Kırsala taşınmak | ARAZİ ALIRKEN NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?

  • Share

MEDİKAL ASTROLOJİDE AY VE TİROİD

  • Share

18 MART 2022 | BAŞAK BURCUNDA DOLUNAY

  • Share

MEDİKAL ASTROLOJİDE NEPTÜN VE PARAZİTLER

  • Share

NATURA MEDİCA | E-KİTAP

  • Share

2 Mart 2022 | Balık burcunda JÜPİTERYEN YENİAY

  • Share

MEDİKAL ASTROLOJİDE MARS VE İNFLAMASYON

  • Share

16 Şubat 2022 | Aslan burcunda dolunay

  • Share

MEDİKAL ASTROLOJİDE Ay ve çocuk sağlığı

  • Share

MEDİKAL ASTROLOJİDE Venüs & kadın sağlığı

  • Share

1 Şubat 2022 | Kova burcunda SATÜRNYEN YENİAY

  • Share

MEDİKAL ASTROLOJİDE URANÜS & NÖROLOJIK SAĞLIĞIMIZ

  • Share

Kırsala taşınmak | ARAZİ ALIRKEN NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?

 

Yazılarımı okuyanlar içine kapanık ve inzivayi bir hayat yaşamayı sevdiğimi büyük ihtimalle keşfetmiştir. Almanya'nın küçük bir köyünde büyüdüğüm için İstanbul'un kalabalığına hiçbir zaman için alışamadım. Hayalimde hep kırsala geri dönmek vardı ama bunun için maddi güç ve bir arazi bulmam gerekliydi. 

Sizinle bu serinin ilk konusu olan arazi alımı hakkında kendi hikayemi paylaşmak istiyorum. Bunun astrolojiyle ne alakası var ki? diyenler için de gelecek serilerde Ay'ın konumunun ev inşaatında ve istenmeyen aksaklıkları önlemede ne kadar önemli olduğunu anlatacağım. Ama gelelim ilk konumuza.. 

• Kırsala yerleşmek için arazi alımı •

İnternetteki arsalara bakmaya üniversite yıllarımda cebimde henüz 5 kuruş para yokken başlamıştım. Yani saftirik bir hayal ile başladı bu süreç benim için. Lakin o yıllarda Erkan Öz'ün bir kitabı geçmişti elime. Kitapta altın ve gümüşün bilmem kaç kat artacağından bahsediyordu. Fırsat bu fırsat deyip giyim kuşama para harcamak yerine elime geçen bütün paraları altına yatırmaya başlamıştım. Doğum günlerimde hediye yerine herkesten çeyrek altın dileniyordum. O zamanlar çeyrek 100 lira bir şeydi. Sonradan altın hesabı da açıp 10tl, 20tl diyerek elime geçen küçücükün paraları büyüttüm. 

2019'un ilk yeni yıl gecesiydi. Arsalar çok pahalıydı ve sürekli inancım kırılıyor, moralim bozuluyordu. Arsalara bakmaktan o kadar çok yorulmuştum ki, "Allah'ım elimde sadece 40 bin lira var ve ben bir yer almak istiyorum, nasip et" diye çok içten dua ettiğimi hatırlıyorum. Aradan birkaç ay geçmişti ve Mart'ın sonunda sahibinden.com'da Sakarya'nın bir dağ köyündeki bu resmi gördüm. 

Nedense bu yol bana çok tanıdık geldi. Fiyatı da 37 bindi. Kalbin çarpmaya başladı. Sahibiyle iletişime geçtim. Polisti ve tayini çıktığı için satıyordu. "Aha böyle bir yere benden başka kimse para vermez ve adam 2 ay içerisinde acil satmak zorunda olduğu için bana 30 bine bırakır" diye iyice sevindim. Aileme anlattım beni ciddiye almadılar. O zamanlar altımda ne araba var ne de bana akıl verip, doğru yönlendirecek biri. Bir de ailede "arsa yerine git forex oyna" gibi saçma şeyler duyunca, kafama koymuştum, alacaktım. Bu cümlelerimden çok cesur olduğumu düşünmeyin çünkü çok korkuyordum. Polis bana "bey" diye hitap ediyordu. Nazik bir şekilde erkek olmadığımı söyleyince adam çok şaşırıp, "bu işlerle hep erkekler uğraşır, helal olsun sana genç bir kız olabileceğini hiç düşünememiştim" demişti. 

Tapu dairesindeki imza gününe kadarki süreç hiç kolay olmadı. Aileden destek göremeyince ağlayarak geçirdiğim gecelerim çok oldu. Bir de benim durumum biraz karmaşıktı. Yaşım çok gençti, ilk defa böyle bir adım atıyordum ve hiç tecrübem yoktu. Bir yandan da dolandırıcılık hikayelerini sürekli duyuyordum. Polis araziyi araba takası olarak almış ve üzerine geçirmemişti. Yani ben parayı başkasının eline verecektim, arsayı bana başka biri gösterecek ama tapuya başkasıyla gidecektim. Bir vukuat çıkacak diye ödüm patlamıştı. :)

Korkuma rağmen polisle anlaştım. Araziyi görmeden pazarlığımı yaptım. Hatta sadece bir kereliğini gitme imkanım olacağı için polisten yardım istedim. Bir gün öncesinden tapu dairesinden benim arsayı görmeye geleceğim güne randevu aldı. Eğer beğenmezsem randevuyu iptal edecektik, eğer beğenirsem hemen aynı gün içerisinde imzalar atılacaktı. Arsayı gördüğümde karar vermek için sadece 10 dakikam vardı ve ben sezgilerimi dinledim. Bu kadar cesur davranabilmemi sağlayan şey ise Aralık ayında Haziran için çektiğim bir melek kartı olmuştu. Kartta ışığa git yazıyordu ve polisin adı Işıklar'dı. Evren beni buraya kadar getirmişken geri adım atamazdım, tapu dairesinde imzamı atacaktım. 

Bu kadar özelime girerek anlatıyorum çünkü bu yazının heves kırıcı değil, motive edici olmasını istiyorum. Çünkü ben bu yolda yapayalnız yürüdüm. Sezgilerimin beni yönlendirmesine izin verdim ve tehlikeleri de göze alarak belki cesur belki de aptalca davrandım. 

Şimdi geriye dönüp baktığımda arsayı kazıklanarak aldığımı biliyorum çünkü takas yapılan arabanın değeri 10 bin bile değildi. Ama şans işte. Birkaç ay sonra salgınla birlikte fiyatlar uçtu gitti. 2118m2'lik bir alanı 30 bine alacak cesareti gösterebildiğim için kendimi taktir ediyorum. 

Şimdi gelelim esas konuya..

