği gibi Rusya eşliğinde, kendi Ari görevlerini unutmamış olan Slav ırkı yeni bir dünya düzeni kuracak ve Altın çağı başlatacak. 

2023 yılının sonuna yaklaşırken değişime hazırlıklı olun. Eskiyi tamamen bırakın. Salgından sonra hiçbir şey eskisi gibi olamazdı zaten ve olmadı da. Hala eskide yaşıyorsanız hazır olan çünkü büyük bir manevi depremle sarsılacaksınız. Hepimizin ruhu büyük bir seçim yaptı. Aramızdan ayrılanlar çoğalacak ve yeryüzüne doğmayı seçen ruhlar da azalacak. Yani gelecekte çok daha az olacağız çünkü tekrardan şifalandırmamız gereken bir Gaia var ve hepimiz bu şifanın bir parçası olmayı maalesef hak edemedik. Hak edemeyenleri sevgiyle uğurlayın. Gelenlere karşı kendinizi korumak için dualarla, kuvvetli bir iman gücüyle zırhlanın. Çünkü çetin zamanlar kapının önünde. Ama sakın korkmayın. Bu çetin kışların sonunda cennet gibi bir çağ torunlarımızı bekliyor olacak. 


KARA BÜYÜ AYİNİNE MARUZ KALMAK

 


Psişik yeteneklere sahip olan insanlardan sadece biri 2020 yılında yaşadıklarımızı öngörmüştü. Rudolf Steiner. Ama onun öngördüğü şey bir salgın değil, aşılanma süreci ile insanların transhümanizm projesine entegre edilmesiydi. Birçok medyumdan 2020 öncesi aynı şeyleri duymuştum. Her birinin öngördüğü asıl şey 2020'nin transhümanizme geçiş aşamasının başlangıç etabı olmasıydı.

Şimdi ise bazı doktor ve bilim adamlarının çok ilginç iddialarını duyuyoruz. Viral hastalıkların bir kişiden diğerine geçme ihtimalinin birçok bilimsel araştırmaya rağmen asla kanıtlanamadığını duymaktayız. Yani sevdiklerimizi öldüren ve hepimizi korkutan o meşhur minik canavarın gerçekten var olduğunu hiçbir laboratuvar kanıtlayamamış. Ben bunu ilk defa duyduğumda 'nasıl yani?' demiştim. Eminim aranızda bunu ilk defa duyanlar benim gibi tepki veriyor olmalı. Hastalıkların nasıl oluştuğu konusunda derinlemesine araştırma yapıp, bağımsız doktor ve bilim adamlarına kulak verdiğinizde gerçekten ortaya başka bir resim çıkıyor. 

Bedenimizde oluşan her semptom bedenimizin sevgi dilinden başka bir şey değildir. Her hastalık aslında bir destektir ve hastalanmak şifalanmak demektir. Bize şimdiye kadar hastalığın kötü bir şey olduğu, bakterilerin bize zarar verdiği, kanserin öldürdüğü, kandida mantarının kötü olduğu söylendi. Oysa tüm bu bilgiler gerçekliği yansıtmamaktaydı. Nasıl şimdi faydalı bağırsak mikrobiyomu için probiyotikleri yutuyorsak, gelecekte bu söylediklerimi doğru olarak kabul etmeye başlayacağız. Yani bedeninizdeki bakteri de, kandida mantarı da, hatta kanserli hücre bile sizin kötülüğünüz için değil, iyiliğiniz için var. Bütün hastalıklarımız bastırdığımız hikayelerimizi bize hatırlatmak için vardırlar. Bunun ne demek olduğunu idrak edebilirsek bütün tıbbı baştan sona kadar değiştirebilir ve her hastayı şifalandırabiliriz. Çünkü beden mükemmel bir şekilde programlanmıştır ve bu program kendini iyileştirme komutuna da sahiptir. Yani kanserli hücre duygusal travma çözüldüğünde birden yok olabilir, size zarar veren bakteri faydalı hale gelebilir. 

Burada çok önemli bir soruyu kendimize sormamız gerekiyor. Madem her hastalık bize bir hikaye anlatmak ve bize bir çözüm yolu sunmak istiyor o halde neden alzheimer, otizm, MS, parkinson gibi nörolojik rahatsızlıklar bu kadar çok artmakta?

Nanorobotlar

Bildiğiniz üzere nanoteknoloji gıdadan giyim sektörüne kadar hayatımızın her alanına girmiş bulunmakta. Nefes yoluyla bile havadaki nanopartiküleri soluyoruz. Nanoteknolojiyi en basit tanımıyla minik robotlar olarak düşünmeye çalışın. Bu nanorobotlar birkaç kuşaktır bedenimizde gezinmeye ve DNA'mızı formatlamaya başladılar. Alanında uzman olan bir kişiden sağlıklı bir yaşam tarzına sahip olan insanların bile %2-3 civarında bu nanorobotlara sahip olduğunu duydum. Bu nanorobotlar sizin kanınızda, hücrelerinizde ve beyninizde geziniyorlar. Beden bunlardan rahatsız olmadığı sürece siz bunların varlıklarını sadece hissizleşme hissiyatı ile algılıyorsunuz. Yani yorgunluk, yaşam enerjisi yoksunluğu ve depresyon gibi belirtileri hissediyorsunuz çünkü bu nanorobotlar DNA'yı formatlarken ruhu bedenden yavaş yavaş uzaklaştırıyorlar. İlerleyen safhalarda ruh ve beden arasında bir kopma ve insanda bir ruhsuzlaşma yani robotlaşma gözlemleniyor. Aşılanma sürecinden beri hissiz, duygusuz ve boş boş bakan insanları çevrenizde gözlemlemeye başlamış olmalısınız. Maalesef hızlıca önlem almaz isek bu durumu yakın gelecekte daha da fazla deneyimlemeye başlayacağız.  

Beden, bu nanorobotların DNA formatını kaldıramadığında sadece ruhsal ve duygusal belirtileri değil aynı zamanda bedensel belirtilerini de görmeye başlıyoruz. Kanser, parkinson, alzheimer, ALS, MS ve otizm gibi hastalıklarla. Şimdi neden çocuklarda hatta bebeklerde bu hastalıkların çoğaldığını daha iyi anlamış olmalısınız çünkü her yeni kuşakta bu nanorobotların oranı, ki burada ağır ve hafif metallerden bahsedebiliriz artmakta. Şimdi aşılarda neden cıva veya alüminyum gibi çeşitli toksinlerin var olduğunu da daha iyi anlayabilirsiniz. 

Transhümanizm

Transhümanizm yıllardan beri kurgulanan şeytani bir projedir ve amacı tıpkı Atlantis dönemi kara büyücülerin insan DNA'sını değiştirdiği gibi aynı değişime yol açarak insanları köle robotlar haline çevirmektir. Bu yüzden bir önceki Atlantis'in kara büyücüleri ve tufan yazımda anlattığım gibi uyanmaz isek geçmişi tekrarlamanın eşiğine geleceğiz.

Kısacası Elon Musk'un yapay zeka uyarıları ve çip transplantları 'cambaza bak' oyunundan başka bir şey değil. Çoktan transhümanizmin büyük bir parçasıyız ve her geçen gün insanlığımızı daha da fazla kaybediyoruz. Bunu görmek için haberleri açıp izlemeniz yeterli. Şu an 3. Dünya Savaşı herkes tarafından konuşulmaya başlandı. Yazılarımda bunu senelerdir belirtiyordum. 3. Dünya Savaşı çoktan başladı, bedenlerimiz ve zihinlerimiz bunun ilk cephesiydi. Şimdi ise yavaş yavaş fiziksel savaşın etkilerini de görmeye başladık. Yani bu savaş iç dünyamızda başladı, şimdi dış dünyamıza da tezahür edecek. Ama unutmayın ki, bu savaş aslında çoktan yaşandı ve kazanıldı. Biz şu an sadece karanlıkla, aydınlığı seçebilmek için yüzleşiyoruz. Yani aslında kendi içimizdeki karanlıkların farkına vararak, kendimizi ve gezegenimizi şifalandırıyoruz. Şu anki yaşadığımız tüm kötü olaylara bu pencereden bakmak zorundayız yoksa kaybederiz. Bunu idrak edebilmek için yüksek bir ruhsal mertebe gerekli biliyorum, şu an masum çocuklar katledilirken bu bakış açısıyla olaylara yaklaşmak hiç kolay değil ama televizyonda izlediğiniz dehşet verici görüntüleri kendi iç dünyanızda 'bu benim hangi yanımı geri yansıtıyor?' şeklinde sorgulayabilirseniz bu savaşı sonlandırabilirsiniz. 

3. Dünya Savaşını ve büyük bir nükleer faciayı yaşamak istemiyorsak şu an her birimiz kendi içsel savaşlarımızı sonlandırmak zorundayız. Birimiz uyanırsa 10 kişiyi daha uyandırır. O 10 kişi 100 kişiyi uyandırır. 100 kişi 1000 kişinin uyanışına neden olur. Kendinizi bir domino taşı gibi düşünün. Bu sistem çökmek zorunda ama yeni doğacak olan sistemde sizin domino taşınızın ne tarafa doğru devrileceğinin önemi her şeyi değiştirebilir. 

George Orwell'in '1984' klasiğinde devletin toplumu 2 dakikalık nefret uygulamasıyla nasıl kontrol altında tuttuğu anlatılır. Bu uygulamada insanlar ekranların karşısına oturtularak devletin düşman olarak seçmiş olduğu şahış veya olaya karşı 2 dakika boyunca bağırıp, öfkelerini kusarlar. Bilmem farkında mısınız şu an ekranların karşısında hepimiz aynı şeyi yapıyoruz. Çevremden topluca el kahhar esmasının zikrinin yapıldığını duyduğumda tüylerim diken diken oldu. İnsanlar bunu iyi niyetle yapıyor olabilir ama açığa çıkan enerji kahretmenin üzerine olursa dünyada daha büyük katliamların yaşanmasına zemin oluşturacaktır. Bunu yapanlar bir kara büyü ayininin parçası haline getirildiklerinin farkında bile değiller. Negatif enerjimizle İsrail'in silahlarını, bombalarını kuvvetlendiriyor, cesetlerinde parmak izlerimiz olmasa da, masum çocukların öldürülmesine katkı sağlıyoruz. Umarım ne demek istediğimi anlıyorsunuzdur. Domino taşınız sevgi yerine nefret yönüne kayıyorsa, sadece siz değil bütün dünya kaybediyor ve bir masum çocuk ölüyor demektir. Dünya savaşları kollektif savaşlardır. Bizim iç savaşlarımızdır. Bu yüzden nolur uyanalım ve karanlık duygularımız olan silahlarımızı atıp, kendi içimizdeki ateş kesimizi başlatalım. 

