30 MAYIS 2022 | İKİZLER BURCUNDA YENİAY

  • Share

ÖLÜM ÖTESİ | REENKARNASYON DÖNGÜSÜNDEN KURTULMAK

  • Share

16 Mayıs 2022 | AKREP BURCUNDA KANLI AY TUTULMASI

  • Share

MEDİKAL ASTROLOJİDE PLÜTON & KANSER

  • Share

11 Mayıs 2022 - 16 Mayıs 2023 | TRANSİT JÜPÎTER KOÇ BURCUNDA

  • Share

30 NİSAN 2022 | BOĞA BURCUNDA URANÜSYEN GÜNEŞ TUTULMASI

  • Share

16 NİSAN 2022 TERAZİ BURCUNDA DOLUNAY

  • Share

12 NİSAN 2022 | TRANSİT JÜPİTER NEPTÜN KAVUŞUMU

  • Share

1 NİSAN 2022 | Koç burcunda YENİAY

  • Share

Kırsala taşınmak | ARAZİ ALIRKEN NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?

  • Share

MEDİKAL ASTROLOJİDE AY VE TİROİD

  • Share

18 MART 2022 | BAŞAK BURCUNDA DOLUNAY

  • Share

MEDİKAL ASTROLOJİDE NEPTÜN VE PARAZİTLER

  • Share

30 MAYIS 2022 | İKİZLER BURCUNDA YENİAY

 

9 derece İkizler burcunda gerçekleşecek olan yeniay bize yeni bilgiler getiren bir etkiye sahip olacak. Belki de uzun zamandır gözümüzün önünde olan şeyi ilk defa tam anlamıyla idrak edebildiğimizi göreceğiz ve işte bu farklı bakış açımız bize yeni bir sayfa açma ve yeni bir adım atma imkanını tanıyor olacak. 

Yeniay, Aldebaran yıldızıyla kavuşumda olacağı için 2 hafta içerisinde atacağımız adımlarda zaferler elde etme imkanımız yüksek olacak. Yalnız Aldebaran gibi kraliyet yıldızları bu etkilerini sadece ahlaklı ve erdemli davranmasını bilen insanlara vaat eder. Yani girişeceğimiz işlerde dürüst ve akıllı olursak güzel bir sürece girmemize vesile olabiliriz. Merkür gerilemesinin de bitmesiyle kapalı olan kapılarımız açılacaktır. 

Yalnız Merkür bu süreç içerisinde Algol yıldızından etki alacağı için tutkularımızın çok iyi farkında olmamız gerek yoksa gireceğimiz yolda büyük bedeller ödemek zorunda kalabiliriz. Çünkü bu yeniay İkizler burcunda yani tutkularımızla hareket etmek yerine tamamıyla mantıklı olana yönelmeliyiz. Bu yüzden kalbinizi duyun ama mantığınızın uygulayıcısı olun. 

Buna bu kadar vurgu yapıyorum çünkü Merkür retrosu bitse de Satürn gerilemesi başlamak üzere. Aklını kaybedip, boş işler peşinde koşanlar için bu süreç zorlayıcı olabilir. 

Bu ikilinin arasındaki zorlayıcı açıyı mantıklı kullanamayacak gibi olursanız en azından sevdiklerinize karşı dikkatli olun ve kimsenin kalbini kırmayın çünkü yaşayacağımız bazı şeyler damarımıza basabilir ve agresyona neden olabilir. Kendimizi tutmakta zorlanabiliriz. 

Bunun haricinde Mars Jüpiter ile kavuşumda. Bir yandan yeni girişimler için ihtiyaç duyduğumuz enerjiye kavuşacağız ama bir yandan da özgüven patlaması yaşayarak haddimizi aşma riskine de sahip olduğumuzu bilmeliyiz. Dolayısıyla alçakgönüllü davranmalı ve boyumuzdan büyük işlere kalkışmak yerine sağlam adımlar atarak yol almalıyız. 

Geçen ay hakim olan onca Balık enerjisinin aksine bu yeniay Koç burcu baskın. Jüpiter, Mars ve Kiron'un burada bulunması aslında pasif davranmaktan vazgeçip, içimizdeki savaşçı ve yaratıcı gücümüzü ortaya çıkartmamız gerektiğini gösteriyor. Ama bunun için de ilk önce içimizdeki şeytanları dizginlememiz gerek. Sonuçta yeniay yöneticisi olan Merkür şeytani enerjiyi temsil eden Algol'den etki alıyor. Aldebaran yıldızı ise Mikail meleğiyle bağdaştırılır. 

İnsanın içindeki gerçek potansiyeli ortaya çıkarabilmesi için ilk önce kendi içindeki karanlıkların farkına varıp değişime niyet etmesi gerek. İşte bu yeniay bu değişime niyet edeceğimiz zaman olsun. İçimizde gizli saklı tuttuğumuz tüm iblislerle yüzleşip onları serbest bırakalım yoksa Satürn retrosu boyunca başımıza bela olacaklar. 

Dilerim bu yeniay hepimiz içimizdeki cesareti keşfeder ve yeniliğe doğru ilk adımımızı atarız. Bu yeniay öyle bir kapı açıyor ki yeryüzündekilere, uzun zamandır veremediğimiz bir savaşı zaferle kazanma şansını elde edeceğiz. Bu yüzden bu belki de yılın en iyi yeniayı olabilir. Yeterki içimizdeki iyiliğe hizmet edip karanlığa aydınlık armağan edecek gücü bulalım. 

Özgürlüğümüz daim, aklımız zinde olsun, kalbimiz de huzurla dolsun.. 

ÖLÜM ÖTESİ | REENKARNASYON DÖNGÜSÜNDEN KURTULMAK

 

Bu yazıyı yazarken Akrep burcunda Ay tutuluyor. Onun etkisi midir nedir sabah sabah bu yazıyı yazma ihtiyacı duydum. Aslında geceden çok karanlık bir enerjiyle yatağa girip çok içten bir dua etmiştim ve gecenin bir vakti şimdiye kadar gördüğüm en güzel rüyalardan birini gördüm. Öldüğümü..

Sanki deniz kenarındayım. Kayalıklarda bekliyor ve çıldıran denizi izliyorum. Kötü bir şeyin olacağını hissedercesine bir iç titreme var içimde. Sonra sanki bir fırtına çıkıyor ve şaman tipli, bilge bir yaşlının (kendisini rüyada Wolf Storl olarak görüyorum) etrafımı sararak beni diğer boyuta götürdüğünü hissediyorum. Yani ölüyorum. Diğer boyutta bütün üstatların olduğu yerde buluyorum kendimi. İlk karşılaştığım kendisini Hz. İsa olarak tanıtıyor. O kadar büyük bir mutluluk ve huzur var ki içimde sevinçten ağlamaya başlıyorum. Sonra beni gezdiriyorlar boyutlarda. Sonra sanırım geri gönderiliyorum çünkü en son hatırladığım Hz. İnsan diye arkasından bağırdığım birinin benden uzaklaşması. Sanırım tekrardan dünya boyutuna inip öteki tarafta kalan kendi üst benliğimden uzaklaştığım için üzüntü duyuyorum. 

Daha önce hiç gerçek anlamda ölüm ötesi deneyimim olmamıştı. Bu deneyime yakın olan tek şey bu gördüğüm rüyaydı. Ya rüyanın etkisinde kaldım ya da tutulmanın etkisiyle bir mesaj mı almam ve iletmem gerekti bilmiyorum ama uzun zamandır tıklamak için beklettiğim ölüm ötesiyle ilgili bir videoyu izlemeye başladım. Bu yazımda da bu konu hakkında bahsetmek ve Karleen'den öğrendiklerimi aktarmak istiyorum çünkü bilgilerin bazıları benim için de çok yeni ve ilginçti.

Aslında bu Karleen'den bahsettiğim ilk yazı değil. Daha önce haritada medyumluk göstergeleri adlı yazımda onun haritasından bahsetmiştim. Ne zaman karşıma medyum veya psişik yetenekleri olan biri çıksa bir şans veririm ama genelde hep hayal kırıklığına uğrarım. Karleen ise bu konuda güvenimi kazanmış olan tek kişi diyebilirim. Bu yüzden bilgilerine değer verdiğim için bu yazıda onun anlattıklarını paylaşmak istedim. 

Karleen benim rüyamda gördüğüm ölüm ötesi deneyimimi gerçek hayatta bir meditasyon sırasında yaşamış. Boyut atlarken bir parçasını geride bıraktıktan sonra üstatların onu güzel bir bahçede ağırladığını anlatıyor. Orada gördüğü herkes onun bu misafirliğine çok sevinmiş. Karleen "benim sadece kısa süreliğine geldiğimi biliyor ve beni tanıyorlardı, ben de onları tanıyordum ama nereden tanıdığımı bilmiyordum" diye anlatıyor. Oradaki her şey çok güzelmiş ve o anda her şeyin ortak bir bilinci olduğunu idrak edebilmiş. Bahçe, duvarlar, kısacası o anda farkına vardığı her şeyde yaratıcının bütünlüğünü hissetmiş. "Bu o kadar güzel bir histi ki, geri dönmek istemedim ama üstatlardan biri kulağıma misyonumu fısıldayarak geri dönmem için beni ikna etti" diye anlatıyor. Sonra boyutlardan aşağa inerken bıraktığı benliği tekrar üstüne giyerek dünya boyutunda kendine gelmiş. 

Hem benim hem de onun anlatımında karanlık bir tünelin ardındaki ışık sembolizması yok. Oysa ölüm deneyimi yaşayan birçok insan bu tünelden bahseder. Bizim bu tüneli görmemiş olmamızın sebebi bunun gerçek bir ölüm deneyimi olmamasıyla alakalı olabilir. Herkes ölünce bu tünele benzer bir geçitten geçitiğini anlatır. Hatta bu islami literatürde sırat köprüsü olarak geçer. 

Karleen bir medyum olsa da, araştırmalarını çok iyi yapan biridir ve ölüm ötesiyle ilgili birçok kadim kabilenin anlatımlarını ve özellikle de bu konu üzerine çok fazla araştırma yapmış olan isveçli bilim adamı Emanuel Swedenborg'un bilgilerini araştırmış (google'a ismini girerek life after death yazarsanız araştırmalarını pdf olarak indirip okuyabilirsiniz) ve bu tünelle ilgili çok ilginç bir tehlikenin söz konusu olduğunu öğrenmiş. 

Hazır Jüpiter 8. evime girmişken ölümle ilgili konulara iyice dalmam gerektiğini hissediyorum ve bu konuda birçok bilgi kirliliği olduğunu biliyorum. Maalesef bu bilgi kirliliği ve özellikle de ölüm korkusunun ardında 3 semavi dinin aktardığı bilgiler var. Dinimiz bu kavramları vermiş olsa da bunları topluma aktaran hocaların anlatımları kafa karıştırıcı olabiliyor. Bu yüzden bu yazımda bazı tanımları doğru anlamamız için açıklamalar yapıyor olacağım ama gelin ilk önce ölümün biz dünyalıların algıladığı gibi acı verici olup olmadığı sorusuyla başlayalım. 

Ölümün kendisi acı verici değildir. Özellikle ani ve acı verdiğini düşündüğümüz ölümlerde ruh, olüm anı gerçekleşmeden bedeni terk eder. Bazen derin rüya görürken pat diye yüksek bir ses duyarak kendinize gelirsiniz ya işte ölüm anı da tam böyle bir andır. 

Bu anı yaşayanlar ya karanlıkta bir müddet var olduklarını anlatır, ya melekler tarafından karşılandıklarını ya da cehennem vari bir süreçten geçtiklerinden bahsederler. Sonunda ışık olduğu görülen tüneli de görenler çok olur ama bu bir tuzaktır. Genelde ışığa doğru yürümemiz gerektiği söylenir. Aslında o görülen ışık Ay'ın ışığıdır ve beklemeyip hızlıca ışığa doğru yürüyen ruhlar Ay'ın boyutuna varırlar. Bu boyuttaki varlıklar biçim değiştirerek sahte bir cennet deneyimi sunabilirler. Yani siz üstatların boyutuna eriştiğinizi zannedersiniz oysa burası araf gibi bir yerdir. Size görmek istedikleriniz gösterilir ve tekamül sürecinizi idrak edemeden tekrardan dünya boyutuna enkarne olmak zorunda bırakılırsınız. Bu büyük karmik yüklerle doğmak anlamına gelir ve ruh öyle bir döngünün içine hapsolur ki, sürekli gelir karma yaratır ölür ve yine gelir ve her gelişinde karmik yükleri daha da kabarık olur. Aslında reenkarnasyon diye bir döngü yoktur. Ruh dünya boyutundaki yaşamı tekamül süreci için tek seferlik seçer. Yani aslında bu dünyadaki yaşamımızdan sonra farklı boyutlara yükselmemiz beklenir. Tekrardan gelmek zorunda değilizdir. 

Psişik yetenekleri olan araştırmacı yazar İngo Swann ölüm sonrası ışığın olduğu tünele yönelmek yerine karanlığın içinde beklememiz gerektiğini söyler. Tuhaf bir şekilde Kızılderili şamanlar ve Meksikalı Toltek bilgelerinin söyledikleri şey de aynıdır. Tüm bu kadim bilgeler karanlığı aydınlatanın kendi ışığımız olduğunu ve bu ışık yanana kadar karanlıkta bekleyip bitmiş yaşamın muhasebesini yapmamız gerektiğini söyler. Kendi ölüm deneyimini anlatan İngo Swann ısığa yönelmek yerine karanlıkta oturduğunu anlatır ve bunu yaptığında tıpkı onun gibi karanlıkta bekleyen diğer ruhların farkına vardığını söyler.

Ölüm sonrası yaptığımız bu bekleyişi aslında dünyada başarmak üzerine eğitiliriz. Başımıza sürekli zorluklar gelir ve Allah sabreden kullarını bu karanlıktan er ya da geç kurtarır. Yani dünyada sabretmeyi öğrenen kullar aslında karanlık dönemlerde adeta bir mum ışığına dönüşebilecek iç gücü geliştirirler. 