Kendi hikayemi paylaşmış olsam da, herkesin arsa alma hikayesi farklı oluyor. Ben bunları yapamadım ama arsa almak isteyene ideal durumda almak istediği araziyi 4 mevsim deneyimlemesini tavsiye ederim. Kışın su nerelerde birikiyor, iklimi nasıl, güneş nereden doğuyor, ay hangi pencerelere denk geliyor? gibi çeşitli faydalı soruların yanıtlarını alabilmeniz için bu bilgiler çok önemli. Aslında gidip köylülerle konuşmanız da çok faydalı olacaktır. 

Benim gibi vakti olmayıp hemen karar vermesi gerekenlere birkaç önemli şey tavsiye etmek istiyorum. Bunlardan ilki Melih Aşanlı'nın geleneksel yapı teknikleri adlı kitabı. Bu kitabı arsayı almadan birkaç ay önce okuyabilmiştim ve çok büyük faydasını gördüm. 

Sağlık sorunlarımdan dolayı Akdeniz iklimi direkt olarak kafamda elediğim bir bölgeydi. Çünkü sıcak ve neme karşı çok hassasım ve bende hem anksiyeteyi hem de bilinç kaybını tetikliyor. Hep hayalimde bol temiz havası yüzünden kaz dağları vardı. Sonra bir gün meyvelitepenin bir paylaşımıyla tema vakfının sitesine denk geldim ve kaz dağlarının eteklerinde hava kirliliğinin santraller yüzünden ne kadar fazla olduğunu okudum. Bu yüzden bir yer almadan tema vakfının sitesindeki raporları indirmenizi ve incelemenizi tavsiye ederim. Özellikle su kaynaklarının hangi bölgelerde temiz veya bollukta olduğuna dair çok güzel bir rapora denk gelmiştim. Tüm bunlar arsayı ararken arama motoruna doğru bilgileri girmeme yardımcı oldu. 

Bu arada bir yeri internetten araştırırken beğendiğiniz bir yer olursa o köyde bulunan evleri ve diğer satılık arazileri de sahibinden.com'dan araştırın. Bu bölgeye gitmeden birçok farklı açıdan ortam hakkında bilgi edinmenize ve yapılaşmanın nasıl olduğunu öğrenmenize yardımcı olacaktır. 

Bir yerin uygun olup olmadığını ararken kendim için belirlediğim kriterler şunlardı: 

- Kaz dağları hayalim gerçekleşmiş olmasa da, bir dağ köyü istiyordum ve Sakarya'nın rakımı 800 m olan bir dağ köyünden arsamı almış oldum. Neden dağ diye soracak olursanız, Bolu Yedigöller ziyaretimde başım çok ağrımıştı. Bu bana kendimi ne kadar kötü bir havaya alıştırdığımı gösterdi. Bu yüzden kriterlerimin ilki temiz havaydı. Dağda oksijen oranı azdır. Beden az oksijene alışana dek adaptasyon sorunu yaşar ve bunun için kandaki alyuvarların sayısını arttırır. Özellikle Ruslar astım hastalarını 7 günde dağa çıkarır orada çeşitli şifalı bitkilerle karışımlar hazırlarmış. Bu hastaların vadiye indiklerinde ne astım ne de başka bir sağlık sorunları kalırmış. Aslında yazları yaylaya çıkmak bizim de kültürümüzün çok önemli bir parçasıydı ve sağlığımızı korumamızda yardımcı oluyordu. Ayrıca dağda, şehirde bulunan toz partikülleri daha az bulunur. Bu yüzden dağ havası vadi havasına göre daha temizdir. Aldığım arazide bir yandan Toscana etkisini buldum bir yandan Alp dağları hissiyatını. Yalnız dağlarda çok çeşitli mikro iklimler olur ve suyu arazide tutmak zordur. Gece sis çöker, kışın çok kar yağar gibi bir sürü bilgiyi aklınızda bulundurmalısınız. Benim arazim köy sınırlarının dışında kalıyor. 3 taraftan eğimle hafif çukurda kalan bir yer. Yan bahçem ise asma bağı. Bu bana iki bilgiyi vermişti. Dağlardan akan yer altı suları büyük ihtimalle benim arazimde birikiyor olmalıydı. Bu da ilerleyen zamanlarda bir kuyu açtırmak istediğimde bana su bağımsızlığımı kazandırabilirdi. Dağ iklimi serttir ama üzüm ılıman iklimde yetişir. Yan komşumun asma bağı dağ iklimi yerine daha ılıman ve korunaklı bir mikro iklime sahip olan bir yerde bulunduğumun bilgisini vermişti. 3 taraftan eğimin olması ve benim çukurda kalmam sert rüzgarlardan beni koruyacaktı bu da kendi gıdamı yetiştirebilmem açısından iyidi. 

- Önemsediğim ikinci kriter tabiki suydu. Arazime henüz bir kuyu açtırmadım ama araziyi alırken yaz kış sürekli akan orman kenarında ve bana yürüme mesafesinde çok yakın olan bir çeşmenin bulunduğunu görmüştüm. Eğer arazimden su çıkmazsa bu çeşmeden faydalanabilirdim. Belli ki orada dağlardan inen bir kaynak vardı. İstanbul'dan kaçanlar genelde Bodrum civarını tercih ediyorlar. Oysa Bodrum ilerleyen zamanlarda su yetersizliği yüzünden büyük sıkıntı çekecek. Şahsen suyu olmayan bir yerde 5-10 milyon değere sahip olan bir villada oturmak istemezdim. Bu yüzden su kriteri benim için çok önemli bir konuydu. Evi faturasız bir şekilde inşa etmek istediğim için eve şebeke suyu bağlatmayı düşünmüyorum ama bu başka bir yazının konusu olsun. 