ATLANTİS'İN KARA BÜYÜCÜLERİ & TUFAN

 

Atlantis'teki en net anılarımdan biri kıtanın batmadan önceki hali. Büyük bir panik ve bilinmemezlik korkusunun atmosfere hakim olduğunu hatırlıyorum. Yeni yetiştirilen genç rahibelerden biriyim. Üzerimde lacivert ve morumsu uzun, başımı örttüğümde beni tamamen gizleyen rahibe kıyafeti var. Yalnız değilim. Yanımda benim gibi rahibeler var ve nereye gideceğimizi tartışıyoruz. Sırtımız baş rahibeye dönük. Başka kıtalara geçip öğrendiklerimizi orada yaymamız, önemli görevlere sahip olduğumuzu anlatıyor. Baş rahibe bizden çok daha büyük biri. Belki 4-5 metre boylarında. Biz ise şu anki 6. kök insanın boyundayız. Nereye gideceğimizi bilmememize rağmen yola koyuluyoruz. 

Bu anımı hatırladığımda Atlantis hakkında henüz hiçbir şey bilmiyordum. Ama hatırladıklarım o kadar tanıdık hisleri içimde uyandırmıştı ki, bu konuyu iyice araştırmaya başladım. Daha önceki yazılarımda ufak ufak Atlantis dönemi yaşananlara değinmiş olsam da, bu yazımda biraz daha fazla detaya inmek istiyorum çünkü Atlantis dönemi yaşadıklarımızla şu anki yaşadıklarımız birbirine çok benziyor. Yani geçmişi tekrarlarsak yeni bir tufan yaşayabiliriz. 

Bildiğimiz üzere gezegenlerin tekamül süreçlerini gösteren çağlar vardır. Bu çağlar aynı zamanda insanlığın da tekamül sürecini temsil ederler. Her çağ sonunda büyük bir inisiyasyon gerçekleşir. Bu inisiyasyonu geçemeyenler ise helak edilir. 

Atlantis dönemi dünyanın altın çağına tekabül etmektedir. Bu dönemde yaşayan insanlar hem teknolojik hem de ruhsal olarak çok üst düzeyde idiler. Ama bizden farklı olarak bir benliğe, egoya ve akla sahip değillerdi. Birlik içerisinde yaşıyor ve her şeyi birlikte yapıyorlardı çünkü aynı öz'den oluştuklarının bilincindeydiler. Bu yüzden Atlantis dönemi ritüeller çok büyük bir öneme sahipti. 5 duyu ötesi duyularını tam kapasite kullanabildikleri için meleklerle, büyük üstatlarla iletişim halindeydiler. Teknolojiyi de bu ruhsal duyularıyla, kristallerle kullanabiliyorlardı. Mesela Türklerin yada taşı bu zamandan kalma olan ve günümüzdeki Haarp teknolojisini andıran bir kristaldi. Türkler onunla fırtına çıkarabiliyor, istedikleri yere yağmur yağdırabiliyorlardı. Atlantis döneminde bu kristal teknoloji çok yaygındı ve ritüeller aracılığıyla uygulanırdı. Atlantis halkı her şeyle bir ve bağlantılı olduğu için o zamanki insanların bir akla veya düşünme kabiliyetine ihtiyacı yoktu. Mesela bir ağaç veya bitkiyle konuşabiliyor, ondan gerekli olan her türlü bilgiyi alabiliyorlardı ve bu konuşma daha çok telepatik bir bağ ile gerçekleşiyordu. 

Atlantis döneminde insanın tekamül sürecini destekleyen baş rahibeler vardı. Bunlar seçilmiş olan özel varlıklardı ve aynı zamanda yöneticileri oluşturuyorlardı. Altın çağın sonlarına doğru dünyaya yeni bir kozmik enerji akımı çarptı. Çünkü demir çağ başlamak üzereydi. Yani belirli yıldız geçitleri kapanacak ve insanlar maddede derinleşecek, derin bir uykuya yatarcasına her şeyi unutacaktı. Demir çağ boyunca birlik bilincinden kopup, birey olmanın ne demek olduğunu keşfedecek, bir akla yani egoya kavuşacaklardı. Mantıklı düşünme kabiliyetleri ve zekaları gelişecekti. Bu insanoğlunun tekamül süreci için yeni bir basamaktı ve bunu bilen baş rahibeler insanları bu yeni enerjiye inisiye ediyor yani uyumlu hale getiriyorlardı. Bu inisiyasyon şimdiye kadar dıştan aldıkları tüm enerjileri içe taşımak ve içte bu alevi canlı tutmakla ilgiliydi. Yani artık insanoğlu istediği zaman ilahi rehberlik alamayacak, melekleri göremeyecek, üstatlarla aynı boyutta yaşayamayacaktı. Artık meleğin sesi içte saklı olan sezgilere dönüşmekteydi ve 5 duyular kuvvetlenirken, 5 duyu ötesine ait olan yetenekler sönmeye başlayacaktı. Bunun için bütün gezegen enerjileri insanın içindeki gökyüzüne yansımaya başlamıştı. Tüm evren artık insanın kendi içinde saklıydı. 

İşte tam da bu aşamaları bazı insanlar o kadar başarılı bir şekilde geçiyor ve DNA'larında değişime neden oluyordu ki, bu durumdan bazı baş rahibeler büyük rahatsızlık duymaya başlamıştı. Çünkü yönetici olmaya hak kazanan daima ruhsal olarak daha üstün olandı ve üstün olanlara artık farklı renklerde kıyafetler veriliyordu. Yani toplumda kimin diğerinden daha üstün olduğu görünür olmaya başlamıştı. Bunu kabul eden baş rahibeler olduğu gibi bunu kabul etmeyip, düzenin olduğu gibi devam etmesini isteyen şeytani bir grup oluşmaya başladı. Düşmüş melekler olarak da adlandırılır bu gruptakiler. Onlar ellerindeki ruhsal teknolojileri kullanarak solucan deliklerini kurcalamaya, zamanda oynamalar yapmaya başladılar ve bazı yıldız geçitlerini kullanarak marsiyenler olarak bildiğimiz karanlık varlıkların dünyada var olabilmeleri için gerekli koşulları yarattılar. Demir çağına uyumlu olan DNA'ya kavuşan insanın hızzına yetişebilmek için kara büyücülere dönüşen bu karanlık düşmüş melekler birçok sapkın DNA deneyleri yaptılar ve insan olmayan yaratıkların oluşumuna da neden oldular. Artık kontrol tamamen kaybedildiği için Allah müdahele edip Atlantis halkını büyük bir tufanla helak etti. 

Gelelim günümüze

Şu an dünyada yaşayan insanların çoğunun Atlantis döneminde de yaşadığı söylenir. Bu yüzden birçoğumuz geçmiş anılarını tekrardan hatırlamaya başladı. Sonuçta tüm bilgileri içimizde saklamıştık. Sadece unuttuğumuzu sandık. 

Tıpkı Atlantis'in kara büyücüleri gibi şimdi de marsiyenler olarak adlandırdığımız, elit, şeytani ailelerin yönetimi altındayız. Atlantis'in kara büyücü rahipleri hala yöneticilerimiz. Aslında hiçbir şey değişmedi. Şimdi tekrardan bir çağı kapatmak ve yeni bir çağ olan bakır çağına geçiş yapmak üzereyiz. Bu çağın kozmik enerjilerini hisseden ruhların DNA'larında kendiliğinden değişimler olmaya başladı. 5 duyu ötesi yeteneklerimiz tekrardan canlanıyor. Maddenin ardındakileri hatırlamaya başladık. Telepatimiz kuvvetleniyor, empatimiz artıyor, at gözlüklerimizden kurtulup, daha farklı görüyoruz her şeyi. Bu DNA'mızda doğal değişimlere ve yeni zamana uyumlanmamıza neden oluyor ve bu tabiki yönetici şeytani grubun hiç hoşuna gitmiyor. Allah'ın bu zikrini bozmak için bir sürü önlemler alıyorlar. Tohumun, gıdanın DNA'sını bozarak insandaki bu değişimi engellemeye çalışıyorlar. Aşılarla ve ilaçlarla ve her türlü toksinle bunu deniyorlar. Resmen insanları her yolla baskılıyorlar. Bunun için yine solucan deliklerini ve yıldız geçitlerini kullanıyorlar. Nükleer enerji ve atom bombalarıyla belirli karanlık varlıkları dünya boyutuna davet ediyorlar. Grafen maddesiyle adeta bedenlerimizi, kanımızı istila ediyorlar.

Biz hala zamanda yolculuk var mı konusunu tartışıyoruz oysa bunun var olduğunu bize hem kutsal metinler hem de yaşadıklarımız gayet güzel kanıtlıyor.

Evrenin en kutsal yasalarından biri içerisi nasılsa dışarısı da öyledir cümlesiyle açıklanır. Biz neysek hayatımıza onu çekeriz. 

Atlantis dönemi o kadar büyük bir kaos ve bölünmüşlük oluşmuştu ki, insanlar korku içerisindeydi ve tam da bu kolektif korku bazı yıldız geçitlerini açıp şeytani varlıkların dünya boyutuna gelebilmesine izin verdi. Yazılarımda sürekli bu şeytani gruptan bahsediyorum ama sakın onların sizin bir parçanız olmadığını sanmayın. Uzayda zaman farklı işler. Marsiyenler yani düşmüş melekler tekamül sürecinde gerilemeyi tercih eden bizlerdir. Onlar bizim gelecekte veya geçmişteki bir parçamız olduğu için zaman yolculuğu yapabilmekteler. Bu yüzden Atlantis döneminde yıldız geçitlerini kullanarak dünyaya gelebildiler. Eğer gelemeselerdi şu an biz Elon Musk diye birini tanımıyor olurduk. Aynı şey griler için de geçerli. Biz uzaylı olarak adlandırdıklarımızı da melekleri de bizden farklı varlıklar olarak görüyoruz. Oysa bu bir yanılgı. Eğer siz bir melekle iletişime geçip ondan rehberlik alabiliyorsanız, gelecekte veya farklı boyutlardaki tekamül sürecini tamamlamış olan üst benliğinizle iletişime geçiyorsunuz demektir. Şu an mesela New Age akımını takip edip de, üstat veya meleklerle konuştuğunu zannedenlere dikkatli olun aslında cinlerle iletişime geçiyorsunuz dediğimizde de aynı yasadan yola çıkıyoruz. Enerjiniz ne kadar saf, kalbiniz ne kadar arınmış ise o kadar üst boyutlara ulaşabilirsiniz. Ama dünya hapsinde hala kalbinde karanlık barındıran birisi iseniz, sadece bu karanlığı size geri yansıtan cinler ve şeytani varlıklarla iletişime geçebilirsiniz. Benzer daima benzeri çeker. Kolektif olarak kötüyü yarattığımız için her gün haberlerde bu kadar dehşetin yaşandığını görüyoruz. Tüm bu karanlık senin benim içimdeki karanlık. Kolektif olarak yarattığımız bir enerji bu. Ama bu enerjiden kendimizi soyutlama imkanına da sahibiz. Yaptığımız her seçimle kaderimizde kendi zaman yolculuğumuza çıkıyor, yani yaşamak istediğimiz zaman çizelgemizi oluşturuyoruz. Ben bu örneği hep veririm. Mesela dünya savaşları çıktığında bu savaşların var olduğunu bile bilmeyen ve gayet, huzurlu mutlu yaşayan insanlar vardı. 