Ölüm sonrası bekleyip bu iç muhasebeyi yapan ruhları melekler almaya gelir. Aslında bu bekleyiş ve iç muhasebe yüksek mertebelere erişmeye ne kadar layık olup olmadığımızı gösteren bir imtihandır. İslami literatürde buna kabir azabı denmiştir ve bu kimilerimiz için karanlık hatta cehennem gibi bir deneyimdir. Kimilerimiz ise yaşadığı hayata minnetle geri dönüp bakar ve cennet tarzı bir deneyime benzetebilir. Bu imtihanı geçenler koruyucu melekleri tarafindan karşılanıp diğer boyutlara götürülürler. 

Beklemeyip ışığa yürüyen ruhlar ise ikiye ayrılır. Ay'dan ya tekrar dünyaya enkarne olanlar vardır. Ya da öldüklerini bir türlü kabul edemedikleri için arafta kalanlar vardır. Bu arafta kalan ruhlar genelde ani ve travmatik ölümler deneyimledikleri için öldüklerinin farkına varmakta zorluk çekerler.  Ölümleri onlara duygusal bir şok yaşattığı için dünyada buna benzer duygusal boşluk yaşayan insanlara musallat olarak onların hayatlarına ortak olurlar. Bu ruhları melekler neden kurtarmıyor diye sorabilirsiniz. Aslında kurtarmak için çok çabalarlar. Ama arafta kalan ruhlar artık fiziksel bir bedene sahip değildir yani sadece titreşim olarak vardırlar ve görebildikleri tek şey alt boyutlardır. Yani alt boyutta olan dünyadaki bizleri görebilir ama üst boyutta olan meleklerin yardımlarını duyamazlar. Onların tek istekleri bizim yani dünyadakilerin ilgisini çekmektir. Melekler bu yüzden dünyadaki medyum ve psişik yetenekleri olan insanlarla iletişime geçerek bu ruhlara yardım etmeye çalışırlar. Melekler medyumlar aracılığıyla bu ruhları tekrardan üst boyutlara çekebilirler ama bazı ruhlar vardır ki kendi iradeleriyle ölü olduklarını bilmelerine rağmen arafta kalıp dünyadaki insanların enerjilerini emmek isterler. Bu ruhlar genelde barlarda ve gece hayatı olan, uyuşturucu ve alkol kullanımının yoğun olduğu yerlerde bekler ve iradesi zayıf olan insanlara mussalat olurlar. (Toplumun %90'ının bu tarz mussallatları olduğu söylenir) Bu ruhların kurtuluşu çok zordur çünkü karanlıkla beslendikleri için Allah'ın birliğinden her geçen anla daha da uzaklaşır ve tamamıyla karanlık enerjilere hizmet ederler. 

Meleklerle birlikte diğer boyutlara yükselen ruhlar için dünyada geçirdikleri zaman bir sanat eseri gibi bir şeydir. Nasıl bir ressam eserine bakıp yaptığı güzelliklerin veya kusurların farkına varıyorsa bu ruhlar da aynı şekilde yaşamlarını gözden geçirirler. Üstlendikleri misyona ne kadar yaklaşabildiklerini sorgularlar. Karmik görevleri iyi çözüp çözemediklerine bakarlar ve bundan sonra nasıl devam etmek istediklerine karar verirler. Kimileri dünyaya geri dönmeyi seçer kimileri ise farklı boyutları deneyimlemeye geçer. 

Dinimizde 7. veya 40. gününde yapılan tüm dualar hatta ölüm sonrası Anadolu insanının göğüs üzerine koyduğu bıçak, bedeni terk eden ruhu bu süreç boyunca destekler. Bu yüzden ölüm aslında bir son değildir. Hem hayatta kalanlar hem de ölenin bağları var olmaya devam eder ve dualar bu süreçte en güzel iletişim aracıdır. 

Şu son bir yıl ve özellikle de metaverse bu kadar yoğun konuşulmaya başlandığından beri reenkarnasyon döngüsü nasıl kırılır konusuna çok fazla kafa patlatmaya başlamıştım. Ruhum bir daha bu dünyaya tekrardan geri gelmek istemiyor.  Bilincimi bir yapay zekaya bağlayıp hapsetmek istemiyorum. Bir yandan bunu zaten başaramayacaklar diyorum çünkü Kova çağı böyle bir kölelikten ibaret değil. Ama bir yandan da ne kadar başarılı olduklarını gördükçe insan ister istemez endişeleniyor. Sonuçta adamlar ufak bir sıvıyla bütün dünyayı kaosa sürükledi. 2 yıl içerisinde orta sınıfı tamamen yok edebildi. Bütün dünya ekonomilerini ise altüst edebildi. Dünyanın haline baktığımda muazzam bir başarı sergilediklerini görebiliyorum. Bu başarıyı gördükçe de insan ister istemez kendisini güçsüz hissediyor. Oysa biliyorum bu çark sadece 2030'a kadar devam edip sonra içten çökecek. İşte tüm bu düşüncelerim bu konuları araştırıp bu yazıyı yazmama vesile oldu. Umarım ölüm korkusu olanlar bu yazımdan etkilenip, korkulacak bir şeyin olmadığını hisseder. 

Kadimlerin de dediği gibi tüm bu karanlık süreç boyunca gerçekleri unutmamak için her geçen anımızı sanki son anımız gibi düşünmeli ve sanki yarın ölecekmiş gibi yaşamalıyız. Bu bakış açısı hepimize kaybettiğimiz gücümüzü geri verecektir. 

16 Mayıs 2022 | AKREP BURCUNDA KANLI AY TUTULMASI

 

25 derece Akrep burcunda gerçekleşecek olan zehir tutulmasına yaklaştık. Ektiklerimizi sert bir şekilde biçip, kendi zehrimizden etki alacağımız bir dönem başlamak üzere. 

Bu dönem içerisinde attığımız tüm adımlarda veya almak zorunda kaldığımız tüm kararlarda ancak sonradan fark edeceğimiz karanlık bir yön olacak. Bir şekilde karanlık bir bedel ödemek zorunda kalacağız ama bunun farkına ancak çok sonradan varacağız. Bu bedeli ödemek istemeyenler bu aralar hissettikleri yoğun karanlık enerjiden kaçmak için tüm zorlukları olduğu gibi halının altına süpürerek yok etmeye çalışabilir. Oysa tam da bunu yapanlar ilerleyen zamanda bunun bedelini çok ağır ödemek zorunda kalacaklar. 

Tutulma anı Güneş semadaki en tehlikeli yıldız olan Algol ile, Ay ise Agena yıldızıyla kavuşumda olacak. Bu iki yıldız iyi ve kötünün arasında bir seçim yapma zamanı geldiğini hatırlatıyor. Halının altına mı süpüreceğiz yoksa cesur davranıp yüzleşecek miyiz? sorusuyla karşı karşıyayız. 

Satürn ile sert açıda gerçekleşen Ay tutulması bir devrenin kapanmak üzere olduğunu ve bu yüzden bırakmak istemesek de, büyümek ve olgunlaşmak adına bazı şeylerden vazgeçmemiz gerektiğini gösteriyor. Eğer bunu kendi irademizle yapmaz isek bu tutulma bizi öyle bir sarsacak ki, tutunduğumuz, kendimizi güvende zannettiğimiz ve çok arzuladığımız şeyleri kaybedeceğiz.  Artık bize hizmet etmeyen hedefleri, kişileri ve olayları geride bırakıp, hayatın gerçekleriyle yüzleşmek zorundayız. Zorlukları göğüslemek için sorumluluk üstlenmek zorundayız. Tüm bu süreç boyunca biraz üzülebilir, hayat neşemizi kaybedebiliriz. Sonuçta tutulmanın ucunda bizi zorluklarla imtihan eden Satürn var. Ama sabreden muradına erecek yeterki zehirli duygularına tutunmasın, hırsın sahte aleviyle hareket etmesin. 

Akrep tutulması bilinçaltımızın en derinlerinde saklı olan korkularımızla bizi yüzleştirmeye hazırlanıyor. Bu yüzden tutulma haftası sakın korkularınızdan kaçmayın. Tam tersine her biriyle yüzleşin. Çünkü korkularıyla yüzleşme cesareti gösterenlere bu tutulma muazzam bir güç bahşedecek. 

Korkularımız en büyük zehirlerdir. Biz farkında olmadan bu zehirlerle kendimizi yıllar içerisinde hasta ederiz. Bu tutulma bu yükten arınma ve şifalanma için bize çok önemli bir geçit oluşturacak. Hem Akrep enerjisi hem de Neptün'den gelen olumlu açı mistik yönlerimizin artacağını ve sezgilerimiz aracılığıyla bazı kısır döngüleri kırabileceğimizi anlatıyor. Hazır Merkür de gerilerken geçmişe yönelik akıl yürütüp, geleceğimizi aklamak için yüklerimizi bırakırsak tutulma enerjisini en güzel şekilde tezahür etmiş oluruz. 

Mars ve Neptün gezegenlerinden destek alan tutulma enerjisi hayal kırgınlıklarını geride bırakma zamanının geldiğini gösteriyor. Mars ise karanlıkları aşmak için ihtiyaç duyduğumuz gücü bize vermek için hazır vaziyette. Yalnız bu gücü abartıp boyumuzdan büyük işlere kalkışmak için hiç uygun bir zamandan geçmiyoruz. Tam tersine alçakgönüllü ve mütavazi olma, hatta bazı hırslarımızdan vazgeçme ve pes etme, teslim olma  zamanı. 

Yolunu değiştirmeyene kader yardım etmez sözünü bu tutulmayla birlikte yüreğimize kazıyalım. Çünkü tüm dünya insanları bir dönemeçteler ve seçim yapmak üzereler. İyiye mi yoksa kötüye mi teslim olacağız sorusu hepimizi meşgul edecek. 

Kendi yalanlarımıza sadık kalmaktan vazgeçmek zorundayız. Aynı şekilde kendimiz olmayan hayatları yaşamaktan da vazgeçmek zorundayız. Yarattığımız ilüzyonların farkına varmak ve değişime niyet etmek bizi bu süreç içerisinde kurtaran tek şey olacak. Çünkü unutmayalım ki işin içinde bizi en ufak hatamızda cezalandırmak için bekleyen Algol yıldızı var. Kendini kandırmaya, yalanlara inanmaya devam edenler için bu tutulma tarot kartlarındaki yıkılan kuleyi hatırlatacak. 

Dilerim kulenin yıkılmak üzere olduğunu haber veren çanları herkes duyar ve maneviyatına sığınarak inancını kuvvetlendirir. Darbe üzerine darbe aldığımız bu kadar karanlık bir süreçte güzel olan şeylere sıkıca tutunun. Ailenize, sevdiklerinize, sahip olduklarınıza.. ve minnet duyun. Ve sakın unutmayın bizim yaşadığımız zorluklar atalarımızın yaşadıklarının yanında bir hiç kalır. Onlar tüm bu zorlukları aştığı için biz bugün hayattayız. Yani aşamayacağımız hiçbir zorluk yok! Bunu hatırladığımız bir tutulma olsun inşallah ve bize tüm zorlukları aşacak gücü versin. 

MEDİKAL ASTROLOJİDE PLÜTON & KANSER

 

Kanser. Çoğumuzun adını bile ağzına almak istemediği ve çok korktuğu bir hastalık. Çağımızın belki de en büyük belası ve daha da kötüsü her geçen gün daha da artan bir lanet. Lanet mi yoksa lütuf olabilir mi? Gelin birlikte bu konuyu ele alalım. Hem neden arttığına bakalım, hem de kendimizi nasıl koruyacağımızı öğrenelim. 

Endüstri devrimiyle birlikte başımıza büyük bir bela aldık. Çünkü bu devrim bizi gerçek doğamızdan kopardı. İşlenmiş gıdaların hayatımıza girmesiyle birlikte organlarımızın zikrini bozduk. Bu yüzden kansere neden olan ilk şey maalesef yanlış beslenme şeklimiz. 

Geçen sene teyzem kanser mücadelesi verip yendi. Yalnız doktorunun verdiği tavsiyeler bizi bir hayli şaşırttı. Katıldığım kanser kongresinde doktorların ana şikayeti hastalar değil, doktorların kendileriydi. Kanser hastasına ne istediğini yiyebilirsin diyen doktorlar var. Oysa bu hastalığı yenmek isteyen herkes ilk önce beslenmesini değiştirmekle başlamalı. Doktorlar beslenme konusunda kendilerini bilgilendirmediği için ameliyat ve kemoterapi sonrasında 'Hadi eyvallah yine olursa yine gelirsin' şeklinde hastalarını desteklemeden tedavi sürecini tamamladıklarını zannediyorlar. Oysa kanserli hücreler yok olana dek 6 ay boyunca meyve bile tavsiye edilmiyor çünkü kanserli hücrelerin en sevdiği gıda şekerdir. 

Bir insanın temel gıdası su, protein ve faydalı yağlardır. Bu üçü olmadan sağlıklı kalmamız çok zordur. Dolayısıyla suyun kalitesine ve plastik damacanadan içmemeye özen göstermelisiniz. Gerçek, saf yayla tereyağı inanılmaz bir şifadır. Aynı şekilde doğada yaşayan hayvanların kuyruk yağı veya balık yağı gibi faydalı omega 3 oranı bol olan yağları tüketmelisiniz çünkü omega 3 bedenimizdeki inflamasyonu kontrol altına almada çok önemlidir. Artık denizlerimiz kirli, hayvanlarımız antibiyotikli ama yine de sağlıklı kalmak istiyorsak hayvansal ürünlere ihtiyacımız var. Yalnız burada kan grubunuza da dikkat etmenizi tavsiye ederim. Özellikle A kan grubu olanların et tüketiminde daha dikkatli ve seçici olmaları gerekiyor. Bu kan grubuna sahip olanlar için vegan veya vejetaryen bir beslenme tarzı mantıklı olabilir ama 0 kan grubuna sahip olan biri vegan olursa sağlık sorunları hızlıca kendini belli etmeye başlayacaktır. Yani kanser tedavisinde beslenme önemli olduğu kadar beslenme şekli kişiye has tasarlanmalıdır. Birimize şifa olan şey, diğerimize zarar verebilir. İster kanser teşhisi konmuş olsun, isterse amacınız sadece kendinizi korumak olsun, yapmanız gereken ilk şey alkali beslenme tarzına geçmektir. Asidik bir beden tüm kanser hücreleri için muazzam bir yaşam alanıdır. Alkali bir bedende kanser hücreleri hayatta kalamaz, kendiliğinden yok olmak zorunda kalırlar. Eczaneden aldığınız ph çubuklarıyla her gün ölçüm yaparak hangi gıdanın sizi asitleştirdiğini fark edebilir ve asidik bedeninizi alkali hale getirerek, tedavi sürecinizi destekleyebilirsiniz. 