- Gelelim üçüncü kritere: Ailemin beni hala anlayamayıp kızım sen manyak mısın dediği yalnızlık ihtiyacına. Arsayı öyle bir yerden almak istiyordum ki, civarımda hiçbir komşum olmasın. Elektrik hatları çekilmiş olmasın. 5G baz istasyonları bulunmasın. Hızlıca gelişecek ve kalabalıklaşacak bir yer de olmasın. Bakir, saf doğa olsun. Tam da öyle bir yer nasip oldu. Köye aslında yürüme mesafesindeyim ve şehirle aramda 20 km var. Kaldı ki, İstanbul hızlı trenle 1 buçuk saat, arabayla 2 buçuk saatte ulaşabileceğim bir yerde. Benim mi ailem böyle yoksa Türkiye'de zihniyet mi böyle bilmiyorum ama bakir doğa insanları korkutuyor. Araziyi almayayım diye beni vazgeçirmek için "ayılarla kurtlar saldırır ölür gidersin" cümlelerini bile o kadar çok sık duydum ki. :) Tüm bunlar cehaletten kaynaklı korkular ve bu korkularınızı aşmanız için kendinizi geliştirip eğitmeniz gerek. Evet ayılar ve kurtlara yakın olabilirim çünkü ormana yakınım. Başıma kötü bir şey gelmesini istemiyorsam bu hayvanları tanımayı öğrenmeliyim. Mesela eski Kızılderililerin ayılarla birlikte aynı çalıdan meyve topladıkları anlatılır. Kurtlar ise köpeklerin atalarıdır. Köpekler bugün bize ne kadar yakınsa eskiden kurtlar da o kadar yakındı. Sadece biz doğamızdan koptuğumuz için bu bilgilerden de kopmuş olduk. Eğer amacınız saf bir şekilde doğaya yerleşmek ve şehir yaşantınızı oraya taşımaksa dikkatli olun derim. Çünkü kırsala yerleşmek eskiye geri dönmeyi de beraberinde getiriyor. Yani doğada kendi ayaklarınızın üzerinde duracak kadar beceriye ve bilgiye sahip olmalı ve ne istediğinizi iyi bilmelisiniz. Kimi gecenin karanlığından korkar, kimi ise gecenin karanlığında yere sarkan yıldızlardan büyülenir. Ben kendimi hep doğada güvende, şehirde ise tehlikede hisseden biri oldum ama bu süreç bana herkesin böyle düşünmediğini öğretti. Yani seçimler daima sorumluluklarla gelir. Burada önemli olan çevrenizin korkularıyla beslenmek yerine kendi iç sesinize sadık kalmanız. 

Bu yazı daha fazla uzamadan burada bitirmek istiyorum. Dediğim gibi kriterlerinizi belirlerken hem Melih Aşanlı'nın kitabından faydalanın. Hem tema vakfının sitesindeki raporları iyice inceleyin. Telefonunuza sun locator life adlı uygulamayı indirin. Bu uygulama sayesinde arazinizin neresine ne kadar güneş vurduğunu, Ay'ın nerelere denk geldiğini canlı gibi görebilirsiniz. Özellikle benim gibi dağlarda bir yer almak istiyorsanız bu uygulama çok işinize yarayacaktır çünkü yazın arazinize vuran güneş kışın tamamen dağın arkasında kalabilir ve ısıtma masraflarınızı çoğaltabilir. Bunun haricinde gezme imkanınız varsa gezin ve köylülerle iletişim kurun. Özellikle pandemiyle birlikte fiyatlar o kadar uçuk hale geldi ki, artık sahibinden.com gibi sitelerde sadece büyük paralar peşinde koşan emlakçıların ilanlarını görüyorum. Benim aldığım arsaya emlakçı 45 bin istiyordu. Aramamı doğru yaptığım için arazinin sahibinden almak bana çok daha kârlıya geldi. Artık bu fiyatlara bir yer bulmak zor da olsa, emlakçıları işe karıştırmadan köylülerin bizzat kendilerini bulmanızı tavsiye ederim. Bu size çok daha uygun fiyatlara bir yer bulma imkanı tanıyacaktır. Size gösterilen arazinin doğru arazi olup olmadığını da parsel.sorgu.tkgm.gov.tr adresinden ada ve parsel no bilgileriyle kolaylıkla bulabilirsiniz. Yani devlet aslında dolandırıcılık olaylarına imkan vermiyor. Yeterki yanlış kişilere güvenmeyin. Arazi tapusunu görmeyi talep edin ve bilgileri devletin sitesinden kontrol edin. 

Devlet sitelerinden deprem fay hatlarını da kontrol edebilirsiniz. Sakarya fay hattı üzerinde bulunduğu için araziyi almak istediğim yerin altından fay hattının geçip geçmediğini kontrol etmiştim. Türkiye deprem ülkesi olduğu için depremle birlikte tüm doğal afet risklerini göz önünde bulundurmalısınız. Herkes deniz kenarından ev ister ama eriyen buzullarla birlikte deniz seviyeleri yükselmekte. Ayrıca değişen iklim koşullarıyla birlikte kıyı kesimlerde hortumlara daha sık rastlar olduk. Depremlerin tsunamileri de tetikleyebileceğini göz önünde bulundurduğumuzda herkesin istediği deniz kıyıları çok mantıklı gelmiyor. Tüm bunlar düşünülmesi gerekilen konular. 

Son bir bilgiyi daha vermek istiyorum. Genelde imarlı arazilerin boyutları hem küçük hem de fiyatları yüksek olur. Eğer benim gibi bağımsız olmak istiyorsanız, hem daha büyük hem de daha uygun fiyatlı bir yer almak için tarla vasıflı arazilere bakmalısınız. Yalnız burada belediyeden belediye fark olabiliyor. Bu yüzden imar ve şehircilik müdürlüklerinden bilgi edinmenizi tavsiye ederim. Çünkü tarlalar tarım arazileridir ve tarım faaliyetleri için kullanılır. Bunu yapanların var olduğunu bilsem de tarlalara havuzlu villalar için izin alamazsınız. Tarım arazisine ev izni alabilmek için belirli kriterlere sahip olmanız gerekir. Mesela tarlanın kadastral yola cephesi olmalıdır. Ev ise arazinin büyüklüğüne göre belirlenir. 10 dönüm bir yeriniz olsa bile maksimum 300 m2'lik bir ev inşa edebilirsiniz. Benim gibi sadece 2 dönümse hatırladığım kadarıyla sadece 70-100m2'lik bir eve izin veriliyordu. Ve siz ev yapma iznini tarım faaliyetleri için bakıcı evi adı altında izin alabiliyorsunuz. Mesela ben Sakarya büyükşehir belediyesine tıbbi ve aromatik bitki yetiştiriciliği için başvurmuştum ve olumlu yanıt aldım. Maalesef araya pandemi girince pek ilerleyemedim. 

Araştırmalarıma devam ediyorum ve kim bilir belki bir gün bu araziye ufak bir köy evi konu verir ve çevresi arılarımız ve kendimiz için tıbbi bitkilerle şifalı bir diyara dönüşür. Her şeyi zaman gösterecek. Eğer başarılı olabilirsem kendi tecrübelerimden de faydalanarak güneş panelleri, yağmur hasadı, ay takvimine göre ev inşaatı, bahçe düzenlemeleri gibi çeşitli konular hakkında yazılar yazmak istiyorum. O zamana dek görüşmek dileğiyle..