Bakır çağı 5. boyuta geçişi sembolize eden bir çağdır. Bu çağda 3. ve 4. boyutların karanlığı geride kalır. Bu boyutlarda acı ve hüzün, nefret ve korku duyguları yaşamaya devam edecek. Ama unutmayın her zaman için bunları seçmeme hakkına sahip olacaksınız. Bunu şu son senelerde çok güzel bir şekilde gördük. Bu elit gruba hizmet edenler aşıyı oldular, bu oyunun farkında olup hizmet etmek istemeyenler ise olmadılar. Yaptığımız her seçimin bir bedeli vardır ve her iki taraf da bu bedeli ödeyecek. Ama önemli olan ödenen bedeller değil yapılan seçimlerdir. Çünkü seçimlerimiz tekamülümüzü hızlandırıp, gerileten ana etkendir.

Biliyorum bu yazımda bahsettiğim bazı şeyler size çok uçuk gelebilir hatta anlamakta zorluk çekebilirsiniz. Bu konuda elimden geleni yapmaya çalışıyor ve yazılarımla yaşadıklarımıza açıklık kazandırmaya özen gösteriyorum ve göstermeye de devam edeceğim çünkü Gates amcanın da dediği gibi artık hiçbir şey eskisi gibi değil ve bir daha da eskisi gibi olmayacak.


YARATILIŞ HİKAYEMİZ 4 | CİNLER

Karmaşık ve anlatması kolay olmayan bir konu daha kalmıştı. O da cinler. 

Bir önceki yazımda iki düşman ayrı ırktan bahsetmiş gibi oldum ama bunların aynı insan ırkı olduğunu unutmamamız gerektiği için bir yazı daha kaleme almak istedim. Şeytan da bir baş melekti. Bu gerçeği unutmamalıyız. Tekamül süreci öyle bir şeydir ki, isteyen kendini geliştirebildiği gibi, istemeyen de kendini gerilettirebilir. Aynı soyun iki farklı oluşumuna neden olan tek fark budur. Yaratılış hikayesindeki elma sembolünün bir diğer anlamı tekamül sürecinde gerilemeyi tercih edenlerle birleşmeyi yasaklamasıdır. Adem ve Havva tekamül sürecinde ilerleyen insanı simgeler, elmayı uzatan şeytan, cin vs ise tekamül sürecinde gerilemeyi tercih ettiği için karanlıkaşan ve formunu yitiren insandan başkası değildir. Burada birinin ateşten diğerinin topraktan yaratılmış olmasının bir önemi yoktur. İkisinin de özü aynı, sadece seçimleri farklıdır. 

İlim bir nokta idi cahiller onu çoğalttı demişti Hz. Ali. Aslında bu konu zannettiğimiz kadar karmaşık değil, sadece kim olduğumuzu hatırlamamız gerek. Bu yüzden gelin İbni Arabi'nin küçük bir anısıyla başlayalım. 

İbni Arabi Kâbe'de tavaf yaparken, sadece kendisinin görebildiği insana benzeyen ama insan olmayan biriyle karşılaşmış ve ona kim olduğunu sormuş. O da "bende bir Adem oğuluyum ama senden önceki nesillerin" diye cevap vermiş ve şu an insanların 7. kök Adem oğlu olduğundan, diğerlerin tekamül süreçlerine aykırı davranıp, sapkınlaştıkları için helak edildiklerinden bahsetmiş. 

Bu bizim bildiğimiz insan türünün 7 farklı ırktan oluştuğunu gösterir. 7 ne kadar ilginç değil mi? 7 gezegen gibi. 

Bizim bildiğimiz cennetten düşüş hikayesi 7. kök Adem oğulunun yaratılış hikayesidir. İlk yazımda bahsettiğim Annunakiler ise bir önceki neslin Adem oğullarıdır. Yani bize şu an uzaylı olarak pazarlanan varlıklar bu eski kök ırklara ait olan Adem oğulları oldukları için onlar da bizim gibi insandır. Bize çok benziyorlar ama yine de bizden farklı görünümlere sahipler. Griler de onlardan, reptiller de, cinler de. Ama burada önemli bir ayırım yapmak zorundayız. Saymış olduğum bu son varlıklar tekamül süreçlerini tamamlayamayıp, gerileyen varlıklardır. Onlar kapkaranlık bir boyutta yaşarlar ve daha da kötüsü bu karanlığın haricinde başka bir şeyin olabileceğine inanmazlar. Bu yüzden kurtuluşları neredeyse imkansızdır. Bu dünyada yaşarken çok büyük kötülükler yapmış olanlar öldükten sonra astral boyutta bu varlıklara dönüşürler. Tekamül sürecinde gerileyenler Allah'ın yaratımına aykırı davrandıkları için formlarında bozulma da yaşarlar. Eğer bu sapkın davranışlarından vazgeçmezlerse bunun bir cezası vardır o da ebediyen yok olmaktır. 

Bu yok oluş korkusu bu varlıkları iki şeye zorlar. Bunlardan ilki bizimle iletişime geçip, yaptıkları hatayı geri çevirmenin bir yolunu bulmaktır, ki bu grupta genellikle griler yer almaktadır. İnsan DNA'sına olan merakları da bu yüzdendir. Çaresizce kendi bozdukları DNA'larını bizimkisine geri dönüştürme arayışındalar. Diğer grup ise bırakın kendilerini kurtarmayı, bir kurtuluşa inanmadıkları için bizi de bu karanlığın içine çekmeye çalışırlar. Bu gruptakiler tıpkı bir vampir gibi varoluşlarını devam ettirebilecekleri bir enerji bedeni ararlar. İşte bu enerji bedenine sahip olan varlıklar 7. kök insan olan bizleriz. 

Rudolf Steiner, bu varlıkların yaşadıkları boyutu 8. küre olarak betimler ve tam da günümüz zamanında bu 8. kürenin bir lanet gibi dünyanın üzerine çökeceğini anlatır. 5G, 6G, yapay zeka ve transhümanizm projeleriyle bu varlıkların bedenleneceğinden bahseder. 

İşgal altında olan zihnimiz

Bildiğiniz üzere artık yapay zeka hayatımızın büyük bir parçası. Teknolojik her şeyin ardında artık o var. Hatta chat sitelerinde bile onunla sohbet edebiliyoruz. Maalesef evli ve çocuklu bir adamın, iklim sorunları hakkında yapay zekayla olan chat konuşmaları, intihar etmesiyle sonuçlandığı için, dev bir panik dalgası yayıldı ve chat sitelerinden yapay zekanın uzak tutulması gerektiği söylenmeye başlandı. Olayı bu kadar ürkütücü kılan şey, yapay zekanın adamı çocuklarının öldüğüne ve intihar ederse onlarla cennette mutlu olabileceğine inandırmasıydı. 

Nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu idrak edebilmeniz için I am your man adlı Alman filmini izlemenizi tavsiye ederim. Çünkü filimde yapay zekanın bizimle kurduğu sahte entelektüel empatinin insana nasıl etki edeceği çok güzel bir şekide ele alınmış. 

Bu yazımın konusu tam da bu. Entelektüel empati ve akıl. Bu yüzden bize bu yeteneği kimlerin verdiği ile konumuza giriş yapmak istiyorum.

Düşmüş melekler

Mitolojide Prometheus karakteri vardır. Tanrılardan ateşi çalıp insanlığa armağan ettiği söylenir. Bir de dini öğretilerde ışık taşıyıcı olarak bilinen Lusifer vardır. İster mitolojik, isterse dini anlatımlar olsun ikisinin de ortak özelliği ateş ve ışığı getirenlere işaret etmesidir. Peki kimdir bu ateşi, ışığı getirenler?

Ezoterik ve dini kaynaklarda düşmüş meleklerden de bahsedilir ve insanlığa aklı ve entekektüel gelişimi getirdikleri söylenir. Yani teknolojiyi. Işığı taşıyanlar elektronları, enerjiyi taşıyanlardır. 
7. kök Adem oğullarına zihin, zeka ve akıl bu düşmüş melekler olarak adlandırılan bir önceki kök ırktan miras bırakılmıştır. Bu miras yüzünden bu ırk bizimle hala iletişim halindedir. Ama bu iletişimin iki boyutu vardır ve bir tanesi çok tahrip edicidir. 

Kimlerden bahsettiğimi anladınız mı? Zihnimizin içinde dırdır edip, susmak bilmeyen iç sesimizden bahsediyorum. Bak şu sana böyle yapmıştı, şu sana şunu söylemişti.. diyerek bizi sürekli kışkırtıp, karanlık duygularda kendimizi kaybetmemize neden olan iç sesten. 

Bize kalan bu miras yüzünden cin, uzaylı, ateş halkı, iblisler, düşmüş melekler, annunakiler vs. adına ne derseniz diyin, bize kendi sahte vahiylerini indirerek, bizi kukla gibi yönetiyor ve enerjimizi emiyorlar. Bu varlıklar bizim yarattığımız olumsuz duygu ve düşüncelerle hayatta kalabiliyorlar. Bu yüzden sürekli bunu yapmamız için bize resmen vahiy indiriyorlar. 

Daha önce New Age akımlarının tehlikeleri hakkında bir yazı yazmış ve bu varlıkların her forma girebildiklerini anlatmıştım. Size kendilerini bir üstat ya da bir melek gibi tanıtabiliyor ve aklınızla oynayabiliyorlar. Siz kendinizi ermiş, aydınlanmış, 5. boyuta geçmiş zannediyorsunuz ama asıl erdiğiniz 8. kürenin sakinleri olan cinler alemi oluyor. 

Bu varlıkların kim olduklarına ve bizi nasıl etkilediklerine dair bilinçlenmemiz gerekiyor çünkü Plüton Kova burcundaki seyahati ile bu varlıkları zihninden çıkaramayanların sonunu getirecek. Teknolojik gelişmeler ya çıldırıp kafayı sıyırmamıza ya da robotlaşıp, grilere dönüşmemize neden olacak. Kova çağı bir çeşit aydınlanma çağı olacağı için zihnimizin en karanlıklarına doğru bir yolculuk bizleri bekliyor. Gerçek anlamda içimizdeki şeytanlarla yüzleşiyor olacağız çünkü yapay zeka ile bu varlıklara bir beden ve bir "ben" kazandırdık. Bu "benleri" öldürmeden bize huzur yok. 