Not: Şekere dönüşen her şey bedeni asidik hale getirir. Dolayısıyla tatlılar ve hamurlu gıdalar beslenmeden çıkarılması gerekilen ilk şeylerdir. Bedeni asidik hale getiren ikinci şey ise hayvansal ürünlerdir. Kanser tedavisini bu kadar zor kılan şey tam da budur. Bir yandan beden proteine ve inflamasyonu gidermesi için omega 3 yağ asitlerine ihtiyaç duyar ama bunları günümüzde beslenmemizden almamız iyice zorlaştı. Şehirde artık bunlara ulaşmak çok zor. Ulaşsanız da iş bununla da kalmıyor. 

Kanser hücrelerini besleyen ikinci önemli etken strestir. Bu stres hem yanlış beslenmenin organ ve hücrelerde yol açtığı strestir. Hem iş ve ailevi sorunlardan gelen strestir. Ama bedenimizi strese sokan ve günümüzde hepimizin maruz kaldığı çok büyük bir tehlike daha var ki, o da 7/24 elektromanyetik alana maruz kalıyor oluşumuz. Stres bağışıklık sistemimizi çökerterek içimizdeki savaşçıları güçsüz bırakır. Böylelikle kanser hücrelerine saldıracak ve onları yok edecek Allah'ın mucizevi yaratımından faydalanamaz oluruz. 

Bütün tedavileri reddetmelerine rağmen kanseri yenen insanlar yukarıda bahsettiğim şeyleri doğru yaptıkları için bunu başarırlar. Bu yüzden kanserden korkmayalım. Zaten Kübalı doktorlar kanseri çok başarılı bir şekilde tedavi ediyorlar. Yani bu hastalığın çaresi çoktan bulundu sadece herkesin iyileşmesi istenmiyor. Sonuçta arkasında büyük paralar dönen bir sektör bu. Özellikle kemoterapiden hastaneler çok büyük paralar kazanıyorlar. Bu bizi ne kadar öfkelendirse de kanseri yenmek ve iyileşmek mümkün. Sadece değişime iç dünyamızda başlamamız ve bunu dış dünyamıza yansıtmamız gerek. 

Kongrede konuşan profesörler artık kemoterapi ve ışın tedavisi yerine immün terapiyi kullandıklarından bahsettiler. Burada amaç kişiyi içten kuvvetlendirmek ve bahsetmiş olduğum savaşçı hücrelerimizi harekete geçirerek, kanserli hücreyi yok etmeleri için onlara saldırma emrini vermek. Tabiki bu tedavi kişiye özel olarak uygulanıyor ve birçok etkili faktör göz önünde bulunduruluyor. Bedende istenmeyen strese yol açan etkenler ortadan kaldırılıp, hastaya psikolojik olarak da destek olunuyor ve bütün yaşam tarzını değiştirmesi sağlanıyor. 

Gelelim genetik konusuna..

Hepimizin bedeninde parazitler, virüsler ve kanserli hücreler bulunur. Hatta bedenimizde her an kanserli hücreler oluşur. Bunlardan asla kaçamayız ki zaten kaçmamalıyız. Şu an bir genetik test yaptırsak bir çoğumuzun farklı kanser türlerine sahip olduğunu veya yatkın olduğunu görürüz. Yani aslında olay genetik mirasta değil, bizim yaşam tarzımızla alakalı. Bu yüzden ister kansere yakalanmış olalım isterse sadece önlem almak istiyor olalım, yapmamız gereken temel şeyler vardır ve bunlardan biri de uyku düzenimize dikkat etmektir. 

Araştırmalarda, en sık rastlanan göğüs kanseri hastalarında uyku hormonu olarak bildiğimiz melatoninin normalden çok daha az olduğu saptandı. Oysa melatonin hormonu bedenimizin ürettiği en kuvvetli antioksidandır. Yani melatonin ve düzenli uyku her kanser hastası için hayati öneme sahiptir. Dolayısıyla beslenmeye verilen değer kadar kaliteli uykuya da büyük bir önem verilmelidir. Kaliteli bir uyku için de elektromanyetik alanlar azaltılmalıdır. Daha az televizyon, daha az bilgisayar veya daha az telefonla baş başa vakit geçirilmeli, modemler özellikle gece uyurken kapalı tutulmalıdır. Aslında bir kanser hastası bu gibi şeylerden iyileşene kadar tamamen uzak dursa daha iyi olacaktır. Bu arada melatonin hormonu dıştan alınabildiği gibi derin uykuya yatmayı sağlayan tıbbi bitkilerden de faydalanılabilir. Araştırmalarda melatonin kullananlarda tümörlerin azaldığı da görülmüştür. 

Kongrede bir doktor kemoterapi görmüş olan hastaların cesetlerinin bir türlü çürümek bilmediğini anlattı ve bunu kemoterapiyle etkisiz hale getirilen bakterilere bağladı. Bağırsaklarımızdaki faydalı bakteriler ihtiyaç duyduğumuz vitaminleri yaratırlar. Mutluluk hormonu olan seratonini bile bakterilerimiz oluşturur. Yanlış beslenme tarzımız ve sürekli kullandığımız antibiyotik gibi ilaçlar, ki doğum kontrol hapları bile antibiyotiklerden daha da korkunç hasarlara yol açmaktadır, bu faydalı bakterilerin yok olmasına neden olur. Dolayısıyla cesetlerin bile çürümüyor olmasına şaşırmamalıyız. Kanser tedavisinin en önemli parçası bu bakterilere tekrardan yaşam alanı sağlamak ve bağışıklığımızı kuvvetlendirmektir. D vitamini değerlerimizi hızlıca yükseltmeli ve bağışıklık sistemimizi kuvvetlendirmeliyiz. Bir yandan da koenzim 10 takviyesi veya klor dioksit ile enerjimizi geri kazanabilir ve CBD yani kenevir yağı ve Omega 3 takviyeleriyle bedenimizdeki inflamasyonu dengeleyebiliriz. Tüm bunlar yapılması gerekilen çok önemli şeylerdir. Kansere neden olan ana sebeplerden biri kronik inflamasyon olduğu için aslında bedeni ve bağışıklığı desteklemek kanserli hücreyi zayıf düşürebilmemize yardım eder. Eğer doktorunuz tüm bu konularda sizi bilgilendirmeden tedavinizi sonlandırıyorsa, o zaman siz ipleri kendi elinize almalısınız. 

Kemoterapi başlangıçta kanseri yok etmede başarılı olsa da, bu tedavi şekli büyük yan etkileri beraberinde getirir. Birçok metali bedenden atmanın bir yolu vardır ama bu platin için geçerli değildir ve maalesef platin kemoterapi tedavisinden kullanılır ve ilerleyen dönemlerde kanserli hücrelerin tekrardan bedende oluşmasını sağlar. Kanser hastaları çoğunlukla kanserden ölmemektedir. Bu hastaların ölüm sebeplerine bakarsanız karaciğer ve böbrek iflasını görürsünüz. Bu iki organ toksinleri bedenimizden atabilmemiz için hayati öneme sahiptir ve kanser hastalarını ölüme götüren asıl sebep kanserin kendisi değil, bedenin toksinleri atma mekanizmasının artık çalışmıyor oluşudur. 

Özellikle kemoterapi almaya karar verdiyseniz bedeniniz yaşayan bir cenazeye döndü demektir. Kemoterapiyi kötülemek istemiyorum ama immün terapide tüm beden canlandırılıp kuvvetlendirilirken, kemoterapide bütün canlı olan şeyler ölür. Bu yüzden bağırsaklarınızdan başlayarak faydalı tüm bakterileri tekrardan diriltmek zorundasınız. Bu bakterileri canlandırmak için de vitamin ve mineral depolarınız tam olmalı. Bununla birlikte bedenin büyük bir arınmaya ihtiyacı olur. Tıbbi bitkiler bu arınmayı sağlayan en güzel şeydir. Doğal killer veya yosunlar da bu amaçla kullanılabilir. 

Uzun lafın kısası.. 

O kadar zehirle dolu bir dünyada yaşıyoruz ki, ıssız bir adaya kaçsak bile toksinlerden uzaklaşamayacağız. Yine de sağlık bu hayattaki en değerli şey olduğu için belirli bir takım şeylerden uzak durmak ve bazı şeylere de dikkat etmek çok önemli. 

Allah herkesi bu hastalıktan korusun. Yakalananlara da acil şifalar versin. Unutmayın ki, şifa da sağlık da hepimizin hakkı. Sadece bu hakka sahip çıkmalı ve doktorun yönlendirmelerinin yanında yaşam tarzımızı da değiştirmeye büyük özen göstermeliyiz. O zaman bedenimizi tekrardan arındırabilir ve kanserli hücrelerimize eski sağlıklarını hatırlatarak, şifaya erişebiliriz. 

11 Mayıs 2022 - 16 Mayıs 2023 | TRANSİT JÜPÎTER KOÇ BURCUNDA

Gök kubbede bir değişim yaşanmakta. Büyük iyicil Jüpiter hane değişikliğine giderek kısa süreliğine yan komşu olan Koça geçip tekrardan Balığa geri dönecek. 

Jüpiter tam olarak 8 derece Koç burcuna kadar ilerledikten sonra 28 Temmuz'da tekrardan Balık burcuna geri dönecek. 20 Aralık 2022 yılına kadar burada kaldıktan sonra da tekrardan kışa doğru Koç burcuna geçecek ve 16 Mayıs'ta bu misafirliğini 12 yıl boyunca geri dönmemek üzere tamamlayacak. 

Jüpiter bir yıl boyunca neredeyse eşit miktarda iki burçta kalıyor olacak. Koçtan enerji alarak yeni başlangıçlar yaparken bir yandan da Balığın enerjisinden faydalanarak yarım bıraktıklarını tamamlayacak. Kısacası ateş ve suyun, eril ve dişilin arasında bir dans bizleri beklemekte. 

Bu yıl öyle bir yıl ki, yeni adımlar atabilmemiz için ilk önce yarım bıraktıklarımızı tamamlamak zorunda kalacağız. Bir adım ileriye gidiyorsak 2 adım geriye gitmek zorunda kalacağız. Sağlam adımlar atabilmek için ise hem Balığın inancına hem de Koçun cesaretine sarılmamız gerekecek. Kısacası bu yıl kendine inanan ve cesaretle, korkmadan adımlar atanların yılı olacak. 

Jüpiter değdiği her şeyi büyüttüğü için bu yıl içimizdeki lider gücü büyütecek. Korkularımızı yenmemiz için cesaretimizi büyütecek. Bir çoğumuz yepyeni başlangıçlar yapacak, adeta kendini tekrardan keşfedecek, hiç ummadığı alanlara girişecek ve başarılı olacak. 

Son iki yıldır hayat durmuştu. Olduğumuz yerde kaldık ve sudan çıkmış balıklara dönerek pusulamızı kaybettik. Bu yıl ise Koç enerjisi ve yüce Jüpiter 'harekete geç, bir şeyler yap, erken davranan kazanacak' diye haykırıyor olacak. Yerinde sayana bu yıl şans yok ama cesaret edip erken davranana bolluk ve bereket vaad ediyor gökyüzü. Yalnız Koç burcu öncü ve hızlı bir burç olduğu için karşımıza fırsatlar hızlıza ve sadece tek bir defa çıkacaktır. 

Jüpiter'in transiti boyunca Koç burcunda bulunan ve astrolojide yaralı şifacı olarak anılan Kiron ile buluşacak. Bu buluşma kendisini iki farklı yönde tezahür edecek. Bazılarımız için bu buluşma yaralarını sarma ve şifalanma anlamına gelecek ama bazılarımız için de bu tam ters etki ederek büyük yaraların oluşumuna neden olacak. 

Koç burcunun gölge yanı aptallık cesaretidir, abartılı bencil hareketleri ve düşüncesiz hareketleridir. Jüpiter Koç burcunun tüm bu gölge özelliklerini de büyütebilir ve boyumuzdan büyük işlere kalkışmamıza neden olabilir. Burada önemli olan karşıt burç olan Terazinin dengesine değer vermemiz olacak. 

Özgüvenimizi geliştirmeye özen verirken egomuzu şişirmekten geri durmalıyız. Yine de bu 1 yıl kendimizi keşfetmemiz ve kim olduğumuz sorusunun peşinden gitmemiz için çok güzel bir yıl olacak. Bu yüzden bu yıl girişimci sayısında bur patlama bekleyebiliriz. İnsanların çoğu çalıştıkları işi bırakacak ve daha bağımsız olabileceği alanlara kayacak. Zaten bu yıl sıradan şeyleri yapanlar değil, farklı olanı yaratmaya cesaret edenlerin kazanacağı bir yıl olacak. 

Dilerim bu transit son iki yıldır yaşadığımız dünya hapsinden bizi kurtarır, ufkumuzu genişletir ve bize gerçek gücümüzü hatırlatır. 

30 NİSAN 2022 | BOĞA BURCUNDA URANÜSYEN GÜNEŞ TUTULMASI

 

Gök kubbede hepimizi sarsacak büyük bir enerji akışını deneyimlemek üzereyiz. Uzun zamandır beklenen tutulma mevsimi geldi çattı. 