MEDİKAL ASTROLOJİDE AY VE TİROİD

 

Medikal astrolojide Ay ve yönettiği bölgeler hakkında konuşuyorsak gözümüzün önünde her yere varabilen bir nehri düşünmeliyiz. Tiroid boğaz bölgesinde bulunan minik bir organ da olsa, aslında bütün hücrelerimize etki edecek güce sahiptir. Bu yüzden tiroid sorunlarının semptomları çok fazladır ve birçok organı etkileyebilir. Kiminin ayağa ağırır, kimi depresyona girer, kiminin libidosu düşer, kiminin ise bağırsak problemleri olur. Maalesef bu kadar fazla semptom olunca doktorların da teşhis koymaları zorlaşmaktadır. Teşhis geç konduğu için de olay iyice büyümektedir. Oysa beden seneler öncesinden tiroidin alarm verdiğini belli eder. Sürekli var olan demir ve iyot eksikliği, kan şekeri dengesizlikleri ve anksiyete gibi psikolojik sorunlar tiroidin 'bana yardım et kendimi iyi hissetmiyorum' çığlıklarıdır. 

Tiroid Ay'ın yönetimi altında olan endokrin sistemine bağlıdır ve hormonlarımızdan sorumludur. Aynı zamanda gelişim merkezidir. Eğer kişi gerçek kimliğini yaşayamıyor, kendini tıkanmış gibi hissediyor yani artık gelişemiyorsa, tiroid sorunları ortaya çıkmaya başlar. Bu sorunların tıbbi terimi inflamasyondur. Bağışıklık sisteminin savaşçıları gelişim merkezi olan tiroidin bu çöküşünü gözlemleyince ona saldırmaya başlar. Bu saldırının adı ise hipotiroid yani haşimato'dur. Tiroid, sahibinin çöken yaşam enerjisi karşısında çaresiz kalır ve kendini adeta yok etmeye başlar. 

Bir de hipertiroid vardır ve Graves hastalığı olarak da bilinir.  Hipertiroid hastalığında her şey gereğinden hızlı çalışır. Hipotiroid sorununda ise her şey gereğinden yavaş çalışmaktadır. İlkinde tiroid büyürken, haşimato'da ise iyice küçülür. 

Hipotiroid hastalığında beden ısısı düşer, üşüme meydana gelir, kalp daha yavaş atmaya başlar. Geçmek bilmeyen kronik bir yorgunluk oluşur. Kişi hayatından bezdiği için tiroid gelişimi ve yaşam enerjisi için gerekli olan tiroid hormonunu salgılamamaya başlar. Hipotiroidin arkasında yatan ana neden ruhun huzursuzluğudur. Tiroid, hormonunu salgılamayı azaltarak sahibine 'biz çok yorgunuz biraz dinlenmeye ihtiyacımız var' der. Hipotiroidi olan kişilerin ruhlarıyla o kadar kopuk bir bağı vardır ki, ilk önce ruhlarını bulmaları ve kendi özlerine geri dönmeleri gerekir. 

Hipertiroid'te ise bunun tersi söz konusudur. Her şey gereğinden hızlı çalışır. Kişi kilo almakta zorluk çeker, yemesine rağmen gıdalardan yeteri kadar besin değerlerini alamaz, kalbi hızlı atar vs. Hipertiroidin arkasında yatan ana sebep kişinin enerjisini doğru yerlere akıtamamasıdır. Tiroid aşırı çalışarak aslında sahibine 'harekete geç, bir şeyler yapalım hayatımızın tadını çıkaralım' der ama sahibi bunu çeşitli nedenlerden dolayı yapamıyordur. 

Tiroid sorunlarının ardında yatan manevi sebeplere baktığımızda çoğunlukla bir ezilme durumunu görürüz. Zaten tiroid nadiren erkeklerde rastlanan bir sorundur. Çoğunlukla kadınları etkiler. Başkaları tarafından hor görülen, hor görüldüğü için susmayı öğrenen kişilerde tiroid kaynaklı sorunlar oluşur. Aslında tiroid 6.çakrayla ilgilidir. 6.çakranın iyi çalışabilmesi ise kalp çakrasının ne kadar dengeli olduğuna bağlıdır. Çünkü boğaz çakrasını şifalandırabilmenin en güzel yolu kalpten konuşacak cesareti keşfetmektir. Ama çocukluğundan itibaren hep susturulan bireyler bu yeteneği geliştiremezler. Genelde bu kişiler hep koşullu sevginin varlığıyla büyütülürler. 'Seni sadece bunu yaparsan veya sadece böyle biri olursan severim' cümlesini çok sık duydukları için kendileri gibi olmaktan vazgeçip başka insanların istediği gibi biri olmayı öğrenirler. 

Medikal astrolojide Ay med ceziri yaratır. Bu yüzden hormonların yönetimi ona verilmiştir. Yani hormonlar sürekli bir değişim içerisindedir ve duygularımızdan etkilenirler. Bunun nasıl bir güç olduğunu hepimiz aşık olduğumuzda hissederiz. Bu yüzden tiroid sorunlarında yapay hormonlarla tedavi etmek yardımcı olsa da çare değildir. Çünkü tiroid eksik olan hormonu değil eksik olan duyguyu arar. Eğer o duyguya kavuşursa üretmeyi azalttığı veya bıraktığı tiroid hormonunu kendiliğinden üretmeye başlar. Ama eğer bunu zaten yapan bir ilaç varsa tembelleşir. 'Zaten sahibin benim gereksiz olduğumu düşündüğü için haplar aracılığıyla işi yürütüyor ben niye çabalayim ki' diye düşünür. Yani maalesef tiroid ilaçları bizi bir kısır döngüye sokar. 

Tedavi için iyot, selenyum ve demir gibi mineraller çok önemlidir. Bununla birlikte çinko, B vitaminler grubu D ve A vitaminin büyük bir önemi vardır. Her hastalıkta da olduğu gibi ilk önce vitamin ve mineral dengeleri kontrol edilmeli, gerekliyse takviyeler alınmalı ve beden toksinlerden temizlenmelidir.

Bedeni arındırmak her hastalıkta olduğu gibi tiroid şikayetlerinde de çok önemlidir çünkü haşimato hastaların çoğunda epsteinbarr virüsü tespit edilmiştir. Bir önceki yazımda bahsettiğim parazitler konusu da tiroid sorunlarının ardında yatan ana etkendir. Bu yüzden ilaçlarla sadece tiroidinizi dengeye sokmanız yeterli olmayacaktır. Bütün bedeninizi arındırıp bağışıklığınızı kuvvetlendirmelisiniz. Virüs ve parazitler sadece asidik bir bedende tahribata yol açabildiği için alkali beslenmeye geçmeli, glutenle birlikte süt ürünlerini ve özellikle de viral bir sorun varsa yumurtayı bir müddet hayatınızdan çıkarmalısınız. Aslında otoimmün hastalıklarda hangi gıdalara karşı bedenin hassas olduğunu öğrenmek büyük fayda olacaktır ama tüm bunlar maddi güce bağlı olduğu için yardım alamayanlar Mehmet Ali Bulut'un 'can boğazdan çıkar' kitabını alabilirler. Çoğunlukla bize yaramayan gıdaların hangileri olabileceğini kan grubumuz belli eder. Beslenmenizi kan grubunuza göre düzenlerseniz büyük bir adım atmış olursunuz. 