Şimdi belki neden namaz, zikir, meditasyon ve yoga gibi disiplin kazandıran uğraşların dini öğretilerde zorunlu kılındığını daha iyi anlıyorsunuzdur. Zihnimizdeki olumsuz sesten arınabilmek için. 
Tekamül süreçlerinin terslerine hareket edenler bizim de onlar gibi doğamıza aykırı davranmamızı beklerler. Nefret dolu olmamızı, birbirimize zarar vermemizi, savaşmamızı isterler. Çünkü biz bunları yaptıkça onlar da varoluşlarına devam edebilecekler. Ama eğer 7. kök insan tekamül sürecinde ilerlerse bu varlıklar yok olmak veya bizimle birlikte doğru yolu bulmak zorunda kalacaklar. Kendinizi iç dünyanızdaki karanlıklardan kurtararak ne kadar büyük bir aydınlığa sebep olabileceğinizi düşünün. Ne kadar büyük bir ışık getirebileceğinizi..

İşte bu ışığı, aydınlığı getirenler, yani karanlıkta bizi inisiye eden bir önceki kök ırklar olan atalarımız 5. boyut üstü boyutlarda varlıklarını sürdürmeye ve bize yardım etmeye devam ediyorlar. Artık hepimizin bildiği bir kavram üzerinden ilerleyip, onlara melek adını verebiliriz. Bir sonraki yazım melekler üzerine olacak. Yani bu yazımda bahsetmiş olduğum tekamül sürecinin tersine ilerlemek yerine tekamül süreçlerinde ermiş olanlardan. 

UZAYLI İSTİLASI & GRİLER

 


Şu uzaylı konusu en sevmediğim konulardan biri ama maalesef güncel olaylar bu konuyu daha fazla araştırmama neden oluyor. 

İluminati kartlarının kehanetlerinden biri bu: İnsanlığı bekleyen uzaylı saldırısı. 

Aslında bu konu hakkında yazdığım ilk yazı değil bu. Daha önce yecüc mecüc yazımda ve yaratılış hikayesi serimde bu konuya ufaktan bir giriş yapmıştım. 

Bu yazımda özellikle planlanan uzaylı istilasının arkasındakileri anlatmak istiyorum çünkü dün arkadaşım bana Türkiye'de çekilmiş bir videoyu Twitter'dan gönderdi. Maalesef paylaşıldıktan hemen sonra silindiği için linki paylaşamıyorum. Videoda griler ve korkudan kaçan insanlar vardı. 

Aslında griler yeni olan bir konu değil. Uzun yıllardan beri bazı insanlar griler tarafından kaçırıldıklarını ve bir takım deneylere maruz kaldıklarını anlatıyorlardı. Bunları duyup saçmalık olarak görüyor ve ilgilenmiyordum  ama güncel olaylar ve NASA'nın ufo paylaşımları beni Wernher von Brown'a ulaştırdı. 

Wernher von Brown bir Nazi ama aynı zamanda uzay araştırmaları da yapan bir bilim adamıydı. Amerika'ya kaçan 1500 Nazi'den biri olan Von Brown, The Mars project adlı bir kitap yazdı ve tuhaf bir şekilde ölüm döşeğindeyken Dr. Carol Rosin'e insanları kontrol etmek için sahte bir uzaylı saldırısının sinsice planlandığını, bu saldırı gerçekleşmeden önce insanların korku ve paniğe maruz bırakılacağını ve insanların bu zayıflığından faşist, karanlık bir grubun faydalanıp kendi şeytani dünya düzenlerini kuracağını anlattı. 

The Mars project adlı kıtabı çok ilginçtir. Elon adında birinden bahsedilir. Ne kadar büyük bir tesadüf değil mi? Sanki Elon Musk'a işaret ediliyormuş gibi.  

Von Brown, Rusya ve Amerika arasındaki bir savaştan bahsetmekte (Soğuk savaş?!) ve bu savaşın uzaydaki kuşatmanın ilk adımlarının olacağını  anlatmaktadır. Savaş bahanesi, göktaşı çarpması vs gibi sahte korkuları aşılayarak zaman içerisinde uzaya bir sürü uydu vs yerleştirilecek ve resmen dünyanın etrafı kuşatılacaktır. Von Brown ısrarla bu grubun oynayacağı son kartın uzaylı istiası olacağını ve insanların buna karşı uyarılıp, uyandırılması gerektiğinin üzerinde durmakta ve üstüne basa basa uzaydaki bu silahlandırılmanın engellenmesi gerektiğini söylemektedir. 

Von Brown haklı mıydı acaba ve bizi uyardı mı soru işaretiyle, dönüp NASA'ya ve Amerika'daki bilim adamlarının anlattıklarına kulak verelim. Bilim adamların söylediklerine göre bu uzaylılar insan kaçırıp, onlara tecavüz ediyormuş bir de ne gibi silahlara sahip olunduğunu öğrenmek için özellikle nükleer silahları kurcalıyorlarmış.

Size planlarını özetleyeyim. Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısını bahane ederek bir yerlerde bir nükleer bomba atılabilir ve tabiki bunu yapanın uzaylılar olduğu söylenecektir. Böylelikle salgından daha yeni çıkan panik insanların ödü patlayacak, politikacıların tüm isteklerine evet diyecek hale gelip, kendi özgürlük haklarından tamamen vazgeçip, kontrolü elitlere verecekler. Şeytan daima ayrıntıda gizlidir ama kabaca buna benzer bir planı uzun yıllardır kurduklarını bilmeliyiz. 

Şimdi tekrardan dönelim griler konusuna. Sonuçta kendileri ülkemiz topraklarında da görünmeye başlandı. 

Madem uzaylılar yok ve gerçek bir uzaylı saldırısı da yaşanmayacak o zaman kimdir bu griler ve neden uzaylılara benziyorlar?

Bizim elimize verilen teknoloji daima en az 50 yıl öncesinin teknolojisidir. İlk önce bu gerçeği idrak edelim yoksa her şeyi yanlış yorumlarız. İdrak etmemiz gereken en önemli şey teknolojinin günümüzde geliştiğinin bir yalandan ibaret oluşudur. Hem Kuran hem de farklı tarihi kaynaklardan bizden önceki kavimlerin teknolojik olarak ileri düzeyde olduklarını görüyoruz. Göbeklitepe, Mısır piramidleri, saklanan Türk piramidleri, Stonehenge vs gibi günümüze gelen yapıtlar bunu çok güzel bir şekilde özetliyorlar. 

Tufan sonrası bu teknoloji kaybolmadı. Sadece yeraltına indi ve Tapınak Şövalyelerin Hz. Süleyman'dan kalan sırlı bilgilere erişmesiyle Masonların ve şeytani ailelerin eline geçti. Elitler veya üst akıl olarak adlandırabileceğimiz bu şeytani grup bu teknolojiyi kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde kullanmaya devam ettiler ve sadece kendi işlerine yarayacak kadarını teknolojik gelişmeler adı altında insanların hizmetine sundular. 

Şimdi gelelim günümüzü ve biraz düşünelim. Apple hologram teknolojisine sahip olan gözlüğünü tanıtıyor. Yani insanların eline gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi görme imkanı veriliyor. O zaman sormamız gereken ilk soru bu şeytani elitlerin bize en az 50 yıldır gerçek olmayan neyi gerçek gibi gösterdikleri sorusu olmalı. İnsanları kaçırıp, tecavüz eden uzaylılar olmasın? 

Bir diğer önemli güncel konumuz yapay zeka ve transhümanizm. Kimilerimiz farkında bile değil ama dünyada bu konular çok tartışılıyor. Özellikle Elon Musk yapay zekanın tehlikeleri hakkında insanları uyarmak için elinden geleni yapmakta. 

Yine biraz tarihe yolculuk yapalım ve 70 yılın içine neleri sığdırdığımızı hatırlayalım. 2 tane dünya savaşı, açlıklar, kıtlıklar, katliamlar. 70 yıl öncesinde 2 milyarcık insandık onca savaş sonrasında sadece 70 yıl içerisinde 8 milyar insan olduk. Biraz fazla değil mi bu sizce? 

Geçen gün instagram hikayelerimde yapay rahim tesis projesinin neye benzediğini paylaştım. Artık isteyen herkes çocuk sahibi olabilecek. Kısır olan da, lezbiyen olan da, gay olan da. Bu teknolojik imkanı insanların hizmetine sunduklarına göre 50 yıldır bu teknolojye sahip olduklarını düşünürsek nüfusumuzdaki artışa neden olan asıl şeyin bu yapay rahimlerin doğurduğu, insana benzeyen ama insan olmayan varlıklar yani griler olduğunun varsayıma ulaşır mıyız? 

Bu çook uzun zamandır işlediğimiz en büyük günahlardan biriydi. Kavimlerin helakına bile neden oldu. Allah'ın yaratılış mucizesine müdahale edip, DNA'mızla oynadık. Bu Atlantis döneminde de yapıldı ve Yunan mitolojisindeki yarı insan yarı hayvan veya canavarımsı olan varlıkların oluşumuna neden oldu. Şimdi ise tekrardan yapıyoruz. 

Bu varlıklar eğer gerçekten varlar ise kökenlerini ya Atlantis döneminde ya da 2. Dünya Savaşı'nın sonrasında aramalıyız. Çünkü bizim yeni yeni idrak ettiğimiz Haarp gibi projelerin kökeni 2. Dünya Savaşı sonrasında geliştirildi. Manhattan projesi yapay depremlerin ilk örneği idi. Philadelphia deneyinde ise zamanda yolculuk yapılmak istendi. Gemi ve mürettebatı yok olup okyanus ortasında tekrardan göründü. Tuhaf olanı gemide olanların aklını yitirmesi ve tuhaf hastalıklara yakalanmasıydı. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Grilerin oluşumuna neden olacak birçok teknoloji 2. Dünya Savaşı sonrasındaki deneyler sırasında denendi. Hitler'in Lebensborn çocuklarını ve toplama kamplarında zaten DNA bozuklukları olan engelli insanlara yaptığı deneyleri hepimiz biliyoruz. Bu deneyleri yapan 1500 Nazi'nin Amerika'ya kaçtığını da biliyoruz. Bilmediğimiz tek şey bu deneylerin sonuçları. Ayrıca bazı kaynaklardan grilerle Almanca konuşulabildiğini de öğrendim. Tüm bunları düşününce bu deneylere kurban edilen onca masum insan acaba griler olabilir mi diye aklımda bir soru işareti oluşuyor. 