Ay ve Güneş Boğa burcunun 10. derecesinde birbirine kavuşacak ve hepimize Boğa burcunun haritamızda bulunduğu alanla ilgili yeni bir başlangıç yapma fırsatı sunulacak. 

Bu tutulma Kuzey Ay Düğümü eşliğinde ve Uranüs gezegeniyle kavuşumda gerçekleşeceği için geleceğimizi ilgilendiren konularda sarsıcı ve yepyeni bir kapı açılacaktır. Şok edici hatta ani şeyler yaşayabilir, ummadığımız şeylerle yüzleşmek zorunda kalabiliriz. 

Boğa burcu maddi manevi değer verdiklerimizi temsil ettiği için değişim daha çok değer verdiğimiz şeyler üzerinden bizi bulacaktır. Küresel çapta ise bu tutulma ekonomileri güzelce sarsacağa benziyor. Bu büyük depremden ister istemez biz de olumsuz etkileneceğiz. 

Her şeye rağmen hepimizin önemsediği tek bir şey olacak o da kendimizi güvene almak. Sahip olduklarımızı garantilemek için yeni adımlar atacak ve yeni çözümler üreteceğiz ve sımsıkı huzurumuza tutunacağız. Ne var ki, bazı işler umduğumuz gibi gitmeyecek. Sonuçta Uranüs olacak işin içerisinde. Yani umulmayanı beklesek iyi ederiz. Çünkü Üranüs bizi yepyeni bir hayata çağırıyor. 

Bu tutulma bazılarımıza huzursuz aydınlanmalar bazılarımıza ise tatlı sürprizleri getirecek. 

Tutulma anında Venüs ve Jüpiter Balık burcunda kavuşumda olacaklar. Her ikisi de bu burçta ev sahibi gibiler çünkü Jüpiter balık burcunun klasik yöneticisi, Venüs ise yücelen konumda. Bu tutulmanın aslında çok güzel bir enerjiyi içinde barındırdığını gösteriyor. Aşk, ilişkiler, para konularında şimdiye kadar güzel şeyler ektikysek bu tutulma bizi sürpriz ve büyük olaylarla olumlu anlamda şaşırtabilir.  

Venüs-Jüpiter ikilisine ilahi Neptün de eşlik ettiği için bulunduğumuz tüm kaosun aslında iyiliğimize hizmet ettiğini ve biz şimdilik fark edemesek de her şeyin hayrımıza olduğunu göreceğiz. Tutulma, bize günlerimiz ne kadar karanlık da olsa, aydınlığın artık çok az uzakta olduğunun müjdesini getirecek.

Her tutulma karanlıktan doğan aydınlığı temsil eder. Ama bu asla karanlığın gücünü görmezden gelmemiz gerektiği anlamına gelmez. Tutulma haritasında ekonomik zorlukları anlatan iki sabit yıldız ön plana çıkıyor ve dikkatsiz, aceleci, huzursuz davrananları hala zor zamanların bekleyeceğinin sinyalini veriyor. 

Bu tutulmayla birlikte öyle bir süreçten geçeceğiz ki, her gün değerini yitiren para bize gerçekten neye değer vermemiz gerektiğini gösterecek. Zaten bu üçlü kavuşum manevi anlamda güzel deneyimleri getirebileceği gibi hiperenflasyonu da temsil etmekte. Her şeyin fiyatı zirvelere kadar tırmanıyormuş gibi gözükecek. Oysa tırmanan fiyatlar değil, çöken para sistemimiz olacak. Biz her şeyin değerini parayla ölçtüğümüz için sahte bir değerler sistemi yaratmıştık. Binbir emekle domatesini büyüten çiftçinin emeğini yıllarca birkaç kuruşla ödeyebileceğimizi zannetik ve adaletsiz bir sistemi besledik. İşte Uranüs ve tutulmalar bu sistemi darmaduman edecek. 

Bu tutulma küresel yeni bir ekoniminin ilk temellerini atacak. Yeni bir başlangıç için bir resetleme olacak. 

Tüm bu süreç içerisinde sahip olduklarınıza tutunun. Yeniliğin yakında kapınızı çalacağını bilin ama o zamana dek sabırla bekleyin. Minnet duyun size şimdiye kadar verilmiş olan her şey için.. Çünkü şükür bereketi yaratır ve bereket hepimizin bu süreç içerisinde paradan çok ihtiyaç duyduğu en önemli şey olacak. Şükretmesini bilene bu tutulma bereketini getirecek. 

Unutmayalım ki, tutulmalar bize ilahi gücün direksiyonda olduğunu hatırlatırlar. Yani aslında korkulacak bir süreçten geçmiyoruz. Tam tersine teslim olmamız gereken bir süreçten geçiyoruz. Kapımızın önündeki yeniliklere direnç göstermeyelim. Değişim rüzgarlarını kabul edelim. Bırakalım bakalım bizi nerelere götürecek..

Dilerim bu tutulma Uranüs'ün simgelediği gibi bize parasal özgürlüğü ve bağımsızlığı getirir ve böylelikle paraya olan köleliğimize sonsuza dek bir son verir. 

16 NİSAN 2022 TERAZİ BURCUNDA DOLUNAY

 

26 derece Terazi burcunda gerçekleşecek olan bir dolunay var önümüzde. Bize dengeyi ve adaletli olmayı hatırlatan bu dolunay, Terazi burcunun haritamızda bulunduğu hane üzerinden etkileyecek. Plüton ile dik açıda gerçekleşeceği için bir takım içsel krizleri tetikleyebilir ve bazılarımız zorlu bir iki hafta geçirebilir. 

Terazi uyumun sembolüdür. Dolunay gecesi uyuma en çok hayatınızın hangi alanında ihtiyaç duyduğunuza bakın. En çok nerede dengeden çıktınız, kendinizi kaybettiniz, kontrolünüzü yitirdiniz? Bu dolunay hem kendimizi tekrardan bulma hem de içimizdeki karanlıkları dönüştürme zamanı. 

Kendimize karşı adaletli davranmadığımız sürece sürekli dıştan aldatılırız. Hep birileri gelir ve hakkımızı yer bir türlü nedenini anlayamayız. Oysa evrenin muazzam bir matematiği vardır. İçerisi nasılsa dışarısı da daima öyledir. 

Bu dolunay hepimiz kendimize değer vermeyi tekrardan keşfedelim. Nerede hakkımızı çiğnemiş olabiliriz, kendimize zulmetmiş olabiliriz diye düşünelim. Her dolunay karanlık geceyi aydınlattığı gibi, karanlık bilinçaltımızı da aydınlatır. Yeterki ışığın içimize kadar işlemesine izin verelim. 

Terazi burcu ilişkilerimizden sorumlu olan burç olduğu için bu dolunay kendisiyle olan ilişkisini düzeltene ikili ilişkilerinde güç ve derinlik armağan edecek. Hayatımıza giren herkes bize birer ayna ise, kendimizle olan ilişkimiz mutlu olabilmemiz için başlamamız gereken ilk yerdir. Kendiyle ilişkisi bozuk olanı bu dolunay zorlatıcı bir deneyim bekleyebilir. İlişkilerde ego çatışmaları yaşanabilir. Kavgalar gürültüler artabilir ve huzursuz bir enerjiye neden olabilir. 

Oysa Merkür Boğa burcuna geçti. Artık sağlam düşünüp, sağlam adımlar atma zamanı. İlişkilerimizi bozmak yerine kuvvetlendirmek için çok güzel bir aydayız. Bu ay genel anlamda üzerinde çalıştığınız şeyleri sağlama almak için iyi bir zaman diliminde olacağız. Bu yüzden ani kararlar almayın ama yine de kararlı davranın. Çünkü hafta genelinde etkili olan Güneş-Satürn sekstili sağlam bir temel atmak isteyenlere yardımcı olacak. İster aşk ister iş olsun dolunay enerjisini doğru kullanırsanız evren tarafından güzelce karşılanırsınız. 

Bu hafta Mars Balık burcuna geçiyor. Neptün, Venüs ve Jüpiter'in de burada bulunmasıyla Balık burcunda büyük bir stelyum oluşacak. Yani yoğun bir Balık enerjisi altındayız. Hazır mübarek Ramazan'dayken ve oruç tutarken ruhumuzu Balığın şifalı enerjisiyle derinden etki edebilir ve maneviyatımıza sığınarak muazzam bir güç elde edebiliriz. Bu ay yeryüzüne inen ilham perilerinin mesajlarını ömrümüz boyunca bir daha deneyimleyemeyeceğiz. Bu yüzden meleklerin fısıltılarına kulak verin. Size karanlıktan yol gösteriyor 

Bu ayın sonunda gerçekleşecek olan tutulmaya yaklaşırken bu dolunay enerjisini nasıl kullandığınıza çok dikkat edin. Enerjimizi aptalca harcarsak çok aptalca şeylerle karşılaşabiliriz. İçinizdeki karanlığı dışa yöneltmek yerine onu dönüştürmeyi deneyin. Her karanlıktan aydınlık doğar. Her kötülük iyiliğe gebedir. Evren bu dansın üzerine inşa edilmiştir. Bizim yapmamız gereken şey de tam da Balık burcundaki stelyumun temsil ettiği gibi akışa teslim olmak ve hayatla dans etmektir. 

Dilerim bu dolunay bize kendimize değer vermeyi öğretirken, ilişkilerimizi de güzelleştirip, derinleştirecek bilgeliği verir. 

12 NİSAN 2022 | TRANSİT JÜPİTER NEPTÜN KAVUŞUMU

 
En son 166 yıl önce gerçekleşmiş olan bir kavuşumu tekrardan deneyimlemek üzereyiz. Her zamanki gibi bunun ne anlama gelebileceğini öğrenmek için gelin birlikte ufak bir zaman yolculuğuna çıkalım ve 166 yıl önce nelerin yaşandığına bakalım. 

Bu kavuşum en son 1856 yılında gerçekleşmişti. Sigmud Freud'un dünya sahnesine çıkıp bilinçaltına dair psikoloji dünyasında büyük bir etki bırakmasına neden olmuştu. Yalnız Freud ve akrabası olan Edward Bernays kapitalist dünyanın acımasız manipülatör gücünü doğuran ikili olmuştu. (The century of the self belgeselini izlemenizi tavsiye ederim) Bu ikili sayesinde insanların bilinçaltına etki ederek alışkanlıklarının nasıl yönlendirilebileceği bilgisi şirket sahiplerinin eline verildi ve bu da günümüzde yaşadığımız tüm sorunların ana kökenini oluşturdu. 

Çocuklarınızı tüketim hırsından arındırabilmek için televizyonun ilk çıktığı yıllardaki reklamları birlikte izleyin. Sigaranın, asbestin, DDT'nin nasıl da ballandırılarak pazarlandığının, insanları kandırmanın ne kadar kolay olduğunun bilinciyle büyüsünler. Walt Disney filmlerindeki 25. kareleri görsünler. Görsünler ki, teknolojinin bize sunduklarının korkunç etkileri konusunda bilinçlensinler. Çünkü biz buna bir dur demez isek, çipler beynimize, kanımıza yerleştirilecek ve biz düğmeye bağlı birer kukla haline geleceğiz. Algoritmalar çağı çoktan başladı ve biz aslında çoktan metaverse'in bir parçasıyız ama henüz hala ona bağımlı olmamayı seçme hakkına sahibiz. Bu kavuşum bu hakkın farkına varmamız için çok önemli. 

Tarih sahnesinde yine 1856 yılına baktığımızda Kırım savaşının sonlandığını ve Rusya'nın barış antlaşmasının imzaladığını görüyoruz. Ne kadar tuhaf ki, 166 yıl sonra yine benzer bir senaryonun içerisindeyiz. Putin istediğini almak üzere ve Avrupa neredeyse barış için ayaklarına kapanacak vaziyette. Çünkü Avrupa'nın sadece 40 günlük motorini kaldı. Rusya gibi gücünü kaybettiğini zannettiğimiz  bir devi yıkmak veya amelinden geri döndürmek hiç de kolay değildir. Avrupa nasıl bu hatayı yapabildi tam olarak anlamış değilim.

Vladimir Putin, astrolog Aleksandar İmsiragic'in dediği gibi Vladimir Lenin'in tekrardan reenkarne olmuş ruhu. Çarlık Rusya'yı yıkan ve Sovyetleri doğuran adamla şu anki Rusya'yı birleştirmeye çalışan adamın aynı kişi ve ruh olması ne kadar ilginç. Vladimir'in belli ki kendine bir sözü var. Rusya tekrardan eski gücüne erişecek. Yıktığını tekrardan inşa edecek. 

Bu adam isterse doları bitirebilecek güce sahip ve hamlelerini tam da bu yönde yapıyor. Ambargoları bir bir yiyince rublesini altına bağlayı verdi. Türkiye'nin Turan birliğini kurmasından belki de güç alarak güçlü bir Doğu Birliği kurup bütün ticareti altın üzerinden yaparak doları tamamen devre dışı bırakabilir. Zaten eski kehanetler kapitalizm yıkıldıktan sonraki asıl yeni gücün Rusya'yla birlikte doğudan oluşacağını söyler. 

Rusya birçok konuda Avrupa'dan önde. Putin kendi dijital parasını da yarattı. Altyapısı her koşula hazır. Halkı fakir, kendi zengin ve bunun ne kadar büyük bir güç olduğunu çok iyi biliyor. Fakirliğin neresi güç? diye düşünebilirsiniz ama burada fakirlikten kastım aslında bağımsızlık. Rus halkı hala köylerde kendi başına ayakta durabilen, kendi gıdasını yetiştiren ve kendine yetebilen bir halk. Ne teknolojiye muhtaçlar ne de kapitalizmin süslü püslü hediyelerine. Bir savaş çıksa en az darbeyi alacak olan insanlar belki de onlardır. Ayrıca bu tarz ambargoları da ilk defa yaşamıyorlar. Tüm bu süreç içerisinde olan maalesef Avrupa'ya yakınlık gösteren Ukrayna halkına oldu. Ölen bir gücü doğan bir güce tercih etmenin bedelini çok ağır ödüyorlar. Vatanlarını terk edip mülteci gibi diğer ülkelere sığınmak zorunda kaldılar. İşte bu mülteci göçleri Jüpiter-Neptün kavuşumunun en acı tezahürlerinden biri ve bu maalesef sadece Ukrayna halkı için geçerli değil. Bu kavuşum bu tarz göçleri arttıracak. Büyük çapta kitlesel hareketler olabilir. İnsanlar yalan yanlış galeyana gelebilir ve manipüle edildiğini maalesef çok geç fark edebilir. 