Aminoasitler yani proteinler hücre ve dokularımızın kendini yenileyebilmesi için çok önemlidir. Bu yüzden kan grubuna göre aminoasitleri sağlıklı yollardan nereden bulunabileceğine bakılmalıdır. Zaten tiroid sorunları olanların aminoasitleri çok azdır. Aminoasitler için de iyot gereklidir. Ama tiroid şikayetleri varsa iyot alımı bir doktorun rehberliğinde gerçekleşmelidir. 

Tiroid tedavimizi desteklemek için kullanabileceğimiz tıbbi bitkiler de vardır. Mesela limon otu, aslan kuyruğu, kurtayağa (Lycopus europaeus) veya yara otu (Prunella vulgaris) hipertiroid şikayetlerini azaltmada etkilidir. Bu bitkiler tiroid hormonlarının aşırı salgılanmasını engellerler. 

Hipotiroid şikayetlerini azaltmak için ise sarı kantaron, şizandra üzümü, zerdeçal veya dul avrat otu kökü gibi bitkilerden fayda görülebilir. 

Tiroid şikayetlerinden kurtulmak için böbrek üstü bezlerimize de dikkat etmeliyiz çünkü bedenimize asıl ihtiyaç duyduğu enerjiyi veren merkez orasıdır. Böbrek üstü bezleri kuvvetlendirilirse tiroid kendiliğinden güç kazanır. Böbrek üstü bezlerine en iyi gelen şey tıbbi mantarlardır. Reishi, shitake veya kordisep mantarlarına ulaşma imkanınız varsa kullanabilirsiniz. Mantarlara ulaşma imkanı olmayanlar adaptojen grubundaki tıbbi bitkilerden de faydalanabilir. 

Tiroid sorunlarınızdan kurtulmak için duygularınızı bastırmayın. Öfkenizi de sevginizi de olduğu gibi gösterin. Tiroidini aldırmış olan ama geçmiş travmalarını özgürleştirmek için terapilere katılan insanlarda çok tuhaf bir şekilde tiroidin tekrardan oluştuğu gözlemlendi. Bedenimiz bu kadar mucizevi bir şey işte. Bu yüzden hastalık da, sağlık da bizim elimizde. 

18 MART 2022 | BAŞAK BURCUNDA DOLUNAY

 


Cuma sabahı Başak burcunda güzel bir arınma dolunayı deneyimliyor olacağız. 
Bu arınma enerjisine hepimizin çok ihtiyacı var çünkü Mart'ın başından beri karanlık, derin, ürkütücü bir okyanusta yüzüyor ve bir türlü yön bulamıyor gibiyiz.

Mars ve Venüs geçtiğimiz günlerde karanlık prens Plüton'un üzerinden geçtiler ve birçoğumuza sevgimizi sarsacak karanlık bir idrak getirdiler. 
Kimimiz üzüldü, kimimiz şok oldu, kimimiz ise öfkelendi, nedenini sorguladı.

Plüton cehennemin enerjisidir ve kişiye çıkması zor dönemeçlerde olduğunu idrak ettirir.
İdrak ettirir ki, aydınlığa tekrardan erişebilmenin bir yolunu bulsun. 
Çünkü kadimlerin de dediği gibi yere girmeden göğe çıkmak imkansızdır. 
Bu yüzden ne olursa olsun, yaşadığınız karanlık üzüntüler ne kadar ürkütücü de olsa, içinizdeki güce tutunmaktan vazgeçmeyin. 
Bu bir süreç ve elbet bir gün geçecek. 

Dolunay haftası gök kubbede Mekür ve Jüpiter kavuşumda olacaklar.
Uzun zamandır önemli bir haberi bekleyenlere bu dolunay güzel bir müjde getirebilir. 
Genel olarak işleri, seyahatleri veya yazışmaları kapsayan konularda güzel fırsatlarla karşılaşma imkanına sahip olacağız. Bu yüzden dolunay haftasını tamama erdirmek istediğimiz işlerimizi halletmek için kullanabiliriz. 

Merkür aynı zamanda Neptün gezegeniyle de kavuşumda olacak. 
Bu kavuşumun bir olumsuz bir de olumlu iki etkisi olacak. 
Kimilerimiz için yanılgılarla yüzleşmeyi ve hayal kırıklığını beraberinde getirecek. 
Kimilerimizin ise yaratıcılığını ve hayal gücünü tetikleyecek. 

Dolunay haftası Mars ve Kiron arasında da uyumlu bir açı olacak. 
Her dolunay arınmayı beraberinde getirir ama bu dolunay Mars ve Kiron'dan da etki alarak özellikle kanı arındırmak için çok güzel bir zaman diliminde olduğumuza işaret ediyor.
Fırsattan istifade diyerek dolunay sabahı ilk su orucumu ve akabindeki günlerde ilk kupa tedavime başlamayı düşünüyorum. 
Bahar detoksu yapmak ve kanlarını güzelce bir şekilde arındırmak isteyenler bu haftayı bu amaç için kullanabilirler. 
Çünkü gökyüzü mücadelenin ardından gelen şifa kapılarını ardına kadar açıyor olacak. 
Özellikle son zamanlarda maddi manevi mücadele verdiği için güçsüz düşenlere bu dolunay güzel bir şifa enerjisi armağan edecek. 
Yaralarımızı saracak.
Huzuru hanemize davet edecek. 
Ve ihtiyaç duyduğumuz şifayla bizi içten arındıracak. 

Lakin akabinde gerçekleşcek olan Mars Uranüs karesi bu huzurlu ortamın uzun sürmeyeceğine işaret ediyor. 
Dolunayın ikinci haftasında sinirlerimiz iyice gerilebilir. 
Kontrolümüzü kaybedebilir ve başlangıçta hissettiğimiz bu güzel enerjiyi yitirebiliriz. 
Bu tuzağa dikkat edin ve sımsıkı huzur duygusuna tutunun. Sizi kolay kolay hiçbir şeyin dengeden çıkartmasına izin vermeyin. 

Dolunay öncesindeki Berat kandili gecesinin mübarek enerjisinden de faydalanarak bolca dua edin. 
Arınma için.
Hem kendi fiziksel bedenlerimiz, hem duygularımız, hem ruhumuz hem de doğa anamızın arınabilmesi için. 
Her etki bir tepkiyi doğurur. 
Dolunaylar ektiklerimizi biçme zamanıdır. 
Bu yüzden bu dolunay güzel, saf ve temiz tohumlar ekelim ki, şifa ve huzur olarak bize geri dönüşü olsun.