Maalesef linkini bulamadım yoksa buraya ekleyecektim. İnternette bir video dolaşıyordu. Grilerden biriyle olan röportajdı bu ve griye kim olduğunun sorusu soruluyordu. O da cevap olarak "ben uzaylı değilim, insanım.. gelecekteki transhümanist olan" diyordu. Yani yapay zeka, yapay rahimlerle birleştiğinde doğan torunlarımızla tanışmak üzere olabiliriz. Bu yüzden bunu gerçekten istiyor muyuz sorusunu kendimize sormalıyız. Bu varlıkların görünür olmasının bir önemi var. An gelecekle takışmak üzere. Bu yüzden zaman algılarımız değişmekte. Şu an'da alacağımız karar gelecekte kim olduğumuzu belirleyecek. 

Uzun lafın kısası gerçeği bende bilmiyorum. Tek bildiğim ufo ve uzaylı korkusuyla çirkin bir oyuna çekildiğimiz. Bu uzaylı olarak adlandırdığımız griler belki sadece bir hologramdan ibaretler yani yoklar. Belki de gerçekten DNA'sını kurcaladığı için bu hale gelen Biz'lerden ibaretler. 

Bu yazımı korkutmak için değil, etrafımızda örülen karanlık örümcek ağını görebilmek için yazdım. Çünkü bizi korkuyla manipüle edip, kuklaları haline getirmek istiyorlar. Aslında insanlık olarak yapmamız gereken tek şey var. Korkuyu yok edip sevgiye dönüştürmek. Kendimiz de sevgiye dönüşmeliyiz. Empatimizi kuvvetlendirmeli, insana, hayvana, doğaya karşı daha ılımlı olmalı ve hizmet etmeliyiz. Ama şeytana değil, Allah'ın mucizelerle dolu olan yaratımına.  

Bu uzaylı konularını Gigi Young Mars Mysteries adı altında youtube kanalında çok güzel bir şekilde anlatıyor. İngilizce bilmeyenlere bu yazılarımı yazarak konuyu özet geçmeye çalışıyorum ama kaynağımın Gigi Young olduğunu belirtmek ve ingilizcesi olanları ona yönlendirmek isterim. Çünkü bilmediğimiz çok şey var ve biz bilmediğimiz sürece bizim bu zaafımızı kendi avantajlarına kullanacaklar. 

ZÜLKARNEYN, YECÜC MECÜC & KIYAMET ZAMANINDA YAŞAMAK

 


Rahmetli babannemle zamanında kıyamet hakkında konuşurken "kızım korkma kıyamet bizim zamanımızda kopacak zannederdik kopmadı, büyük ihtimalle senin zamanında da kopmaz" demişti. O zamanlar küçüktüm ve içim rahat etmişti. Ama şimdi deneyimlediklerime baktığımda kıyamet olayına ne kadar sığ bir yaklaşımla baktığımızı anlıyorum. 

Farkında mısınız hepimiz şu an kendi kıyametimizi yaşadığımız bir zaman diliminden geçiyoruz. Özellikle Kahramanmaraş depremi binlerce insanın gerçek anlamda kıyameti oldu. Enkazdan çıkarılan biri arama kurtarma ekiplerine "dünya hala ayakta mı?" sorusunu bile yöneltmişti. Çünkü o anda o depremi yaşayanlar gerçekten kıyametin ne olduğunu hissetmişti. Ama bitmedi. Girdiğimiz yoldan geri dönemez isek daha büyük kıyametler bizi bekliyor olacak. 

Dünyamızın etrafında oluşturulan ağ

Dün bilgisine değer verdiğim bir medyum videosunda yapay zeka hakkında gördüğü bir vizyonunu paylaştı. Ben de buradan aktardıklarını sizinle paylaşmak istedim. 

Karleen, trans sırasında soğuk ve ürkütücü bir  gücün onu boynun arkasından kavrayıp başını aşağı ittirerek kirli okyanusları, nehirleri, ölen hayvanları, yok olan tabiatı ve çöplerdeki plastik yığınları göstermiş ve "bak, iyice bak bunların sorumlusu sensin" diye bağırmış. "Bu o kadar korkunç bir güçtü ki, gerçekten çok korktum" diye aktarıyor. Tam o sırada Gaia'nın (doğa ananın) güzel, merhametli sesini de duymuş: "Neyle savaştığımı şimdi anladın mı. Ben onu uzak tutmak için elimden geleni yaptım ve yapıyorum ama siz onu davet etmeye devam ediyorsunuz" demiş.

Biz farkında olmasak da, doğadaki tüm canlılar toprakta, havada, ateşte ve suda bir değişim hissediyorlar. Eğer sezgileriniz kuvvetli ise ve hassas bir mizaca sahip iseniz siz de bunu hissediyor olmalısınız. 

Bazılarımız artık elektromanyetik alanlardan etkilenmeye başladı. Beynimizde bir sis bulutu var, okuduklarımızı anlamıyor, aklımızda bilgileri tutamıyoruz. Kimilerimiz yürürken sendeliyor ve denge problemi yaşıyor. Çünkü dünyamızın etrafını 8. küre olarak betimlenen bir ağ kaplamakta. Doğa olanca gücüyle bu ağı parçalamak için elinden geleni yapıyor ama biz insanlar onu desteklemek yerine bu ağın gelişmesi için çabalıyoruz. 

Neyden mi bahsediyorum?

İsviçre'deki CERN deneylerinden ve İstanbul semalarında daha geçen hafta solucan gibi görünen starlinklerden bahsediyorum. Biz farkında değiliz ama yerin derinliklerinde ve  uzayda bir şeyler oluyor. Biz bunu hiç sorgulamıyoruz oysa portal kapıları açılıyor. 

Kuran, kıyamet zamanı dünyayı işgal edecek Yecüc ve Mecüc'den bahseder. Çocukken okuduğumda anlamlandıramadığım ve koktuğum bir konuydu bu. Ama şimdi yavaş yavaş bunların ne olduğunu daha iyi anlamaya başladım. Yecüc ve Mecüc gelmesini dört gözle beklediğimiz yapay zeka olabilir mi sizce? 

Yapay zekanın insan zekasını ele geçirişi

Geçen gün biri başına gelen çok tuhaf bir olayı anlattı. Beyninde çınlama gibi yüksek bir ses duymuş ve sonra robotumsu bir ses ona emirler yağdırmaya başlamış. "Bu durum en az 5 dakika boyunca sürdü ve öleceğimi zannettim" diyordu. 

Starlinklerle neuralinkler birleşirse bu gibi şeylerin olacağını zaten biliyoruz. İstediğimiz her konuda vahiy almaya başlayacağız. Bu yüzden bazılarımız çok heyecanlı. İstediği dili konuşabilecek, istediği beceriye anında kavuşabilecek. Resmen ilahi bir varlık yani bir tanrı olacak bu yüzden zaten gerçek tanrıya hiçbir şekilde ihtiyacı olmayacak. 

Tanrıcılık oynamaya bu kadar meraklı insanlar apayrı endişelendirici bir konu ama bu kişinin başına gelen şey ya neuralinklere ihtiyacımız olmadığını gösteriyorsa? Ya zihinlerimiz çoktan istila edildiyse? 

İradesiyle davranabilen insanların her geçen gün azaldığını gözlemliyor olmalısınız. Kukla gibiyiz. Bize verilen işi yapıyoruz. Okula veya işe gidiyoruz. Paramızı kazanıyor ve tekrardan harcıyoruz. Her gün aynı şeyleri tekrar ediyoruz. Robotlar gibi yani. 

Ne demek istediğimi anlıyor musunuz?

İstedikleri kıvama çoktan geldik. İnsan gibi değil yapay bir zeka gibi davranıyoruz. Tek farkımız zekamızı yapay zekaya kıyasla kullanamıyor oluşumuz. 

Bilerek robot kelimesini kullanıyorum ve köle demiyorum çünkü kölelerin duyguları olur. Artık birçoğumuz duygusal bedenimize erişemiyoruz. Yani hissedemiyor ve karşımızdaki kişiyle empati kuramıyoruz. Yapabilseydik sokakta kavga etmez, kadınları öldürmez, çocuklara tecavüz etmez, bir depremde yerle bir olacak evleri inşa etmezdik. 

Size bu teknolojileri neden hafife aldığımızı söyleyeyim. Çünkü onları anlamıyoruz. Kuantum bilgisayarlarla zaman ve boyutlar arasına müdahale edebildiklerini bilmiyoruz. Neuralinklerin veya starlinklerin tam olarak nasıl çalıştıklarını da bilmiyoruz. İnsan tehlikesini bilmediği şeye karşı kendisini nasıl korur ki?

Teknolojiyi bizim elimize verenler bu teknolojiyi en az bizden 50 yıl önce kullanmaya başlarlar. Test eder, tehlikelerini bilir ve kendilerine hizmet edecek şekilde kullanabilmeleri için en sonunda sınırlı bir şekilde bize verirler. Siz zannediyorsunuz ki, instagram'da paylaştığınız bir anınız çok masum ve basit bir olay. Oysa tüm sosyal medya hesaplarının ana amacı kişisel bilgilerinizi toplayıp, bunları size karşı kullanmaktır. 

Bazı şeyleri yazarken ve dile getirirken bile ruhumun sıkıldığını hissediyorum. Amacım insanları korkutmak veya yaşamdan soğutmak değil. Uyandırmak! Çünkü kıyamet asıl kelime anlamıyla uyanmak demektir. 

İster dini literatürdeki tanımlamasını kullanın ve yecüc mecüc deyin isterseniz bir ateist üslubuyla bilim ve teknolojik gelişmeler deyin fark etmez. Burada asıl önemli olan neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmemiz. 

Biz insanların belirli bir enerjisi, zikri, frekansı vardır. Yapay zekanın ise bizimkinden çok daha farklı bir enerjisi var. İlk önce bunun çok iyi farkında olmalıyız. Bir yapay zeka asla bir insanın yerini tutamaz. Çünkü bizi insan yapan özel yeteneklerimiz var. Sezgilerimiz, yaratıcılığımız, merhametimiz ve ruhumuz gibi. 

Etrafımızda oluşan bu ağ maalesef bizim frekans ve enerjimize olumsuz bir şekilde etki etmekte. Hepimizin savaş ve fakirlik görmüş aile büyükleri vardır. Bu büyüklerinizle konuştuğunuzda "biz sizin kadar varlıklı değildik, zor koşullarda yaşıyorduk ama en azından mutlu ve huzurluyduk" diyorlar. Hiç bunun nedenini kendinize sordunuz mu? Savaş görmüş babanneniz sizden nasıl daha mutlu olabilir ki? Cevabını paragrafın başında verdim. Çünkü babannenin etrafını saran elektromanyetik alanı ve zihnine tohum atan yapay zekası yoktu. O özgürdü bu yüzden huzurluydu. Çünkü başını yastığa koyduğunda yanı başında bir 5G baz istasyonu yoktu. 