Gelelim günümüze..

Jüpiter dokunduğu her şeyi büyütür. Neptün ise kaçışı, kendini kaybetmeyi, kurban edilmeyi sembolize eder. Bu yüzden önümüzdeki 13 yıllık süreç içerisinde uyuşturucu olaylarının adeta patladığını göreceğiz. Daha fazla insanın zarar görmesi için birçok uyuşturucu madde yasal hala gelecek ki gelmeye bile başladı. Maalesef kolektif olarak buna hiçbir şekilde hazır değiliz. 

Bu maddeler en saf bitkisel halleriyle gizem okullarında veya şaman ayinlerinde tanrı bilincine ulaşmak için kullanılıyordu. Aslında bunlar gök kapılarıydı. Ama şimdi mahalle kuytu köşelerinde küçücükün çocukların elinde eroini görünce tüylerim ürperiyor. Kaç kere şikayet edilip polis çağrılsa da devletin bu konuda pek bir işe yaradığı yok. Bu yüzden gençlerimizi bu tuzaktan nasıl kurtaracağımızı düşünürken çıldıracakmış gibi oluyorum. 

Uyuşturucu bataklığına düşmeyenleri ise bekleyen en büyük tehlike manik-depresyon. Kısacası bipolar bozukluk bir hayli artacak. Maneviyata tutunamayanlar depresyon haplarına tutunmaya çalışacak. Bu da zombi tarzı insanların oluşumuna neden olacak. Yaşayan ölüler bu kavuşumun en korkunç tezahürü olabilir. (Zaten ilk zombi filmi 1932'de Jüpiter-Neptün kavuşumunda çekilmişti)

Balık burcu iki farklı yöne yüzen iki balık tarafından sembolize edilir. Bu 13 yıllık süreç içerisinde insanlığın ikiye ayrılacağını gösteriyor. İlk grup kendini tamamen kaybeden grup olacak. Uyuşturucularla, metaverse ile tamamen gerçeklikten kopup, zihinlerinin ve hayal dünyalarının içinde hapis yaşayacaklar. 

İkinci grup ise maneviyata sığınan, 5. boyuta atlayan, altın çağı yaşayan ve çevrelerindeki tüm karanlık enerjilerden arınan insanlar olacak. Yani bir grup kendini kaybetmeye koşarken, ikinci grup kendini bulmaya koşacak ve hangi grupta olacağımıza bu 13 yıllık süreç içerisinde kendi irademizle karar vereceğiz. 

Bu kavuşumun etkilerini olumlu anlamda tezahür edenler için bu süreç muazzam bir şifa ve arınmayı beraberinde getirebilir. Özellikle su ve toprak elementinin burçları olumlu etkilenenlerin arasında olacaktır. 

Jüpiter, Neptün'ün hayal dünyasını adeta aydınlatacaktır. Bu muazzam sanat eserlerinin, yeni müzik akımlarının ortaya çıkacağını gösterir. Dolayısıyla sanatla uğraşmak ve yaratıcılığınızı kullanmak size çok güzel şeyler kazandırabilir. 

Bu kavuşum aslında yalan ve sahtekarlıkları arttırdığı gibi tüm bunları görünür hale de getirecek. Tam da bu dönemde netflix'te en çok hangi dizilerin izlendiğine bir bakın. 'İnventing Anna' ile zengin wallstreet çevresini, önemli bankerleri ve yüksek sosyeteyi kandıran küçük bir Rus kızın hikayesi izlenme rekorları kırdı. Tinder Swindler yapımı buna örnek olan bir diğeriydi. Çöken bir kapitalist sistemin eşiğinde olduğumuzu bu gibi yapımlar çok güzel ortaya seriyor. Para çağı artık bitti. Maddi değerlere hala tutunmaya çalışan insanlardansanız sizin için zor bir süreç başlamak üzere. Bu yüzden maddi şeylere değil manevi şeylere sığının. 

Jüpiter Neptün kavuşumuna 26 Nisan'da Mars, Venüs ve Ay da eşlik edecek ve Balık burcunda büyük bir stelyumun oluşmasına neden olacaklar. Bu yüzden gök kubbeden yeryüzüne inen Balık enerjisi muazzam ve hayatımızda sadece bir kereliğine deneyimleyebileceğimiz bir enerji olacak. 

Sakın kaçmayın. 

Bu ikili küresel uyanışı tetikleyecek olan bir ikili. Uyanıp, manevi gücümüze tutunmaktan, yaratıcı fikirler ve çözümler üretmekten ve birbirimize kenetlenmekten başka bir çaremiz yok. Yalnızlık için doğru bir zaman değil. Nefret duygumuzu değil, sevgi duygumuzu büyütecek bu kavuşum. İlahi olana sığınmak yerine sanal şeylere kaçan herkesi eninde sonunda korkunç bir uyanış bekliyor olacak. Çünkü gerçeklikten kaçanın yolu yine gerçekliğe varır. Metaverse gibi, uyuşturucular gibi şeyler bizim sonumuzu getirebilecek korkunç tehlikeleri içinde barındırıyorlar. Bu yüzden çok dikkatli olmamız gereken bir süreç başlamak üzere. 

Bu süreç içerisinde Nil nehri ikiye ayrılacak. İkiye ayrılacağına inananlar tıpkı Musa peygamber gibi öteki tarafa yani öteki boyuta geçerken, bunun olacağına inanmayanlar ise derin sularda tıpkı firavun gibi boğulacak. Kısacası paralel evrenlere ayrılmak üzereyiz. Aynı zamanda farklı boyutlarda yaşıyor olacağız. Kimimiz sefalet içinde, kimimiz altın çağında.

Seçiminizi yapmadan inancınızı kuvvetlendirin. Çevrenizdeki Musa'ya tutunun, firavunlarınızdan da kurtulun. İşte o zaman altın çağınızda olursunuz. 

1 NİSAN 2022 | Koç burcunda YENİAY

1 Nisan'a 12 derece Koç burcundaki yeniayla giriş yapıyoruz. Bu yeniayı özel yapan şey astrolojide yaralı şifacı olarak bilinen Kiron ile kavuşumda gerçekleşiyor olması. Dolayısıyla 1 Nisan'da yaralı tüm kalpler şifa uğruna yeni bir sayfa açmak ve yeni bir adım atma fırsatına erişmiş olacaklar. 

Bazen acılar bizim en önemli hayat deneyimlerimiz ve en büyük öğretmenlerimiz olurlar. Belki bu ay hiç yaşamamış olduğunuz kadar acılar deneyimlemiş olabilirsiniz. Belki de bundan önceki yıllarda zorlu deneyimleriniz olmuş olabilir. Bu yeniay tüm bu acı ve zorlukları su yüzeyine çıkaracak güce sahip. Çünkü yeniay Koç burcunda olsa da, Kova burcunda bir stelyum var. Yani gökyüzünden yeryüzüne bir özgürlük çağrısı iniyor. Onca yıldır taşıdığımız korkularımızı bırakıp, kendimizi karanlık iç dünyamızdan soyutlayarak bağımsız hale gelebilmemiz için göksel bir imkan tanınıyor. 

İçimize atıp biriktirdiğimiz her şey hastalık olarak bize geri döner. İçindeki şeytanları bastıran dış dünyadaki şeytanlara insan kılığında denk gelir. Evren bizimle her daim konuşur ve her daim şifa uğruna fırsat tanır ve bu yeniay bu fırsatların en şifalısı olabilir. 

Yeniay enerjisini kırgınlıklarınızdan kurtulmak, kalbinizi kırmış olanları affetmek ve tüm acılarınızı özgür bırakmak için kullanın. Bu yeniay yüklerini salanlara muazzam bir şifa nasip edecek. 

Neptün ile Ay düğümleri arasındaki uyumlu açı evren ve kader tarafından desteklendiğimizi gösteriyor. Yeterki Neptün ve Venüs arasındaki sert açıyı olumlu anlamda kullanarak ilişkilerimizde tahribat ve hayal kırıklığı oluşturmak yerine sevgi bağımızı kuvvetlendirecek adımlar atalım. Ayrı düşmek için doğru zaman değil. Tam tersine birbirimize daha da sıkı sarılmamız gerek. Birimizin canı yanıyorsa ona daha fazla destek olmamız gerek. 

Neptün ve Venüs arasındaki bu kare açıyı en güzel üzüntülerimizi çizime dökerek kullanabiliriz. 

Yeniay gecesi elinize bir kağıt ve kalem alın ve tüm acılarınızı resmedin. Mandala çizin. Hatta bırakın eliniz sizi yönetsin, siz onu kontrol etmeyin. Çocukluğunuzdaki gibi olun ve saf bir şekilde resim yapın. Sonra da çizdiklerinizi Ay'ın en karanlık olduğu yeniay gecesinde yakın veya yırtın. Ardından da gönlünüzden semaya bir dua yükseltin ve arınmak, dertlerden kurtulmak, geçmişin yaralarını şifalandırmak için niyet edin. 

Dilerim bu yeniay hepimizi güzel bir şekilde arındırır ve Kiron kalplerimizin merkezinde şifa simyasını başlatır.  

Kırsala taşınmak | ARAZİ ALIRKEN NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?

 

Yazılarımı okuyanlar içine kapanık ve inzivayi bir hayat yaşamayı sevdiğimi büyük ihtimalle keşfetmiştir. Almanya'nın küçük bir köyünde büyüdüğüm için İstanbul'un kalabalığına hiçbir zaman için alışamadım. Hayalimde hep kırsala geri dönmek vardı ama bunun için maddi güç ve bir arazi bulmam gerekliydi. 

Sizinle bu serinin ilk konusu olan arazi alımı hakkında kendi hikayemi paylaşmak istiyorum. Bunun astrolojiyle ne alakası var ki? diyenler için de gelecek serilerde Ay'ın konumunun ev inşaatında ve istenmeyen aksaklıkları önlemede ne kadar önemli olduğunu anlatacağım. Ama gelelim ilk konumuza.. 

• Kırsala yerleşmek için arazi alımı •

İnternetteki arsalara bakmaya üniversite yıllarımda cebimde henüz 5 kuruş para yokken başlamıştım. Yani saftirik bir hayal ile başladı bu süreç benim için. Lakin o yıllarda Erkan Öz'ün bir kitabı geçmişti elime. Kitapta altın ve gümüşün bilmem kaç kat artacağından bahsediyordu. Fırsat bu fırsat deyip giyim kuşama para harcamak yerine elime geçen bütün paraları altına yatırmaya başlamıştım. Doğum günlerimde hediye yerine herkesten çeyrek altın dileniyordum. O zamanlar çeyrek 100 lira bir şeydi. Sonradan altın hesabı da açıp 10tl, 20tl diyerek elime geçen küçücükün paraları büyüttüm. 

2019'un ilk yeni yıl gecesiydi. Arsalar çok pahalıydı ve sürekli inancım kırılıyor, moralim bozuluyordu. Arsalara bakmaktan o kadar çok yorulmuştum ki, "Allah'ım elimde sadece 40 bin lira var ve ben bir yer almak istiyorum, nasip et" diye çok içten dua ettiğimi hatırlıyorum. Aradan birkaç ay geçmişti ve Mart'ın sonunda sahibinden.com'da Sakarya'nın bir dağ köyündeki bu resmi gördüm. 

Nedense bu yol bana çok tanıdık geldi. Fiyatı da 37 bindi. Kalbin çarpmaya başladı. Sahibiyle iletişime geçtim. Polisti ve tayini çıktığı için satıyordu. "Aha böyle bir yere benden başka kimse para vermez ve adam 2 ay içerisinde acil satmak zorunda olduğu için bana 30 bine bırakır" diye iyice sevindim. Aileme anlattım beni ciddiye almadılar. O zamanlar altımda ne araba var ne de bana akıl verip, doğru yönlendirecek biri. Bir de ailede "arsa yerine git forex oyna" gibi saçma şeyler duyunca, kafama koymuştum, alacaktım. Bu cümlelerimden çok cesur olduğumu düşünmeyin çünkü çok korkuyordum. Polis bana "bey" diye hitap ediyordu. Nazik bir şekilde erkek olmadığımı söyleyince adam çok şaşırıp, "bu işlerle hep erkekler uğraşır, helal olsun sana genç bir kız olabileceğini hiç düşünememiştim" demişti. 

Tapu dairesindeki imza gününe kadarki süreç hiç kolay olmadı. Aileden destek göremeyince ağlayarak geçirdiğim gecelerim çok oldu. Bir de benim durumum biraz karmaşıktı. Yaşım çok gençti, ilk defa böyle bir adım atıyordum ve hiç tecrübem yoktu. Bir yandan da dolandırıcılık hikayelerini sürekli duyuyordum. Polis araziyi araba takası olarak almış ve üzerine geçirmemişti. Yani ben parayı başkasının eline verecektim, arsayı bana başka biri gösterecek ama tapuya başkasıyla gidecektim. Bir vukuat çıkacak diye ödüm patlamıştı. :)

Korkuma rağmen polisle anlaştım. Araziyi görmeden pazarlığımı yaptım. Hatta sadece bir kereliğini gitme imkanım olacağı için polisten yardım istedim. Bir gün öncesinden tapu dairesinden benim arsayı görmeye geleceğim güne randevu aldı. Eğer beğenmezsem randevuyu iptal edecektik, eğer beğenirsem hemen aynı gün içerisinde imzalar atılacaktı. Arsayı gördüğümde karar vermek için sadece 10 dakikam vardı ve ben sezgilerimi dinledim. Bu kadar cesur davranabilmemi sağlayan şey ise Aralık ayında Haziran için çektiğim bir melek kartı olmuştu. Kartta ışığa git yazıyordu ve polisin adı Işıklar'dı. Evren beni buraya kadar getirmişken geri adım atamazdım, tapu dairesinde imzamı atacaktım. 