Berat kandiliniz mübarek, dolunayınız huzurlu olsun..

MEDİKAL ASTROLOJİDE NEPTÜN VE PARAZİTLER

 

Bir önceki yazımda her hastalığın ardında inflamasyon bulunur demiştim. Birçok inflamasyonun ardında da parazit olarak adlandırdığımız görünmeyen canavarlar vardır. Kısacası parazitler alzheimer, epilepsi gibi nörolojik rahatsızlıklara sebebiyet verebilirken aynı zamanda kansere yakalanmamızın ardındaki ana sebeplerden olabilir. Hatta Amerikalı bir doktor kanser hastalarını yüksek doz parazit ilaçlarıyla iyileştirmeyi bile başarmıştır. 

Bilim dünyası şimdilik insanın bedeninde yaşayabilen 200 bin parazitin var olabildiğini keşfetti ve henüz bu konu hakkında pek fazla bir şey bilmiyorlar. Bu yüzden teşhisi de tedavisi de muallakta kalıyor. Oysa toplumumuzda birçok kişide bu problem var. Özellikle bağışıklığı düzgün çalışmayan insanların parazitlere yakalanması büyük bir olasılıktır. Bu yüzden otoimmün hastalıkları olanların parazitler konusuna büyük önem vermeleri şarttır. Özellikle otizimli çocuklarda parazitlerin olmaması çok nadir görülmektedir ve parazitler için önlem alındığında otizm belirtileri ortadan kalkmaktadır. 

Depresyon, ankisyete, panik atak, şizofreni, bipolar bozukluk veya yeme bozuklukların ardında da parazitler bulunabilir. Eğer hastalığa teşhis konamıyorsa psikolojik bir sorun damgasını vurmadan parazitlerin olup olmayacağı kontrol edilmelidir. 

Toxoplasma gondii çok sevdiğimiz kedilerimizden bize bulaşabilen bir bakteridir. Aslında doğada bol miktarda bulunur ve fareleri kedilerin bulunduğu ortama yönelmeleri için iradelerini adeta ele geçiren çok akıllı bir bakteridir. Kedi fareyi bir kere yedi mi toxoplasma gondii kendini 3 hafta içerisinde kedinin içinde 3-4 kat çoğaltabilir ve kedinin okşanmasıyla eller yıkanmadan ağıza götürülüyorsa, artık toxoplasma gondii insan bedenindedir. Belirtileri ise yorgunluk ve bir var olan bir kaybolan kas ağrıları, migren gibi şiddetli baş ağrıları, gece ter basmaları, unutkanlık, baş dönmesi, konsantrasyon güçlüğü çekilmesi, depresyon belirtileri ve korku halleridir. Ayrıca bir gün iyi görme bir gün daha kötü görme gibi şikayetlere de yol açabilir. 

Bu arada bu bakteri sadece kedilerde veya farelerde yoktur. Yediğimiz balıktan ete hatta marul gibi sebzelere kadar birçok şeyde var olabildiği söylenmektedir ama kediler çoğunlukla hane halkına yakın olan hayvanlar olduğu için en çok onlardan bu bakteri kapılmaktadır. Maalesef bu durum hamileler için büyük bir tehlikedir ve çocuğun gelişimine korkunç etkiler olabileceği için hamileliği sonlandırmak bile gerekebilir. 

Toxoplasma gondii örneğiyle kimseyi kedilere veya doğaya karşı düşman etme niyetinde değilim. Dedelerimiz ve ninelerimiz doğayla birlik içerisinde yaşarken kimse toxoplasma gondii'nin ne olduğunu bile bilmiyordu çünkü atalarımızın bağışıklığı kuvvetliydi. Hayvanlarla bir arada yaşar ama onları evlerin içlerine almazlardı. Günümüzde artan aşırı hayvan sevgisinin ardında maalesef psikolojik sorunlar yatmaktadır. İnsanların çocuk sahibi olmak yerine hayvan sahibi olmayı seçmelerinin ardında bencil bir öz sevgi ihtiyacı yatar. Özellikle kedilerin mistik yetenekleri olduğu ve insanın negatif enerjisini çekebildikleri için, insanlar tarafından adeta kullanılıyorlar. Lütfen bu sözlerimi yanlış anlamayın. Ben de kedi baktım ve kedileri çok severim. Sadece kendi sevgimi irdelediğimde ve çevremdeki insanların davranışlarını gözlemlediğimde böyle bir acı gerçeklikle karşılaştım. Kedi köpeklerini yatak odalarına kadar alan insanlar kendilerini çok yalnız hisseden ve çocukluğunda sevgisizlikle ilgili travmaları olan insanlardır. Evcil hayvanlar bu negatif enerjiyi üzerine çektiği için hayvan sahipleri onlara bağımlı hale gelir. Aslında bir vampir misali hayvanın enerjisini emer ama bunu hayvan sevgisi zannederler. 

Bir virüs, parazit veya bakteri zayıf bir bedene ihtiyaç duyar. Biz modern yaşam tarzımızla bedenimizi zayıf düşürerek doğadaki en ufak bir bakteriye karşı bile savaşamayacak duruma geldik.

En son ne zaman ateşlendiğinizi hatırlayın? Eskiden insanlar sık sık ateşlenirdi. Ateş bedenimizdeki tüm bakterileri yakar yok ederdi. 38 derece vücut ısısı atalarımızın hareketli yaşam tarzları sayesinde gerçek vücut ısılarıydı. Oysa şimdi ateş 38 dereceye çıktı mı hemen ateş düşürücü kullanıyoruz. Bedenimizin arınma mekanizmasını devre dışı bıraktığımız için bedenimiz parazitlerle kaynıyor. 

Yaklaşık olarak toplumun %20'sinin parazit kaynaklı hastalıklara sahip olduğu düşünülmektedir. Bu Türkiye baz alındığında yaklaşık olarak İstanbul nüfusunun tümü gibi düşünülebilir. 

Maalesef parazitlerin teşhisini koymak çok zordur ve dışkı örnekleri parazitlerin varlığını gösterebilmesi için laboratuvarda 15 dakika içerisinde analiz edilmelidir ve bu maalesef imkansız gibi bir şeydir. 

Bedenimizde parazitlerin olup olmadığını anlamanın en kolay yollarından biri çinko ve selenyumu ölçtürmektir. Eğer bir eksiklik varsa takviye alınmalı ve ölçüm tekrardan yapılmalıdır. Eğer takviyeye rağmen ölçüm hala eski değerleri gösteriyorsa, bedenimizdeki bir canavarın bizimle birlikte bir şeyleri yiyip tükettiğine emin olabiliriz. 