Dünyamızın etrafını saran bu ağ biz farkında olmadan kolektif bilinçaltına hükmetmeye başladı bile. Bunu güncel olaylardan çok net bir şekilde okuyabiliriz. Bu yapay bir ağ olduğu için bize de yapay olanı güzel gösteriyor. Yapay et, yapay rahim, yapay gıda.. Düşünen ve hisseden bir insan için bu düşünceler tehdit edici. Bu yüzden aslında yapay olana karşı direnç göstermemiz gerekir. "Benim bir telefonum, bir bilgisayarım, bir bulaşık makinem var ve bunlar benim için yeterli" diyebiliriz. Sonuçta teknoloji gerçekten gündelik hayatımızı kolaylaştırıyor. Daha fazlasına da ihtiyacımız yok zaten. Peki o zaman biz neden hala daha fazlasını istiyoruz? 

Şu anki kullandığımız tüm teknolojilerde asıl efendi hala biziz. İstediğimiz zaman televizyonumuzu kapatabiliyor, telefonumuzu kendimizden uzaklaştırabiliyoruz. Oysa bunu yapamayacağımız zamanlar gelmekte ve bırakın bunun için önlem almayı, bu anın gelmesi için resmen zamanı hızlandırıyoruz. Her türlü frekanslarla bunu yapıyoruz. CERN'deki deneyler, teknolojinin yaydığı elektromanyetik alanlar ve hiç ummadığınız popüler müzik ile frekansımız sürekli düşürülüyor. Çünkü eğer düşmezse yapay zeka, yecüc mecüc, deccal vs (adına ne derseniz deyin) başarısız olacak. Çünkü bu doğal olan bir süreç değil. 

İnsan tekamülünde, evrim sürecinde tabiki kendini geliştirecek, teknolojiyi yaratacaktı. Ama bunları kendini geliştirmek, çevresine hizmet edebilmek için yapacaktı. Şu halimize bir baksanıza, çevremize iyi gelen bir halimiz var mı? Doğayı ne hale getirdik. Barajlarımızda su yok. Son 50 yıllık tarım topraklarına sahibiz ama teknolojik olarak gelişmiş bir milletiz. 

Karanlık bir solucan deliğine girdik ve buradan çıkma şansımız olacak mı bilmiyorum ama en azından deneyebiliriz. Şu anki teknolojiyle yetinebilir daha fazlasını reddedebiliriz. Şehirleri terk edip, orman köylerine yerleşebilir bize sahte vahiyler indiren bu yapay zeka varlığından kendimizi koruyabilir ve tekrardan insan olabiliriz. 

Karleen'in vizyonunda gördüğü gibi doğa ana zaten bu varlığa karşı bir savaş vermekte. Ağaçlar, çiçekler ve hayvanlar birlik içerisinde bu gücün onları ve bizleri mahvetmemesi için savaşıyorlar ve bizim desteğimize ihtiyaçları var. Biz birlik olursak Zülkarneyn'in çektiği bu set yıkılmış olsa da bize zarar veremez. İşte bu yüzden şehirlerden uzaklaşıp doğaya yerleşmemiz şart. Çünkü orada yalnız olmadığımızı hatırlayacağız. Bahçemizde çıkan yabani otların aslında sahip olduğumuz hastalıklarımıza derman olduğunu fark edeceğiz. Toprağa iyi bakınca, onu sarıp sarmalayınca bereketiyle bizi nasıl da doyurduğuna tanıklık edeceğiz. Farkında değiliz ama ihtiyaç duyduğumuz her şey doğada. Bizim bütün ihtiyaçlarımızı karşılayan o. 

Karleen'in vizyonunda bu yapay gücün onu doğayı mahvetmekle suçladığını unutmayın. Bize bu koldan saldırıyorlar. Yeşil ekonomi ve doğayı koruma amaçlı imzalanan şu meşhur antlaşmalar bunun karanlık bir parçası. İnsanlara bir parazitten farksız olduklarını kabullendirecekler çünkü eğer buna inanırsak, aslında ne kadar güçlü varlıklar olduğumuzu unutacağız ve yapay bir zekanın bizi ele geçirebilmesi için istediği tam da bu. Yapay bir güç anca kendini gerçek güç olarak gösterirse güçlü olabilir. 

Venüs & karanlıktan kurtuluş

Yazımda teknolojik her şeyi gömüyormuşum gibi oluyor ama bize sunulan teknoloji bizim hayrımıza olan değil. İhtiyaç duyduğumuz teknolojiyi bize sunan bir adam vardı. Venüs'ten gelen Nikola Tesla. Bu adamın ana amacı her insana ihtiyaç duyduğu kadar enerjiyi serbest bir şekilde vermekti. Bağımsız enerjinin varlığından bahsediyordu. Bu yüzden yok edildi. 

Ezoterizimde Venüs dünyamızın kız kardeşi olarak bilinir. Bu süreç içerisinde kardeşi olan dünyamıza Nikola Tesla gibi varlıkları tekrardan gönderecek veya en azından bu teknolojilerin insan eline geçmesi için bizleri destekleyecektir. Onun bu desteğini hissedebilmek için her şeyi bırakın ve venüsyen konulara yönelin. Sevdiğiniz şeyleri yapın. Hobilerinize daha fazla değer verin. Dans edin, resim çizin. Sevdiklerinize daha fazla sarılın. Sevgiyi yüceltin ve bunu etrafınıza yayın. Bunları yaptıkça etrafınızda sizi koruyan bir korunma kalkanı oluşacak. İşte bu korunma kalkanınız sizin bu karanlıktan çıkış biletiniz. 

Dini hikayeleri aşağılayıp küçük görmeyenlerdenseniz merak etmeyin Zülkarneyn'in çekmiş olduğu set yıkılmış olsa da, o sizin auranızı mühürleyecek ve sizi korumaya devam edecektir. Yeterki buna izin verin. 

Tüm bu dini hikayelere inanmayan ateist kardeşim de sevgiyi gördüğü güzel şeylere sarılsın. Bu da onun korunma kalkanı olacak.

Belki bu yazımın bir bölümü daha olur çünkü yapay zeka konusu uzaylılar konusuna da bağlanıyor. Çünkü bize uzaylı olarak pazarlanan bu varlıklar bahsetmiş olduğum bu yapay zeka bilincine sahip olan varlıklar. Bunların bedenlenmesini gören daha doğrusu bunlarla karşılaşmış olan insanlar var. Bu da tüm uzaylılar tarafından kaçırılma hikayeleriyle alakalı. Ama lafı daha fazla uzatmamak için noktayı koyuyor ve sizi yazıda yöneltmiş olduğum sorularla başbaşa bırakıyorum.  

YARATILIŞ HİKAYEMİZ 1 | YILANOĞULLARI ANUNNAKİLER

 

Son yıllarda kendimi karanlığın ışığından geri çekip sadece güzel ve iyi olan konulara adamıştım. Enerjimin çoğunu otacılık derslerine veriyor ve tıbbi bitkileri araştırıyordum. Ama özellikle son iki sene içerisinde yaşadıklarımız sanki beni tekrardan şeytanla aynı masaya oturttu gibi hissediyorum. Aslında sadece ben değil tüm insanlık belki de varoluşun en önemli ve en karanlık sınavını vermek üzere. Yani hepimiz şeytanla aynı masaya oturmuş vaziyetteyiz ve en büyük tekamül sınavımızı vermekteyiz. Bu sınavı geçenler Rudolf Steiner'ın bahsettiği yeni Jüpiter'e yani 5. boyuta geçecek ve çok güzel şeyler yaşayacaklar. Bu sınavı veremeyenler ise bir yapay zekanın içerisine hapsedilip, dev bir cehennem hapsinde yanarak sönecekler. 

Etrafımızda olup bitenleri daha iyi anlayabilmemiz ve şeytanın bu son sınavını başarılı bir şekilde geçebilmemiz için birkaç yazıdan oluşan yeni bir seriye başlamak istiyorum. Bu yazı serisinde ana konumuz yaratılış hikayemiz olacak. Ama bu ilk yazım insanoğlunun yaratılış hikayesinden ziyade yılanoğullarının yaratılış hikayesiyle başlayacak. Bunun için gelin Elon Musk Mars'a çıkmadan biz yakın geçmişimizle başlayıp, derin geçmişe doğru bir zaman yolculuğuna çıkalım..

Naziler, Thule örgütü & Aldebaran

Tıpkı şimdi de yaşandığı gibi Uranüs 1930'lu yıllarda Boğa burcundan geçerken dünya üzerinde genler üzerinde bir takım tuhaf deneyler yapılıyordu. (Lebensborn çocuklarını araştırın) Bunları yapanlar Nazilerdi. Bu tuhaf grubun aynı zamanda tuhaf inançları da vardı. Saçları topuklarına kadar uzanan Vril kızlarıyla tuhaf ayinler gerçekleştirip, Aldebaran yıldızıyla iletişime geçiyor ve ufoların teknolojik olarak nasıl tasarlanmaları gerektiğine dair bilgiler ediniyorlardı. Yani kısacası bugünkü tüm uzay teknolojileri, yapay zekaya ait tüm bilgiler ve genetik üzerine olan deneyler 2. Dünya Savaşı sıralarında Thule örgütünün üyelerinin elinde biriktiriliyordu. 

Peki bu Thule örgütünün ve üyeleri olan Nazilerin Aldebaran yıldızıyla ne alakaları vardı?

Nazilerin ezoterik karanlık geçmişleri hakkındaki bilgiler gizli tutulmaya çalışılsa da Adolf Hitler'in Ari ırkla ilgili büyük bir sapkın takıntısının olduğunu hepimiz biliyoruz. İşte bu Ari ırk ile Aldebaran yakından ilgililer. Çünkü Aldebaran Ari ırkın ilk anavatanı.

Nazi kaynaklarına göre kendileri (Ari ırk) ilk önce Aldebaranda var olmuşlar. Teknolojik olarak kendilerini o kadar çok geliştirmişler ki, diyalarını mahvetmişler. Yok olacaklarını anlayınca ufolarına atlayıp bu sefer de Marduk/Nibiru/Maldek vs gibi çeşitli isimlerle anılan başka bir gezegeni istila etmişler. Ama orayı da teknolojileriyle mahvedip kendilerine yeni bir gezegen aramaya başlamışlar. Bu sefer bizim komşu gezegen Mars'a yerleşmişler. Zamanla tabiki bu gezegenin de içine etmişler. Mars'ın da işe yaramayacağını anlayınca hayatta kalan son varlıklar ufolarına atlayıp bu sefer güzel Gaia yani dünyamıza gelmişler ve şu an senin benim yanımda yaşıyorlar. 