Bu kadar özelime girerek anlatıyorum çünkü bu yazının heves kırıcı değil, motive edici olmasını istiyorum. Çünkü ben bu yolda yapayalnız yürüdüm. Sezgilerimin beni yönlendirmesine izin verdim ve tehlikeleri de göze alarak belki cesur belki de aptalca davrandım. 

Şimdi geriye dönüp baktığımda arsayı kazıklanarak aldığımı biliyorum çünkü takas yapılan arabanın değeri 10 bin bile değildi. Ama şans işte. Birkaç ay sonra salgınla birlikte fiyatlar uçtu gitti. 2118m2'lik bir alanı 30 bine alacak cesareti gösterebildiğim için kendimi taktir ediyorum. 

Şimdi gelelim esas konuya..

Kendi hikayemi paylaşmış olsam da, herkesin arsa alma hikayesi farklı oluyor. Ben bunları yapamadım ama arsa almak isteyene ideal durumda almak istediği araziyi 4 mevsim deneyimlemesini tavsiye ederim. Kışın su nerelerde birikiyor, iklimi nasıl, güneş nereden doğuyor, ay hangi pencerelere denk geliyor? gibi çeşitli faydalı soruların yanıtlarını alabilmeniz için bu bilgiler çok önemli. Aslında gidip köylülerle konuşmanız da çok faydalı olacaktır. 

Benim gibi vakti olmayıp hemen karar vermesi gerekenlere birkaç önemli şey tavsiye etmek istiyorum. Bunlardan ilki Melih Aşanlı'nın geleneksel yapı teknikleri adlı kitabı. Bu kitabı arsayı almadan birkaç ay önce okuyabilmiştim ve çok büyük faydasını gördüm. 

Sağlık sorunlarımdan dolayı Akdeniz iklimi direkt olarak kafamda elediğim bir bölgeydi. Çünkü sıcak ve neme karşı çok hassasım ve bende hem anksiyeteyi hem de bilinç kaybını tetikliyor. Hep hayalimde bol temiz havası yüzünden kaz dağları vardı. Sonra bir gün meyvelitepenin bir paylaşımıyla tema vakfının sitesine denk geldim ve kaz dağlarının eteklerinde hava kirliliğinin santraller yüzünden ne kadar fazla olduğunu okudum. Bu yüzden bir yer almadan tema vakfının sitesindeki raporları indirmenizi ve incelemenizi tavsiye ederim. Özellikle su kaynaklarının hangi bölgelerde temiz veya bollukta olduğuna dair çok güzel bir rapora denk gelmiştim. Tüm bunlar arsayı ararken arama motoruna doğru bilgileri girmeme yardımcı oldu. 

Bu arada bir yeri internetten araştırırken beğendiğiniz bir yer olursa o köyde bulunan evleri ve diğer satılık arazileri de sahibinden.com'dan araştırın. Bu bölgeye gitmeden birçok farklı açıdan ortam hakkında bilgi edinmenize ve yapılaşmanın nasıl olduğunu öğrenmenize yardımcı olacaktır. 

Bir yerin uygun olup olmadığını ararken kendim için belirlediğim kriterler şunlardı: 

- Kaz dağları hayalim gerçekleşmiş olmasa da, bir dağ köyü istiyordum ve Sakarya'nın rakımı 800 m olan bir dağ köyünden arsamı almış oldum. Neden dağ diye soracak olursanız, Bolu Yedigöller ziyaretimde başım çok ağrımıştı. Bu bana kendimi ne kadar kötü bir havaya alıştırdığımı gösterdi. Bu yüzden kriterlerimin ilki temiz havaydı. Dağda oksijen oranı azdır. Beden az oksijene alışana dek adaptasyon sorunu yaşar ve bunun için kandaki alyuvarların sayısını arttırır. Özellikle Ruslar astım hastalarını 7 günde dağa çıkarır orada çeşitli şifalı bitkilerle karışımlar hazırlarmış. Bu hastaların vadiye indiklerinde ne astım ne de başka bir sağlık sorunları kalırmış. Aslında yazları yaylaya çıkmak bizim de kültürümüzün çok önemli bir parçasıydı ve sağlığımızı korumamızda yardımcı oluyordu. Ayrıca dağda, şehirde bulunan toz partikülleri daha az bulunur. Bu yüzden dağ havası vadi havasına göre daha temizdir. Aldığım arazide bir yandan Toscana etkisini buldum bir yandan Alp dağları hissiyatını. Yalnız dağlarda çok çeşitli mikro iklimler olur ve suyu arazide tutmak zordur. Gece sis çöker, kışın çok kar yağar gibi bir sürü bilgiyi aklınızda bulundurmalısınız. Benim arazim köy sınırlarının dışında kalıyor. 3 taraftan eğimle hafif çukurda kalan bir yer. Yan bahçem ise asma bağı. Bu bana iki bilgiyi vermişti. Dağlardan akan yer altı suları büyük ihtimalle benim arazimde birikiyor olmalıydı. Bu da ilerleyen zamanlarda bir kuyu açtırmak istediğimde bana su bağımsızlığımı kazandırabilirdi. Dağ iklimi serttir ama üzüm ılıman iklimde yetişir. Yan komşumun asma bağı dağ iklimi yerine daha ılıman ve korunaklı bir mikro iklime sahip olan bir yerde bulunduğumun bilgisini vermişti. 3 taraftan eğimin olması ve benim çukurda kalmam sert rüzgarlardan beni koruyacaktı bu da kendi gıdamı yetiştirebilmem açısından iyidi. 

- Önemsediğim ikinci kriter tabiki suydu. Arazime henüz bir kuyu açtırmadım ama araziyi alırken yaz kış sürekli akan orman kenarında ve bana yürüme mesafesinde çok yakın olan bir çeşmenin bulunduğunu görmüştüm. Eğer arazimden su çıkmazsa bu çeşmeden faydalanabilirdim. Belli ki orada dağlardan inen bir kaynak vardı. İstanbul'dan kaçanlar genelde Bodrum civarını tercih ediyorlar. Oysa Bodrum ilerleyen zamanlarda su yetersizliği yüzünden büyük sıkıntı çekecek. Şahsen suyu olmayan bir yerde 5-10 milyon değere sahip olan bir villada oturmak istemezdim. Bu yüzden su kriteri benim için çok önemli bir konuydu. Evi faturasız bir şekilde inşa etmek istediğim için eve şebeke suyu bağlatmayı düşünmüyorum ama bu başka bir yazının konusu olsun. 

- Gelelim üçüncü kritere: Ailemin beni hala anlayamayıp kızım sen manyak mısın dediği yalnızlık ihtiyacına. Arsayı öyle bir yerden almak istiyordum ki, civarımda hiçbir komşum olmasın. Elektrik hatları çekilmiş olmasın. 5G baz istasyonları bulunmasın. Hızlıca gelişecek ve kalabalıklaşacak bir yer de olmasın. Bakir, saf doğa olsun. Tam da öyle bir yer nasip oldu. Köye aslında yürüme mesafesindeyim ve şehirle aramda 20 km var. Kaldı ki, İstanbul hızlı trenle 1 buçuk saat, arabayla 2 buçuk saatte ulaşabileceğim bir yerde. Benim mi ailem böyle yoksa Türkiye'de zihniyet mi böyle bilmiyorum ama bakir doğa insanları korkutuyor. Araziyi almayayım diye beni vazgeçirmek için "ayılarla kurtlar saldırır ölür gidersin" cümlelerini bile o kadar çok sık duydum ki. :) Tüm bunlar cehaletten kaynaklı korkular ve bu korkularınızı aşmanız için kendinizi geliştirip eğitmeniz gerek. Evet ayılar ve kurtlara yakın olabilirim çünkü ormana yakınım. Başıma kötü bir şey gelmesini istemiyorsam bu hayvanları tanımayı öğrenmeliyim. Mesela eski Kızılderililerin ayılarla birlikte aynı çalıdan meyve topladıkları anlatılır. Kurtlar ise köpeklerin atalarıdır. Köpekler bugün bize ne kadar yakınsa eskiden kurtlar da o kadar yakındı. Sadece biz doğamızdan koptuğumuz için bu bilgilerden de kopmuş olduk. Eğer amacınız saf bir şekilde doğaya yerleşmek ve şehir yaşantınızı oraya taşımaksa dikkatli olun derim. Çünkü kırsala yerleşmek eskiye geri dönmeyi de beraberinde getiriyor. Yani doğada kendi ayaklarınızın üzerinde duracak kadar beceriye ve bilgiye sahip olmalı ve ne istediğinizi iyi bilmelisiniz. Kimi gecenin karanlığından korkar, kimi ise gecenin karanlığında yere sarkan yıldızlardan büyülenir. Ben kendimi hep doğada güvende, şehirde ise tehlikede hisseden biri oldum ama bu süreç bana herkesin böyle düşünmediğini öğretti. Yani seçimler daima sorumluluklarla gelir. Burada önemli olan çevrenizin korkularıyla beslenmek yerine kendi iç sesinize sadık kalmanız. 

Bu yazı daha fazla uzamadan burada bitirmek istiyorum. Dediğim gibi kriterlerinizi belirlerken hem Melih Aşanlı'nın kitabından faydalanın. Hem tema vakfının sitesindeki raporları iyice inceleyin. Telefonunuza sun locator life adlı uygulamayı indirin. Bu uygulama sayesinde arazinizin neresine ne kadar güneş vurduğunu, Ay'ın nerelere denk geldiğini canlı gibi görebilirsiniz. Özellikle benim gibi dağlarda bir yer almak istiyorsanız bu uygulama çok işinize yarayacaktır çünkü yazın arazinize vuran güneş kışın tamamen dağın arkasında kalabilir ve ısıtma masraflarınızı çoğaltabilir. Bunun haricinde gezme imkanınız varsa gezin ve köylülerle iletişim kurun. Özellikle pandemiyle birlikte fiyatlar o kadar uçuk hale geldi ki, artık sahibinden.com gibi sitelerde sadece büyük paralar peşinde koşan emlakçıların ilanlarını görüyorum. Benim aldığım arsaya emlakçı 45 bin istiyordu. Aramamı doğru yaptığım için arazinin sahibinden almak bana çok daha kârlıya geldi. Artık bu fiyatlara bir yer bulmak zor da olsa, emlakçıları işe karıştırmadan köylülerin bizzat kendilerini bulmanızı tavsiye ederim. Bu size çok daha uygun fiyatlara bir yer bulma imkanı tanıyacaktır. Size gösterilen arazinin doğru arazi olup olmadığını da parsel.sorgu.tkgm.gov.tr adresinden ada ve parsel no bilgileriyle kolaylıkla bulabilirsiniz. Yani devlet aslında dolandırıcılık olaylarına imkan vermiyor. Yeterki yanlış kişilere güvenmeyin. Arazi tapusunu görmeyi talep edin ve bilgileri devletin sitesinden kontrol edin. 

Devlet sitelerinden deprem fay hatlarını da kontrol edebilirsiniz. Sakarya fay hattı üzerinde bulunduğu için araziyi almak istediğim yerin altından fay hattının geçip geçmediğini kontrol etmiştim. Türkiye deprem ülkesi olduğu için depremle birlikte tüm doğal afet risklerini göz önünde bulundurmalısınız. Herkes deniz kenarından ev ister ama eriyen buzullarla birlikte deniz seviyeleri yükselmekte. Ayrıca değişen iklim koşullarıyla birlikte kıyı kesimlerde hortumlara daha sık rastlar olduk. Depremlerin tsunamileri de tetikleyebileceğini göz önünde bulundurduğumuzda herkesin istediği deniz kıyıları çok mantıklı gelmiyor. Tüm bunlar düşünülmesi gerekilen konular. 

Son bir bilgiyi daha vermek istiyorum. Genelde imarlı arazilerin boyutları hem küçük hem de fiyatları yüksek olur. Eğer benim gibi bağımsız olmak istiyorsanız, hem daha büyük hem de daha uygun fiyatlı bir yer almak için tarla vasıflı arazilere bakmalısınız. Yalnız burada belediyeden belediye fark olabiliyor. Bu yüzden imar ve şehircilik müdürlüklerinden bilgi edinmenizi tavsiye ederim. Çünkü tarlalar tarım arazileridir ve tarım faaliyetleri için kullanılır. Bunu yapanların var olduğunu bilsem de tarlalara havuzlu villalar için izin alamazsınız. Tarım arazisine ev izni alabilmek için belirli kriterlere sahip olmanız gerekir. Mesela tarlanın kadastral yola cephesi olmalıdır. Ev ise arazinin büyüklüğüne göre belirlenir. 10 dönüm bir yeriniz olsa bile maksimum 300 m2'lik bir ev inşa edebilirsiniz. Benim gibi sadece 2 dönümse hatırladığım kadarıyla sadece 70-100m2'lik bir eve izin veriliyordu. Ve siz ev yapma iznini tarım faaliyetleri için bakıcı evi adı altında izin alabiliyorsunuz. Mesela ben Sakarya büyükşehir belediyesine tıbbi ve aromatik bitki yetiştiriciliği için başvurmuştum ve olumlu yanıt aldım. Maalesef araya pandemi girince pek ilerleyemedim. 

Araştırmalarıma devam ediyorum ve kim bilir belki bir gün bu araziye ufak bir köy evi konu verir ve çevresi arılarımız ve kendimiz için tıbbi bitkilerle şifalı bir diyara dönüşür. Her şeyi zaman gösterecek. Eğer başarılı olabilirsem kendi tecrübelerimden de faydalanarak güneş panelleri, yağmur hasadı, ay takvimine göre ev inşaatı, bahçe düzenlemeleri gibi çeşitli konular hakkında yazılar yazmak istiyorum. O zamana dek görüşmek dileğiyle..