Parazitler konusu çok tuhaf bir konudur çünkü bedenimizdeki parazitler bize zarar veren ağır metallerden, glifosat gibi tarım ilaçlarından ve şekerden beslenirler. Bize zarar veren şeylerle beslendikleri için bizi bir bakıma korurlar ve hayatta kalmamızı sağlarlar. İçinizde bir canavarın yaşadığını ve onun sürekli zararlı şeyler yediğini ve ağır metallerle etrafında bir zırh oluşturduğunu düşünün. Zavallı bağışıklığımız her geçen gün güç kazanan bu canavarın karşısında güçsüz düşer. Kanserli hücrelerin büyümesinin ardında bu canavardan başka bir şey yoktur. Bu yüzden bilim dünyası henüz hala inatçı da davransa artık yavaş yavaş bu canavarı habis ruhlara benzetmeye başladı. 

Dr. Dietrich Klighardt kongre konuşmasında Hz. İsa'nın onca insanı tedavi ederken yaptığı tek şeyin bu habis ruhları uzaklaştırmak olduğunu ve bilim dünyasının bunu tamamen görmezden geldiğini anlattı. Ve egzorsizmle ilgilenen rahiplere giden insanların ertesi gün 3-4 metre kadar büyüklüğünde parazitleri çıkarttıklarına şahit olduğundan bahsetti. 

İslam literatüründe parazitler musallat enerjileri olarak tanımlanır ve korunmak için temizliğin, abdestin ne kadar önemli olduğuna dair birçok ayette vurgu yapılır. Parazit kongresinde Alman bilim insanları Kuran'dan örnek vererek, kutsal metinlerin hijyen kurallarını önemsenmesinin ardında parazitlerin olması gerektiğini anlattılar. TRT belgeseli izleyenler dünyayı gezen Amerikalı Reshad'ın "onca ülkeyi gezdim ama hiçbir yer Türk kadınların evi kadar temiz değildi" sözüne belki denk gelmiştir. Lütfen buradaki hijyen kurallarından deterjanla temizliği anlamayalım. Abdestle kastedilen şeyin fiziksel ve ruhsal bir arınma ve temizliktir. Deterjanlarla evlerini temizlediklerini zannedenler daha çok parazitlerin yaşayabileceği ortamları yaratmaktadır. 

Fareler üzerinde yapılan deneylerde bahsetmiş olduğum toxoplasma gondii bakterisi farelere enjekte edildiğinde, bile bile kedilere gidip kendilerini yedirdikleri gözlemlendi. Parazitler o kadar zekidir ki, zihnimizi adeta ele geçirir ve yönetmeye başlarlar. Bu yüzden şizofreni veya bipolar bozukluk gibi ruhsal hastalıkların oluşumuna neden olurlar. 

Parazitlerin en çok sevdiği şey asidik bir bedendir bu yüzden şekerli gıdaları yeme isteğimizin ardında daima bedenimizdeki parazitler bulunur. Bu habis ruhların sevdiği bir diğer şey elektrosmog, yani radyasyon ve elektromanyetik alanlardır. Bu yüzden 5G teknolojisiyle birlikte parazitlere karşı çok daha açık hale geleceğiz. 

Stres ve elektrosmog birleştiğinde beynin kapıları açılır ve kandaki tüm zehirler ve parazitler beyine ulaşır. Zamanla bu ya alzheimer, ya demans, ya MS ya da beyin tümörü olarak kendini tezahür eder. Beyindeki tüm zehirler üçüncü göz olarak bilinen epifiz bezimizin çalışmasını engeller. Kişi ya aptallaşır ya da zombileşir. Kısacası şifa gücü olan ruh, habis enerjiler tarafından köşeye kıstırılır, ele geçirilir ve yönetilmeye başlanır. Epifiz bezi şifa merkezidir. Üçüncü gözünü, yani sezgilerini hissedebilen insan kendini nasıl iyileştirmesi gerektiğini de iyi bilir. Maalesef parazitler beyne ulaştı mı bu merkez etkisiz hale getirilir. 

Parazit ilaçlarıyla tedavi edilmeye başlandığında bu habis ruh ölür ve bütün zırh parçalanarak tüm toksinler açığa çıkar. İşte bu beden için büyük bir felakettir ve kişinin ciddi sağlık sorunları hissetmesine neden olur. Bu yüzden aktif kömür, klorella veya çeşitli killer kullanılmalıdır ki, serbest kalan zehirler yakalanıp bedenden atılsın. 

Çeşitli nedenlerden dolayı ilaç kullanmak istemeyen veya kullanmasına rağmen bir fayda görmemiş olanlar doğa tıbbının hazinelerinden faydalanabilirler. Özellikle Artemisia ailesinin tıbbi bitkileri olan pelin otu, peygamber süpürgesi veya misk otu parazitlere karşı nasıl savaşması gerektiğini gayet iyi bilen ve binlerce yıldır bu amaç için kullanılan bitkilerdir. 10 diş sarımsak kaynatılıp ezilip yenebilir. Bedene yayılan bu yoğun kokuyla bütün parazitler panikle popo deliğinin çıkışını arayacaktır.

Bu arada İran bilim adamları bilimsel araştırmalarında üzerlik otunun toxoplasma gondii'yle çok güzel bahşedebildiğini ve etkisiz hale getirdiğini kanıtladı. Hintlilerin kutsal içeceği Soma tanrıların içtiği iksir olarak bilinir ve ölümsüzlük bahşettiğine inanılır. Bu iksirin ana kaynağı Anadolu insanın binlerce yıldır kullandığı üzerlik otudur. 

Eskiden çocuklarda gelişim sorunu olduğunda, göz altlarında morluklar gözlemlendiğinde nineler bir parazitin olduğunu bilir ve hemen önlem alırdı. O zamanlar ilaç da doktor da olmadığı için sarımsak, kişniş tentürü, zeolit, boraks veya karbonat gibi basit ve ucuz şeyler kullanılırdı ve bu kürler yılda en az bir kez yapılırdı. 

Bir önceki yazımda bütün hastalıkların ardında inflamasyon vardır demiştim. Bu yazımı da inflamasyonun ardında parazitler vardır sözlerimle bitirmek istiyorum. Unutmayın bedenimiz bir mucizedir ve her şey birbiriyle bağlantılıdır. Modern bilim MS, alzheimer, romatizma gibi çeşitli süslü püslü isimler takmış olsa da, atalarımız hastalıkların ardındaki ana sebeplerin bilincindeydi ve doğal yöntemlerle kendilerini ve ailelerini koruyorlardı. Modern hastalıklar birer hastalık değil sadece birer semptomdur. 

Eğer kronik rahatsızlıklarınız varsa ve eğer doktorun yönlendirmeleri hiçbir işinize yaramadıysa parazitler konusuna dalmanın zamanı geldi demektir. 