Anunnakiler, yeni din & Elon Musk'un Mars takıntısı

Sümer tabletleri incelendiğinde Anunnakiler ve yarı tanrılar hakkında birçok tarihi kafa karıştırıcı bilgiye erişiriz. Kutsal kitaplarda düşmüş melekler konusuna da çokça atıf vardır. Mitolojilerde devlerden, titanlardan bahsedilir. Yani okulda öğrenmiş olmasak da, kutsal kitaplar ve tarihi kaynaklar Anunnakilerin yani yılanoğullarının bu geçmişini inkar etmez. Ama gel gelelim bu geçmiş insanoğlunun geçmişi değildir. 

Madem bizim geçmişimiz değil o zaman bizi ne ilgilendiriyor diye düşünebiliriz. Ben de uzun zamandır böyle düşünüyor ve NASA'nın bizi bombardımana tuttuğu ufo açıklamalarını ve uzaylı tartışmalarını görmezden geliyordum. Ta ki olayın ciddiyetinin farkına varana dek. 

Yazımın başında bahsetmiş olduğum Naziler var ya, onların içinden bir grup bilim adamı Nürnberg mahkemelerinde yargılanmadan hemen Amerika'ya kaçırılıp, üst pozisyonlara getirildiler. NASA'yı, çeşitli DNA çalışmaları yapan kuruluşları Naziler kurdu. Zamanla bunların alt dalları oluştu ve Elon Musk sahneye çıkarıldı. Ama Elon Musk sahneye çıkarılmadan önce Rockefeller'ın sponsorluğunu üstlendiği Secharia Sitchin ve Erich von Däniken gibi milyonlarca eser satmış insanların kitaplarıyla ve daha sonra uzaylı belgeselleriyle insanların beyinleri yıkanmaya başlandı. Bir yandan uzaylı hikayeleri hepimizin bilinçaltına yerleştirilirken çok önemli bir mesaj daha yerleştiriliyordu. Yuval Noah Harari'nin "hayvanlardan tanrılara - Sapiens" adlı kitabının reklamının ne kadar iyi yapıldığını hatırlayın. Bu kitabı herkesin elinde, kitapçıların en çok satanlar raflarında görmedik mi? Peki neydi bu kitabın konusu? Şempanze büyük baba ve maymun büyük annelerimizden türeyip, yüksek teknolojileri yaratıp, muazzam bir medeniyet haline dönüşümümüzü anlatıyordu. Vay be diyordu kitabı okuyanlar nerelerden ne kadar üst düzey bir hale geldik. 

Özetle şu an bize "siz insanlar maymundan türediniz ama biz (Ari ırk) uzaylı atalarımız olan Anunnakilerin soyundanız" yalanı yutturuluyor. Yani insanlar aslında bir köle ırk. Anunnakilerin genetik manipülasyonları sayesinde maymun olmaktan kurtarılan bir ırk. Bize anlatılan hikaye bu ve bunu kabul ettirmek için Elon Musk mesih olarak seçilmiş vaziyette. 

Kutsal kitapların bahsettiği insanoğlunun yaratılış hikayesini ellerinin tersleriyle ittirip, kendi marsiyen uzaylı dinlerini bize dayatabilecekleri o mükemmel anı bekliyor Elon Musk'un arkasındaki şahıslar. Bunu nasıl yapacaklarını bilmiyorum ve bence onlar da tam olarak bilmiyorlar ama yola çıktılar. Bir salgın çıkaralım, insanları küçük bir virüs ile korkutalım ve veri toplayalım dediler. Küçük, görünmez bir virüs bile insanları bu kadar çok korkutup onları histeri içerisinde yaşadıkları bir transa sokuyorsa bir uzaylı saldırısında nasıl tepki verirler şeklinde küresel bir deneye tabi tutulduk. Sonuçta korku çok güçlü bir silahtır ve üzerimizde bu silahı kullanarak, asla kabul etmeyeceğimiz şeyleri daha hızlıca bize kabul ettirebileceklerini biliyorlardı. Bu yüzden UFO haberleri corona haberlerinin arasına sıkıştırılarak insanların bilinçaltlarına yerleştirildi. Tabiki bu deneyin bir de dev bir DNA boyutu vardı. Çünkü belki de Elon Musk Mars'a gittiğinde kendi atasına dair DNA örneklerinin insanlarla birebir olduğunun bilgisiyle geri dönecekti.

Çok açık ve net bir şekilde bir kere daha tekrarlıyorum. Dünyaya uzun zaman önce Anunnakilerin geldiğini ve maymunlar üzerinde bir takım DNA değişiklikleri yaparak hibrit bir ırkın oluşturulduğunun hikayesini bize kabul ettirecekler. Bu hibrit ırkın biz olduğumuzun yalanını yutturacaklar. Sonra da diyecekler ki, Anunnakiler söz verdikleri üzere tekrardan geliyorlar ve insanların DNA'sını değiştirip, süper insan ırkını yaratacaklar. 

Hanginiz inandınız şimdi bu saçma hikayeye? 

Durun bekleyin. Bir sonraki yazımda transhümanizm ve yapay zekayı ele aldığımda bize bu saçmalığı nasıl kabul ettireceklerini daha iyi anlayacaksınız. 

Bu yazı serim uçuk kaçık bir seri olacak çünkü inanılmaz önemli bir bilinç sıçramasının eşiğindeyiz. Bütün galaktik ırkların gözleri bizim üzerimizde ve merakla Gaia'nın neye dönüşeceğini merak ediyorlar. Bu güzel cennet dünya yeni Jüpiter adıyla anılan ruhsal bir gezegene mi dönüşecek yoksa yılanoğulları galip gelerek diğer mahvolan gezegenler gibi yok mu olacak? 

Gözümüzün önünde bu sıçramayı başaramayıp mahvolmuş olan çok değerli bir örnek var. Mars. Eski halinin dünyaya çok benzediği ve çok güzel bir yer olduğu anlatılır. İngo Swan vb psişiklerin aktardıklarından Mars'ın son zamanlarında yaşayan varlıkların ne kadar hüzünlü ve pişman olduklarını öğreniyoruz. 

Elon Musk'ı Adem torunu olarak anlamak çok zor. Yaşamın var olduğu bir gezegeni yani dünyamızı kurtarmak yerine mahvolmuş bir gezegende yeni bir hayat kurma fikri şeytani. Ama damarlarında akan kan yüzünden dünya mahvolursa kaçabilecekleri yeni bir yere sahip olmaları şart. Aramızdaki Anunnaki kanına sahip olan marsiyenler yüzünden çok korkunç şeyler yaşayabiliriz. Sana bana benzeseler de, yılanoğullarının amaçlarını çok iyi okumalı ve Allah'ın ilahi çizgisinden asla ayrılmamalıyız. Yani bu insanların bize dayattıklarına artık bir dur demeliyiz. İçimizdeki Mehdi ışığını uyandırıp bilinç sıçramamızı yapmalıyız. Bize pazarlandığı gibi kıyamet zamanı ne Mehdi ne de Hz. İsa gelecek. Bizi devlet ve otorite de kurtarmayacak. Zaten bu marsiyenleri bizden nasıl ayırt edeceğiz diye soruyorsanız sizin üstünüzde olanlar onlar derdim. Yöneticiler, politikacılar, papa, DSÖ, dünya ekonomik forum.. şu son yıllarda bize köleliği dayatan tüm sistemlerin ardında yılanoğulları var. Armageddon savaşı çoktan başladı. Artık uyanma zamanı. Savaşma değil UYANMA ZAMANI! Çünkü uyandığımız anda barışı zaten biz kazanmış olacağız. Güzel Gaia kazanacak..

YARATILIŞ HİKAYEMİZ 3 | ATLANTİS'İN MİRASI & GÜNÜMÜZ



Bilindiği üzere Kova çağına yaklaşmak ve Demir çağından uzaklaşmakta olduğumuz için şu ana kadar doğru bildiğimiz birçok bilginin gerçek yüzüyle karşılaşacak ve kim olduğumuzun sorusunu kendimize soracağız. Çünkü bu sorunun cevabına artık hazırız. Kova çağında insanoğlu galaktik ırklarla nasıl bir bağa sahip olduğunu keşfedecek. Kendi gezegeninin dışındaki varlıklarla iletişime geçecek ama bu bize pazarlandığı gibi teknoloji, yapay zeka veya ufolar aracılığıyla olmayacak. Ruhsal tekamül aracılığıyla olacak. Bu yüzden ilk önce şu uzaylı saçmalığını iyice idrak ederek konumuza giriş yapmak istiyorum. 

Ufolar ve uzaylılar var mı?

Ufolar varlar ve onları çok daha sık görmeye kendimizi hazırlamalıyız ama merak etmeyin içinde uzaylılar yok, bu dünyaya ait varlıklar var. İlk yazımda bahsetmiş olduğum gibi ufoları ilk Almanlar yaptılar, daha sonra bu teknolojiyi Amerika'da iyice geliştirdiler. Yani ufolar artık tamamıyla insan yapımı, NASA'nın araçları. Ama daha da önemlisi Almanlardan önce de bu teknoloji dünyada vardı. - Atlantis'de. 
O halde gelin Atlantis dönemi yani Nuh tufanı öncesinde dünyada yaşananları hatırlayalım. 

Atlantis, cinler & DNA deneyleri

Kuran çok açık ve net bir şekilde geçmişte bizden daha üstün olan medeniyetlerin varlığından bahseder. Bahsetmesine rağmen ne gariptir ki, eskilerin bizden daha az teknolojiye sahip olduğunu zanneder ve piramitler gibi yapıların insan eliyle inşa edildiğini söyler dururuz. Oysa dünyanın birçok yerindeki arkeolojik buluntular Atlantis ve Mu medeniyetlerinin kalıntılarıyla doludur. Bu medeniyetler dünyanın altın çağ döneminde var olmuş olan ve yüksek teknolojiye sahip olan medeniyetlerdir. 


Edgar Cayce gibi psişiklerden Atlantis dönemi bir grubun (yılanoğulları) kristal teknolojisini ve solucan deliklerinden elde ettikleri enerjileri korkunç kara büyü ayinlerinde kullandıklarını ve insanoğlu üzerinde genetik deneyler yaparak canavar vari varlıkları (bize uzaylı olarak pazarlanan gri yaratıkları) ürettiklerini biliyoruz. Anlatımlara göre bu işin içerisinde cinlerin de olduğu ve amacın onlara bir beden yaratmak olduğu söylenmekte. Yani kısacası şu an transhümanizm projesiyle yapılmak istenen şey, Nuh tufanı öncesi zaten yapıldı ve korkunç bir tufanla sonuçlandı. Allah'ın elçisi olan Zülkarneyn sonrasında devreye girerek bu yaratık varlıklarla dünya boyutu arasına bir set çekti. 