MEDİKAL ASTROLOJİDE AY VE TİROİD

 

Medikal astrolojide Ay ve yönettiği bölgeler hakkında konuşuyorsak gözümüzün önünde her yere varabilen bir nehri düşünmeliyiz. Tiroid boğaz bölgesinde bulunan minik bir organ da olsa, aslında bütün hücrelerimize etki edecek güce sahiptir. Bu yüzden tiroid sorunlarının semptomları çok fazladır ve birçok organı etkileyebilir. Kiminin ayağa ağırır, kimi depresyona girer, kiminin libidosu düşer, kiminin ise bağırsak problemleri olur. Maalesef bu kadar fazla semptom olunca doktorların da teşhis koymaları zorlaşmaktadır. Teşhis geç konduğu için de olay iyice büyümektedir. Oysa beden seneler öncesinden tiroidin alarm verdiğini belli eder. Sürekli var olan demir ve iyot eksikliği, kan şekeri dengesizlikleri ve anksiyete gibi psikolojik sorunlar tiroidin 'bana yardım et kendimi iyi hissetmiyorum' çığlıklarıdır. 

Tiroid Ay'ın yönetimi altında olan endokrin sistemine bağlıdır ve hormonlarımızdan sorumludur. Aynı zamanda gelişim merkezidir. Eğer kişi gerçek kimliğini yaşayamıyor, kendini tıkanmış gibi hissediyor yani artık gelişemiyorsa, tiroid sorunları ortaya çıkmaya başlar. Bu sorunların tıbbi terimi inflamasyondur. Bağışıklık sisteminin savaşçıları gelişim merkezi olan tiroidin bu çöküşünü gözlemleyince ona saldırmaya başlar. Bu saldırının adı ise hipotiroid yani haşimato'dur. Tiroid, sahibinin çöken yaşam enerjisi karşısında çaresiz kalır ve kendini adeta yok etmeye başlar. 

Bir de hipertiroid vardır ve Graves hastalığı olarak da bilinir.  Hipertiroid hastalığında her şey gereğinden hızlı çalışır. Hipotiroid sorununda ise her şey gereğinden yavaş çalışmaktadır. İlkinde tiroid büyürken, haşimato'da ise iyice küçülür. 

Hipotiroid hastalığında beden ısısı düşer, üşüme meydana gelir, kalp daha yavaş atmaya başlar. Geçmek bilmeyen kronik bir yorgunluk oluşur. Kişi hayatından bezdiği için tiroid gelişimi ve yaşam enerjisi için gerekli olan tiroid hormonunu salgılamamaya başlar. Hipotiroidin arkasında yatan ana neden ruhun huzursuzluğudur. Tiroid, hormonunu salgılamayı azaltarak sahibine 'biz çok yorgunuz biraz dinlenmeye ihtiyacımız var' der. Hipotiroidi olan kişilerin ruhlarıyla o kadar kopuk bir bağı vardır ki, ilk önce ruhlarını bulmaları ve kendi özlerine geri dönmeleri gerekir. 

Hipertiroid'te ise bunun tersi söz konusudur. Her şey gereğinden hızlı çalışır. Kişi kilo almakta zorluk çeker, yemesine rağmen gıdalardan yeteri kadar besin değerlerini alamaz, kalbi hızlı atar vs. Hipertiroidin arkasında yatan ana sebep kişinin enerjisini doğru yerlere akıtamamasıdır. Tiroid aşırı çalışarak aslında sahibine 'harekete geç, bir şeyler yapalım hayatımızın tadını çıkaralım' der ama sahibi bunu çeşitli nedenlerden dolayı yapamıyordur. 

Tiroid sorunlarının ardında yatan manevi sebeplere baktığımızda çoğunlukla bir ezilme durumunu görürüz. Zaten tiroid nadiren erkeklerde rastlanan bir sorundur. Çoğunlukla kadınları etkiler. Başkaları tarafından hor görülen, hor görüldüğü için susmayı öğrenen kişilerde tiroid kaynaklı sorunlar oluşur. Aslında tiroid 6.çakrayla ilgilidir. 6.çakranın iyi çalışabilmesi ise kalp çakrasının ne kadar dengeli olduğuna bağlıdır. Çünkü boğaz çakrasını şifalandırabilmenin en güzel yolu kalpten konuşacak cesareti keşfetmektir. Ama çocukluğundan itibaren hep susturulan bireyler bu yeteneği geliştiremezler. Genelde bu kişiler hep koşullu sevginin varlığıyla büyütülürler. 'Seni sadece bunu yaparsan veya sadece böyle biri olursan severim' cümlesini çok sık duydukları için kendileri gibi olmaktan vazgeçip başka insanların istediği gibi biri olmayı öğrenirler. 

Medikal astrolojide Ay med ceziri yaratır. Bu yüzden hormonların yönetimi ona verilmiştir. Yani hormonlar sürekli bir değişim içerisindedir ve duygularımızdan etkilenirler. Bunun nasıl bir güç olduğunu hepimiz aşık olduğumuzda hissederiz. Bu yüzden tiroid sorunlarında yapay hormonlarla tedavi etmek yardımcı olsa da çare değildir. Çünkü tiroid eksik olan hormonu değil eksik olan duyguyu arar. Eğer o duyguya kavuşursa üretmeyi azalttığı veya bıraktığı tiroid hormonunu kendiliğinden üretmeye başlar. Ama eğer bunu zaten yapan bir ilaç varsa tembelleşir. 'Zaten sahibin benim gereksiz olduğumu düşündüğü için haplar aracılığıyla işi yürütüyor ben niye çabalayim ki' diye düşünür. Yani maalesef tiroid ilaçları bizi bir kısır döngüye sokar. 

Tedavi için iyot, selenyum ve demir gibi mineraller çok önemlidir. Bununla birlikte çinko, B vitaminler grubu D ve A vitaminin büyük bir önemi vardır. Her hastalıkta da olduğu gibi ilk önce vitamin ve mineral dengeleri kontrol edilmeli, gerekliyse takviyeler alınmalı ve beden toksinlerden temizlenmelidir.

Bedeni arındırmak her hastalıkta olduğu gibi tiroid şikayetlerinde de çok önemlidir çünkü haşimato hastaların çoğunda epsteinbarr virüsü tespit edilmiştir. Bir önceki yazımda bahsettiğim parazitler konusu da tiroid sorunlarının ardında yatan ana etkendir. Bu yüzden ilaçlarla sadece tiroidinizi dengeye sokmanız yeterli olmayacaktır. Bütün bedeninizi arındırıp bağışıklığınızı kuvvetlendirmelisiniz. Virüs ve parazitler sadece asidik bir bedende tahribata yol açabildiği için alkali beslenmeye geçmeli, glutenle birlikte süt ürünlerini ve özellikle de viral bir sorun varsa yumurtayı bir müddet hayatınızdan çıkarmalısınız. Aslında otoimmün hastalıklarda hangi gıdalara karşı bedenin hassas olduğunu öğrenmek büyük fayda olacaktır ama tüm bunlar maddi güce bağlı olduğu için yardım alamayanlar Mehmet Ali Bulut'un 'can boğazdan çıkar' kitabını alabilirler. Çoğunlukla bize yaramayan gıdaların hangileri olabileceğini kan grubumuz belli eder. Beslenmenizi kan grubunuza göre düzenlerseniz büyük bir adım atmış olursunuz. 

Aminoasitler yani proteinler hücre ve dokularımızın kendini yenileyebilmesi için çok önemlidir. Bu yüzden kan grubuna göre aminoasitleri sağlıklı yollardan nereden bulunabileceğine bakılmalıdır. Zaten tiroid sorunları olanların aminoasitleri çok azdır. Aminoasitler için de iyot gereklidir. Ama tiroid şikayetleri varsa iyot alımı bir doktorun rehberliğinde gerçekleşmelidir. 

Tiroid tedavimizi desteklemek için kullanabileceğimiz tıbbi bitkiler de vardır. Mesela limon otu, aslan kuyruğu, kurtayağa (Lycopus europaeus) veya yara otu (Prunella vulgaris) hipertiroid şikayetlerini azaltmada etkilidir. Bu bitkiler tiroid hormonlarının aşırı salgılanmasını engellerler. 

Hipotiroid şikayetlerini azaltmak için ise sarı kantaron, şizandra üzümü, zerdeçal veya dul avrat otu kökü gibi bitkilerden fayda görülebilir. 

Tiroid şikayetlerinden kurtulmak için böbrek üstü bezlerimize de dikkat etmeliyiz çünkü bedenimize asıl ihtiyaç duyduğu enerjiyi veren merkez orasıdır. Böbrek üstü bezleri kuvvetlendirilirse tiroid kendiliğinden güç kazanır. Böbrek üstü bezlerine en iyi gelen şey tıbbi mantarlardır. Reishi, shitake veya kordisep mantarlarına ulaşma imkanınız varsa kullanabilirsiniz. Mantarlara ulaşma imkanı olmayanlar adaptojen grubundaki tıbbi bitkilerden de faydalanabilir. 

Tiroid sorunlarınızdan kurtulmak için duygularınızı bastırmayın. Öfkenizi de sevginizi de olduğu gibi gösterin. Tiroidini aldırmış olan ama geçmiş travmalarını özgürleştirmek için terapilere katılan insanlarda çok tuhaf bir şekilde tiroidin tekrardan oluştuğu gözlemlendi. Bedenimiz bu kadar mucizevi bir şey işte. Bu yüzden hastalık da, sağlık da bizim elimizde. 

18 MART 2022 | BAŞAK BURCUNDA DOLUNAY

 


Cuma sabahı Başak burcunda güzel bir arınma dolunayı deneyimliyor olacağız. 
Bu arınma enerjisine hepimizin çok ihtiyacı var çünkü Mart'ın başından beri karanlık, derin, ürkütücü bir okyanusta yüzüyor ve bir türlü yön bulamıyor gibiyiz.

Mars ve Venüs geçtiğimiz günlerde karanlık prens Plüton'un üzerinden geçtiler ve birçoğumuza sevgimizi sarsacak karanlık bir idrak getirdiler. 
Kimimiz üzüldü, kimimiz şok oldu, kimimiz ise öfkelendi, nedenini sorguladı.

Plüton cehennemin enerjisidir ve kişiye çıkması zor dönemeçlerde olduğunu idrak ettirir.
İdrak ettirir ki, aydınlığa tekrardan erişebilmenin bir yolunu bulsun. 
Çünkü kadimlerin de dediği gibi yere girmeden göğe çıkmak imkansızdır. 
Bu yüzden ne olursa olsun, yaşadığınız karanlık üzüntüler ne kadar ürkütücü de olsa, içinizdeki güce tutunmaktan vazgeçmeyin. 
Bu bir süreç ve elbet bir gün geçecek. 

Dolunay haftası gök kubbede Mekür ve Jüpiter kavuşumda olacaklar.
Uzun zamandır önemli bir haberi bekleyenlere bu dolunay güzel bir müjde getirebilir. 
Genel olarak işleri, seyahatleri veya yazışmaları kapsayan konularda güzel fırsatlarla karşılaşma imkanına sahip olacağız. Bu yüzden dolunay haftasını tamama erdirmek istediğimiz işlerimizi halletmek için kullanabiliriz. 

Merkür aynı zamanda Neptün gezegeniyle de kavuşumda olacak. 
Bu kavuşumun bir olumsuz bir de olumlu iki etkisi olacak. 
Kimilerimiz için yanılgılarla yüzleşmeyi ve hayal kırıklığını beraberinde getirecek. 
Kimilerimizin ise yaratıcılığını ve hayal gücünü tetikleyecek. 

Dolunay haftası Mars ve Kiron arasında da uyumlu bir açı olacak. 
Her dolunay arınmayı beraberinde getirir ama bu dolunay Mars ve Kiron'dan da etki alarak özellikle kanı arındırmak için çok güzel bir zaman diliminde olduğumuza işaret ediyor.
Fırsattan istifade diyerek dolunay sabahı ilk su orucumu ve akabindeki günlerde ilk kupa tedavime başlamayı düşünüyorum. 
Bahar detoksu yapmak ve kanlarını güzelce bir şekilde arındırmak isteyenler bu haftayı bu amaç için kullanabilirler. 
Çünkü gökyüzü mücadelenin ardından gelen şifa kapılarını ardına kadar açıyor olacak. 
Özellikle son zamanlarda maddi manevi mücadele verdiği için güçsüz düşenlere bu dolunay güzel bir şifa enerjisi armağan edecek. 
Yaralarımızı saracak.
Huzuru hanemize davet edecek. 
Ve ihtiyaç duyduğumuz şifayla bizi içten arındıracak. 

Lakin akabinde gerçekleşcek olan Mars Uranüs karesi bu huzurlu ortamın uzun sürmeyeceğine işaret ediyor. 
Dolunayın ikinci haftasında sinirlerimiz iyice gerilebilir. 
Kontrolümüzü kaybedebilir ve başlangıçta hissettiğimiz bu güzel enerjiyi yitirebiliriz. 
Bu tuzağa dikkat edin ve sımsıkı huzur duygusuna tutunun. Sizi kolay kolay hiçbir şeyin dengeden çıkartmasına izin vermeyin. 

Dolunay öncesindeki Berat kandili gecesinin mübarek enerjisinden de faydalanarak bolca dua edin. 
Arınma için.
Hem kendi fiziksel bedenlerimiz, hem duygularımız, hem ruhumuz hem de doğa anamızın arınabilmesi için. 
Her etki bir tepkiyi doğurur. 
Dolunaylar ektiklerimizi biçme zamanıdır. 
Bu yüzden bu dolunay güzel, saf ve temiz tohumlar ekelim ki, şifa ve huzur olarak bize geri dönüşü olsun.

Berat kandiliniz mübarek, dolunayınız huzurlu olsun..

MEDİKAL ASTROLOJİDE NEPTÜN VE PARAZİTLER

 

Bir önceki yazımda her hastalığın ardında inflamasyon bulunur demiştim. Birçok inflamasyonun ardında da parazit olarak adlandırdığımız görünmeyen canavarlar vardır. Kısacası parazitler alzheimer, epilepsi gibi nörolojik rahatsızlıklara sebebiyet verebilirken aynı zamanda kansere yakalanmamızın ardındaki ana sebeplerden olabilir. Hatta Amerikalı bir doktor kanser hastalarını yüksek doz parazit ilaçlarıyla iyileştirmeyi bile başarmıştır. 

Bilim dünyası şimdilik insanın bedeninde yaşayabilen 200 bin parazitin var olabildiğini keşfetti ve henüz bu konu hakkında pek fazla bir şey bilmiyorlar. Bu yüzden teşhisi de tedavisi de muallakta kalıyor. Oysa toplumumuzda birçok kişide bu problem var. Özellikle bağışıklığı düzgün çalışmayan insanların parazitlere yakalanması büyük bir olasılıktır. Bu yüzden otoimmün hastalıkları olanların parazitler konusuna büyük önem vermeleri şarttır. Özellikle otizimli çocuklarda parazitlerin olmaması çok nadir görülmektedir ve parazitler için önlem alındığında otizm belirtileri ortadan kalkmaktadır. 

Depresyon, ankisyete, panik atak, şizofreni, bipolar bozukluk veya yeme bozuklukların ardında da parazitler bulunabilir. Eğer hastalığa teşhis konamıyorsa psikolojik bir sorun damgasını vurmadan parazitlerin olup olmayacağı kontrol edilmelidir. 

Toxoplasma gondii çok sevdiğimiz kedilerimizden bize bulaşabilen bir bakteridir. Aslında doğada bol miktarda bulunur ve fareleri kedilerin bulunduğu ortama yönelmeleri için iradelerini adeta ele geçiren çok akıllı bir bakteridir. Kedi fareyi bir kere yedi mi toxoplasma gondii kendini 3 hafta içerisinde kedinin içinde 3-4 kat çoğaltabilir ve kedinin okşanmasıyla eller yıkanmadan ağıza götürülüyorsa, artık toxoplasma gondii insan bedenindedir. Belirtileri ise yorgunluk ve bir var olan bir kaybolan kas ağrıları, migren gibi şiddetli baş ağrıları, gece ter basmaları, unutkanlık, baş dönmesi, konsantrasyon güçlüğü çekilmesi, depresyon belirtileri ve korku halleridir. Ayrıca bir gün iyi görme bir gün daha kötü görme gibi şikayetlere de yol açabilir. 

Bu arada bu bakteri sadece kedilerde veya farelerde yoktur. Yediğimiz balıktan ete hatta marul gibi sebzelere kadar birçok şeyde var olabildiği söylenmektedir ama kediler çoğunlukla hane halkına yakın olan hayvanlar olduğu için en çok onlardan bu bakteri kapılmaktadır. Maalesef bu durum hamileler için büyük bir tehlikedir ve çocuğun gelişimine korkunç etkiler olabileceği için hamileliği sonlandırmak bile gerekebilir. 

Toxoplasma gondii örneğiyle kimseyi kedilere veya doğaya karşı düşman etme niyetinde değilim. Dedelerimiz ve ninelerimiz doğayla birlik içerisinde yaşarken kimse toxoplasma gondii'nin ne olduğunu bile bilmiyordu çünkü atalarımızın bağışıklığı kuvvetliydi. Hayvanlarla bir arada yaşar ama onları evlerin içlerine almazlardı. Günümüzde artan aşırı hayvan sevgisinin ardında maalesef psikolojik sorunlar yatmaktadır. İnsanların çocuk sahibi olmak yerine hayvan sahibi olmayı seçmelerinin ardında bencil bir öz sevgi ihtiyacı yatar. Özellikle kedilerin mistik yetenekleri olduğu ve insanın negatif enerjisini çekebildikleri için, insanlar tarafından adeta kullanılıyorlar. Lütfen bu sözlerimi yanlış anlamayın. Ben de kedi baktım ve kedileri çok severim. Sadece kendi sevgimi irdelediğimde ve çevremdeki insanların davranışlarını gözlemlediğimde böyle bir acı gerçeklikle karşılaştım. Kedi köpeklerini yatak odalarına kadar alan insanlar kendilerini çok yalnız hisseden ve çocukluğunda sevgisizlikle ilgili travmaları olan insanlardır. Evcil hayvanlar bu negatif enerjiyi üzerine çektiği için hayvan sahipleri onlara bağımlı hale gelir. Aslında bir vampir misali hayvanın enerjisini emer ama bunu hayvan sevgisi zannederler. 

Bir virüs, parazit veya bakteri zayıf bir bedene ihtiyaç duyar. Biz modern yaşam tarzımızla bedenimizi zayıf düşürerek doğadaki en ufak bir bakteriye karşı bile savaşamayacak duruma geldik.

En son ne zaman ateşlendiğinizi hatırlayın? Eskiden insanlar sık sık ateşlenirdi. Ateş bedenimizdeki tüm bakterileri yakar yok ederdi. 38 derece vücut ısısı atalarımızın hareketli yaşam tarzları sayesinde gerçek vücut ısılarıydı. Oysa şimdi ateş 38 dereceye çıktı mı hemen ateş düşürücü kullanıyoruz. Bedenimizin arınma mekanizmasını devre dışı bıraktığımız için bedenimiz parazitlerle kaynıyor. 

Yaklaşık olarak toplumun %20'sinin parazit kaynaklı hastalıklara sahip olduğu düşünülmektedir. Bu Türkiye baz alındığında yaklaşık olarak İstanbul nüfusunun tümü gibi düşünülebilir. 

Maalesef parazitlerin teşhisini koymak çok zordur ve dışkı örnekleri parazitlerin varlığını gösterebilmesi için laboratuvarda 15 dakika içerisinde analiz edilmelidir ve bu maalesef imkansız gibi bir şeydir. 

Bedenimizde parazitlerin olup olmadığını anlamanın en kolay yollarından biri çinko ve selenyumu ölçtürmektir. Eğer bir eksiklik varsa takviye alınmalı ve ölçüm tekrardan yapılmalıdır. Eğer takviyeye rağmen ölçüm hala eski değerleri gösteriyorsa, bedenimizdeki bir canavarın bizimle birlikte bir şeyleri yiyip tükettiğine emin olabiliriz. 

Parazitler konusu çok tuhaf bir konudur çünkü bedenimizdeki parazitler bize zarar veren ağır metallerden, glifosat gibi tarım ilaçlarından ve şekerden beslenirler. Bize zarar veren şeylerle beslendikleri için bizi bir bakıma korurlar ve hayatta kalmamızı sağlarlar. İçinizde bir canavarın yaşadığını ve onun sürekli zararlı şeyler yediğini ve ağır metallerle etrafında bir zırh oluşturduğunu düşünün. Zavallı bağışıklığımız her geçen gün güç kazanan bu canavarın karşısında güçsüz düşer. Kanserli hücrelerin büyümesinin ardında bu canavardan başka bir şey yoktur. Bu yüzden bilim dünyası henüz hala inatçı da davransa artık yavaş yavaş bu canavarı habis ruhlara benzetmeye başladı. 

Dr. Dietrich Klighardt kongre konuşmasında Hz. İsa'nın onca insanı tedavi ederken yaptığı tek şeyin bu habis ruhları uzaklaştırmak olduğunu ve bilim dünyasının bunu tamamen görmezden geldiğini anlattı. Ve egzorsizmle ilgilenen rahiplere giden insanların ertesi gün 3-4 metre kadar büyüklüğünde parazitleri çıkarttıklarına şahit olduğundan bahsetti. 

İslam literatüründe parazitler musallat enerjileri olarak tanımlanır ve korunmak için temizliğin, abdestin ne kadar önemli olduğuna dair birçok ayette vurgu yapılır. Parazit kongresinde Alman bilim insanları Kuran'dan örnek vererek, kutsal metinlerin hijyen kurallarını önemsenmesinin ardında parazitlerin olması gerektiğini anlattılar. TRT belgeseli izleyenler dünyayı gezen Amerikalı Reshad'ın "onca ülkeyi gezdim ama hiçbir yer Türk kadınların evi kadar temiz değildi" sözüne belki denk gelmiştir. Lütfen buradaki hijyen kurallarından deterjanla temizliği anlamayalım. Abdestle kastedilen şeyin fiziksel ve ruhsal bir arınma ve temizliktir. Deterjanlarla evlerini temizlediklerini zannedenler daha çok parazitlerin yaşayabileceği ortamları yaratmaktadır. 

Fareler üzerinde yapılan deneylerde bahsetmiş olduğum toxoplasma gondii bakterisi farelere enjekte edildiğinde, bile bile kedilere gidip kendilerini yedirdikleri gözlemlendi. Parazitler o kadar zekidir ki, zihnimizi adeta ele geçirir ve yönetmeye başlarlar. Bu yüzden şizofreni veya bipolar bozukluk gibi ruhsal hastalıkların oluşumuna neden olurlar. 

Parazitlerin en çok sevdiği şey asidik bir bedendir bu yüzden şekerli gıdaları yeme isteğimizin ardında daima bedenimizdeki parazitler bulunur. Bu habis ruhların sevdiği bir diğer şey elektrosmog, yani radyasyon ve elektromanyetik alanlardır. Bu yüzden 5G teknolojisiyle birlikte parazitlere karşı çok daha açık hale geleceğiz. 

Stres ve elektrosmog birleştiğinde beynin kapıları açılır ve kandaki tüm zehirler ve parazitler beyine ulaşır. Zamanla bu ya alzheimer, ya demans, ya MS ya da beyin tümörü olarak kendini tezahür eder. Beyindeki tüm zehirler üçüncü göz olarak bilinen epifiz bezimizin çalışmasını engeller. Kişi ya aptallaşır ya da zombileşir. Kısacası şifa gücü olan ruh, habis enerjiler tarafından köşeye kıstırılır, ele geçirilir ve yönetilmeye başlanır. Epifiz bezi şifa merkezidir. Üçüncü gözünü, yani sezgilerini hissedebilen insan kendini nasıl iyileştirmesi gerektiğini de iyi bilir. Maalesef parazitler beyne ulaştı mı bu merkez etkisiz hale getirilir. 

Parazit ilaçlarıyla tedavi edilmeye başlandığında bu habis ruh ölür ve bütün zırh parçalanarak tüm toksinler açığa çıkar. İşte bu beden için büyük bir felakettir ve kişinin ciddi sağlık sorunları hissetmesine neden olur. Bu yüzden aktif kömür, klorella veya çeşitli killer kullanılmalıdır ki, serbest kalan zehirler yakalanıp bedenden atılsın. 

Çeşitli nedenlerden dolayı ilaç kullanmak istemeyen veya kullanmasına rağmen bir fayda görmemiş olanlar doğa tıbbının hazinelerinden faydalanabilirler. Özellikle Artemisia ailesinin tıbbi bitkileri olan pelin otu, peygamber süpürgesi veya misk otu parazitlere karşı nasıl savaşması gerektiğini gayet iyi bilen ve binlerce yıldır bu amaç için kullanılan bitkilerdir. 10 diş sarımsak kaynatılıp ezilip yenebilir. Bedene yayılan bu yoğun kokuyla bütün parazitler panikle popo deliğinin çıkışını arayacaktır.

Bu arada İran bilim adamları bilimsel araştırmalarında üzerlik otunun toxoplasma gondii'yle çok güzel bahşedebildiğini ve etkisiz hale getirdiğini kanıtladı. Hintlilerin kutsal içeceği Soma tanrıların içtiği iksir olarak bilinir ve ölümsüzlük bahşettiğine inanılır. Bu iksirin ana kaynağı Anadolu insanın binlerce yıldır kullandığı üzerlik otudur. 

Eskiden çocuklarda gelişim sorunu olduğunda, göz altlarında morluklar gözlemlendiğinde nineler bir parazitin olduğunu bilir ve hemen önlem alırdı. O zamanlar ilaç da doktor da olmadığı için sarımsak, kişniş tentürü, zeolit, boraks veya karbonat gibi basit ve ucuz şeyler kullanılırdı ve bu kürler yılda en az bir kez yapılırdı. 

Bir önceki yazımda bütün hastalıkların ardında inflamasyon vardır demiştim. Bu yazımı da inflamasyonun ardında parazitler vardır sözlerimle bitirmek istiyorum. Unutmayın bedenimiz bir mucizedir ve her şey birbiriyle bağlantılıdır. Modern bilim MS, alzheimer, romatizma gibi çeşitli süslü püslü isimler takmış olsa da, atalarımız hastalıkların ardındaki ana sebeplerin bilincindeydi ve doğal yöntemlerle kendilerini ve ailelerini koruyorlardı. Modern hastalıklar birer hastalık değil sadece birer semptomdur. 

Eğer kronik rahatsızlıklarınız varsa ve eğer doktorun yönlendirmeleri hiçbir işinize yaramadıysa parazitler konusuna dalmanın zamanı geldi demektir. 

Parazitler kendi hayatlarını yaşamayı bırakıp başka insanların kuklaları haline gelen insanların bedenlerinde hayatta kalabilirler. Hiçbir parazitin ana amacı insana zarar vermek değildir. Çünkü doğada bulunan hiçbir şey salt kötü olamaz. Doğada her şey ahenk ve denge üzerine kuruludur. Biz kendi doğamızı bozduğumuz için bakteri ve parazitler bize zarar vermeye başladı. Onlardan korkmak yerine kendimize ihanet etmeyi bırakmalı ve başka insanların emirlerine göre hayatlar yaşamaktan vazgeçmeliyiz.

Sakın bu canlılardan korkmayın ve onlarsız bir hayat yaşayabileceğinizi sanmayın. Bakteriler bizden milyonlarca yıl önce bu dünyaya ayak uydurdular. Biz sonradan geldik ve onlara ayak uydurmayı öğrendik. Eğer bedeninizde parazit sorunu varsa, sorun parazit değil, sizsiniz demektir çünkü bir parazit sadece güçsüz bir bedende var olabilir. Doğanıza geri dönerseniz, parazitler de kendi doğalarına geri dönecektir.