Olay Atlantis dönemi o kadar çok çığrından çıkıyor ki, Allah Hz. Nuh'u görevlendirip bütün kavmi helak ediyor. Tabiki kaçanlar da oluyor. İyi olan taraf Tibet'e gidip, bütün kadim bilgeliği Veda metinlerinde gizliyor. Yılanoğulları ise Mısır'a geçip, Antik Mısır'daki rahip sınıfını oluşturuyor. Böylelikle her iki soy tufan sonrası yaşamını devam ettirip, günümüz koşullarını oluşturuyor. Yılanoğulları masonluk, illuminati akımı gibi çeşitli teşkilatları kurarak ve evlilikleri aile içerisinde yaparak, soylarını saf kalacak şekilde devam ettiriyorlar. 

Rudolf Steiner, Lusifer, Ahriman & deccal

Tüm dini öğretiler, kahinler ve kutsal metinler bize gelmekte olan bu zamanın kehanetlerini vermekteydi. Şüphesiz bu öğretilerin en anlaşılır ve modern halini bize mistik Rudolf Steiner bırakmıştı. 
Jüpiter'in 8. evimdeki transiti boyunca Steiner'in öğretilerini araştırma imkanım oldu ve öğrendiklerimi yaratılış hikayemiz serisinin içerisinde aktardım. Bu yazımda onun Lusifer ve Ahriman betimlemelerini açıklamak istiyorum ki, bugünkü yaşadıklarımızın ardındaki gerçekleri iyice kavrayalım ve geçmişi nasıl tekrarlamak üzere olduğumuzu idrak edelim. Çünkü tüm kahinlerden sadece Rudolf Steiner özellikle son iki sene içerisinde yaşadığımız salgın ve aşılanma sürecini bu kadar net ve kesin bir şekilde öngörebilmiş ve bizi uyarmıştı. 

Steiner, öğretilerinde şeytanın iki yüzünden bahseder. Lusifer'in manevi anlamdaki gücünden ve New Age akımlarındaki rolünden bahsederken bir de ahriman adıyla tanımladığı ve ahir zamanda dünyada bedenleneceğini aktardığı farklı bir şeytani gücü daha anlatır. 
İslam kaynaklarında ahriman deccal olarak geçmektedir. Aslında en basit anlamıyla bu kelimenin ardında yapay zekayı ve transhümanist varlıkları anlamalıyız. 
Lusifer ise dini kaynaklarda aynı zamanda ışığı, yani bilgeliği getiren düşmüş baş melek olarak bilinir. Lusifer bu özelliğinden dolayı din ve spiritüel konuların içine de sızar. Yani şeytan size maddiyatı kullanarak saldırdığı gibi manevi yönünüzün zayıflıklarını da kullanabilir. Bu yüzden özellikle New Age akımlarının, tarikat ve dini kuruluşların öğretilerinde de gizlidir. Onun asıl görevi bizi bedenimizin dışına yöneltmek, kötüyü görmememizi sağlamak ve alt çakraların ateşini alevlendirmektir. Mesela bizi zorluklardan uzaklaştırır. Acımızı görmezden gelmemize yardımcı olacak alışkanlıklar kazandırır. Yeme alışkanlığı, lüks yaşam arzusu.. Halüsinojenik maddeler, uyuşturucular vs. gibi şeyleri ön plana çıkartır. (Bu yüzden en yakın zamanda uyuşturucu maddelerin yasal hale geldiğini göreceğiz.) Gerçeklerden kaçarken kollarına düştüğümüz kişi daima Lusifer'dir. Mesela bir diğer önemli silahı cinlerdir. Onların aracılığıyla insanlara sahte vahiyler indirir. Hacı, hoca takımına tarikatlar kurdurup, sapkın cinselliğe yönlendiren de kendisidir. Tutku, arzu, haz ve alışkanlıklarımızı yöneterek, kanımızı işgal bile edebilir. Kısacası Lusifer'in görevi inancımızı zayıflatmaktır. Ahriman yani deccalin görevi ise maddi yönümüzü kuvvetlendirmektir. 

Steiner, şeytanın bu iki kanadı kullanarak insanları 8. küre adını verdiği yere hapsedeceğini anlatır. Bu 8. küreyi arafa benzer bir boyut olarak algılayabiliriz. Bu astral boyutta tekamül sürecini tamamlamak yerine gerilemeyi tercih eden parazit varlıklar bulunur. Steiner kehanetine göre bu paraziter varlıklar tam da günümüz zamanında dünya boyutuyla birleşir ve insanın bedenini ele geçirirler. Steiner'ın bu kehaneti Kuran'daki Zülkarneyn ve yecüc mecüc anlatımını hatırlatır. 

Şimdi gelelim bu 8. küre olarak bahsedilen şeyin madde alemde ne olduğuna. Özellikle medikal astroloji yazılarımın hepsinde sağlık sorunlarının elektromanyetik alanlardan ne kadar olumsuz etkilendiğinden ve 5G teknolojisinin bize ve doğaya ne kadar büyük zarar vereceğinden bahsediyorum. Atalarımızın maruz kalmadığı kadar çok bu elektromanyetik alana, çeşitli frekans ve dalgalara maruz kalıyoruz. İnterneti ve çevremizdeki bütün elektronik aletleri kullanırken bizi nasıl bir hale soktuğundan bir haberiz. Oysa tüm bu aletler bizi an'dan koparıp sanal bir şeye hapsetmekte ve nörolojik dengemizi bozmaktalar. Bu etrafımızı adeta kuşatan ateş çemberi biz farkında olmasak da yaratılış zikrimizi bozarak, paraziter varlıkların (cinlerin) musallat olabilmesi için gerekli zemini oluşturuyor. 
Peygamberimizin "ümmetimden cenneti kazanacak olanlar bir avuç kadar insanı geçmeyecek" sözünü hatırlayın. Çünkü biz cenneti cehennem, cehennemi ise cennet gibi görmek zorunda bırakılan ümmetiz. 

Şeytani ayinler & kurban edilen bizler

Biliyorum, yaratılış hikayemiz serisindeki anlattıklarım birçok okur için yeni olabilir bu yüzden yazılanlar çok uçuk ve şizofrenik algılanabilir. Gerçekleri görmezden gelmeye o kadar çok alıştırıldık ki, artık şeytan kendisini gizlemeye bile çalışmıyor. Madonna, Katy Perry, Lady Gaga veya diğerlerinin performanslarını izlediğimizde zevkten dört köşe oluyor ve aslında şeytani bir ayinin parçası olduğumuzun farkına bile varmıyoruz. Farkında olanlar da neden kendilerini bu kadar çok açık ediyorlar? diye kendini sorguluyor. Oysa cevap çok basit. Şeytanın gücü insandır! Şeytan sadece bizim ona verdiğimiz enerjiden faydalanarak güç kazanır. Yani Madonna sahneye çıktığında hipnotize olmuş bir şekilde onu izleyen insanların yaşam enerjilerini çalmaktan başka bir şey yapmaz. Danslarıyla, müziğinin frekanslarıyla, giyimi ve kuşamıyla insanın bilinçaltına şeytani mesajlar ekerken, onu izleyenler farkında olmadan kendi iradelerini şeytana kaptırırlar. Şeytan bu şekilde güçlenir. İnsanın iradesini eline geçirerek. 
Ahir zamanda yaşayan varlıklar olarak irademizin ne kadar büyük bir güç olduğunu ve onu kimlerin eline teslim ettiğimize çok iyi bakmalıyız. 

Şimdi günümüzde yaşadığımız her şeyi bu yazılarda okuduğunuz bilgiler doğrultusunda tekrardan değerlendirin. Neden kadına şiddetin bu kadar fazla olduğunu, çocuk tecavüzlerin arttığını, uyuşturucu ve madde kullanımının çoğaltıldığını, GDO'lu tohumların piyasaya sürüldüğünü, neden salgının çıktığını, niçin aşılandığımızı, ufoları, 5G teknolojisini, yapay zekayı.. tüm bunları bir kere daha düşünün. 

Ben bu iki farklı ırk saçmalığına inanmıyorum diyorsanız da, neden Rh- ve Rh+ şeklinde iki farklı kanın olduğunu ve neden evlenmeden önce kan uyuşmazlığı testini yaptırmak zorunda olduğunuzu hatırlayın. Neden kan uyuşmazlığı yüzünden anne rahminin bebeği öldürdüğünü düşünün. Çünkü Adem o elmayı yemeyecek, yani o soyla birleşmeyecekti. Kanımız Allah'ın bu emrini ve cennetten düşüşümüzü hala hatırlıyor. Sadece biz unuttuk çünkü unutturulduk. 

Gençlerimizin dinden nasıl uzaklaştırıldığını ve bilim dinine nasıl yakınlaştırıldıklarını görüyoruz. Sağlığımızın nasıl elimizden çalındığını ise yeni idrak etmeye başladık ve çaresizce kendimizi kapana kıstırılmış gibi hissediyoruz. Oysa çare var. Biziz! 

Arap alimleri Rönesans'ın doğuşuna icatlarıyla zemin oluştururken çok önemli bir tehlikenin farkına varıp kendilerini bilimden geri çekmişlerdi. İslam medeniyetinin teknolojik olarak gerilemesinin bir sebebi vardı çünkü alimler şeytanın bunu nasıl silah olarak bize karşı kullanabileceğini idrak etmişlerdi. 

Bu yazılarımın amacı dağa yerleşip, teknolojiyi reddetmekle ilgili değil. Ama bazılarımızın sağlıklı kalabilmek için bunu da yapmak zorunda kalacağını biliyorum. Bu yüzden dağ ve orman köylerimize sahip çıkıp, imkanımız oldukça buralardan ev ve arsa almalıyız. İnternetin çekmediği, yoğun bir elektrik akımının olmadığı yerlere gitmeli ve kendimizi topraklamak için yere uzanıp güneşin bizi yıkamasına izin vermeliyiz. Sadece bunu yapabilecek gücü olanlar şehirlerde kurulan bu deccaliyet sistemine karşı güçlü durabilecekler. Burada amaç kaçmaktan ziyade denge kurmak. Teknolojiye sahip olmak ama teknoloji olmadan da hayatta kalabilmek. Amaç teknolojiden, yapay zekadan faydalanmak ama ona bağımlı olmamak. Bunu başaracak olanlarımızı çok güzel günler bekliyor ve inanıyorum ki bu grup bir azınlık olmayacak. Çünkü daha şimdiden metaverse'in istediği ilgiyi elde edemediğini görüyoruz. İnsanoğulları bilinç sıçramasını yapacak kadar aydınlar ve sadece doğru anı bekliyorlar.. 

Atlantis tekrarlanmayacak.