Parazitler kendi hayatlarını yaşamayı bırakıp başka insanların kuklaları haline gelen insanların bedenlerinde hayatta kalabilirler. Hiçbir parazitin ana amacı insana zarar vermek değildir. Çünkü doğada bulunan hiçbir şey salt kötü olamaz. Doğada her şey ahenk ve denge üzerine kuruludur. Biz kendi doğamızı bozduğumuz için bakteri ve parazitler bize zarar vermeye başladı. Onlardan korkmak yerine kendimize ihanet etmeyi bırakmalı ve başka insanların emirlerine göre hayatlar yaşamaktan vazgeçmeliyiz.

Sakın bu canlılardan korkmayın ve onlarsız bir hayat yaşayabileceğinizi sanmayın. Bakteriler bizden milyonlarca yıl önce bu dünyaya ayak uydurdular. Biz sonradan geldik ve onlara ayak uydurmayı öğrendik. Eğer bedeninizde parazit sorunu varsa, sorun parazit değil, sizsiniz demektir çünkü bir parazit sadece güçsüz bir bedende var olabilir. Doğanıza geri dönerseniz, parazitler de kendi doğalarına geri dönecektir. 

NATURA MEDİCA | E-KİTAP


Yazılarımı takip edenler son birkaç yıldır tıbbi bitkilerin medikal astrolojideki kullanımıyla ilgili eğitimler aldığımı biliyordur.
Eğitimlere katıldıkça öğrendiklerimi küçük notlar halinde düzenliyordum. 
Aslında amacım bilgilerimi iyice derinleştirmek ve öyle bir kitap haline getirmekti. Bu kitabı da anca 40-50 yaşıma gelince yazarım diye düşünüyordum ama tutulmalar 3. ve 9. evlerimde gerçekleşmeye başlayınca bir baktım kalemim kendiliğinden satırlarını yazmaya başlamış bile. 
Bu kitap şimdiye kadar edinmiş olduğum tüm eğitim ve araştırmalarımın bir özeti gibi oldu.

Kitapta ilk önce okuru bir zaman yolculuğuna çıkarıp koca karı ilaçlarının kökeni olan Koca Karia medeniyetinin mirasını keşfetmeye çağırıyor olacağım ve Osmanlı halkına bu kadim bilgilerin nasıl bir Fransız oyunuyla unutturulduğunu anlatacağım. 

Daha sonra sizi mistik bir yolculuğa çıkararak sihirli mantarlar ve mistik deneyimlere yol açan bitkilerle tanıştırıp, gizem okullarının sırlarını açıklayacağım ve hippi akımının bununla ne alakası olduğunu öğreneceğiz.

Bu kitapta doğa ruhlarıyla tanışacak, medikal astrolojinin temellerini öğrenecek ve kendi tabiat eczanenizi oluşturacak kadim, gizemli bilgilere erişeceksiniz.
Ve belki de en önemlisi simya aracılığıyla çok kuvvetli şifa iksirleri yapmayı öğreneceksiniz.
Bu bilgi gerçekten büyük bir sırdır ve bunu öğrencilere aktaran üstatlar artık maalesef kalmadı. Simya sanatının yok olmaması için simya bölümünü de kitabıma ekledim çünkü astroloji bilgisi olmadan simya gerçekleşemez.
Bu bilgileri bize unutturmak için büyük bir çaba harcandı ve hala da harcanmaya devam ediliyor.
Bu yüzden ne pahasına olursa olsun atalarımızın bu mirasına sahip çıkmalı ve bu kadim bilgileri gelecek kuşaklara aktarmalıyız.

Kitap 313 sayfa.
Her zamanki gibi kolay ve anlaşılır olması için basit bir üslupla kaleme almaya çalıştım. 
Okurken çok değerli bilgiler edineceğinizi düşünüyorum. 
Özellikle 7 gezegen için seçmiş olduğum bitkilerin bazılarını bahçenizde, balkonunuzda yetiştirerek hem kendi hem de sevdiklerinizin sağlığını koruyabilecek bilgeliğe erişeceksiniz.
Son birkaç aydır yoğun olarak bu kitabımla uğraştım ve bir hayli emek verdim. 
Bu yüzden içindeki bilgiler ve emeğimden dolayı diğer e-kitaplarımdan ücretini daha yüksek tutuyorum.
Ücreti 100tl.
Eğer kitabımı okumak isterseniz carpediemcii@gmail.com'a mail atabilirsiniz ve ben de pdf formatında size gönderebilirim.

2 Mart 2022 | Balık burcunda JÜPİTERYEN YENİAY


Bir yandan savaş haberleri bir yandan salgın gündemi bir yandan da artan pahalılık hepimizi iyice bunaltmış durumda. Gökyüzü üzerimizdeki olumsuz enerjiyi biraz da olsa hafifletmek isteyinde olmalı ki, onca karanlığın içinde bize Jüpiter gezegeniyle kavuşumda olan bu yeniay ile ferah bir nefes aldıracak. 

Yeniay Balık burcunda gerçekleşecek ve aynı zamanda Neptün gezegeninden de etki alacak. Makro kozmosta hamlelerin ardındaki gerçek hedeflerin neler olduğunu kestirebilmek güç olacak. Dolayısıyla televizyonda izlediklerimize, bizimle paylaşılan bilgilere temkinli yaklaşmakta fayda var. Çünkü önümüzdeki iki haftalık süreç içerisinde büyük yalan yanlış haberlerle yüzleşmek zorunda kalabiliriz. 

Öte taraftan kendi küçük mikro kozmosumuzda şanslı ve bereketli bir sürece girmiş bulunuyoruz. Onca karanlığa rağmen biraz hayal kurabilir ve bu hayallerimizin peşinden gidebiliriz. Jüpiter bize şanslı fırsatlar vadedecek gibi duruyor. 

Bir yandan da hafta genelinde etkili olan Merkür - Uranüs karesi etkin olacak. Yani iletişim konularında ani parlamalar veya yapılan planlarda ani gündem değişiklikleri söz konusu olabilir. Bu yüzden sözlerimize de, düşüncelerimize de dikkat etmemiz gerek. Gerçi Güneş ile Uranüs arasındaki uyumlu açı bu sert ortamı biraz yumuşatabilir ve bize destek çıkabilir. Dolayısıyla yeni olanı deneyimlemekten korkmayın. Hatta tam tersine yeni olan bir şeyi deneyin ve konfor alanınızdan çıkın. Çünkü bu yeniayın bizi özgürleştiren bir enerjisi de olacak. Kısacası farklı düşünen kazanacak, değişik davranan ilgi odağı olacak. 

Merkür ile Satürn hafta içerisinde kavuşumda olacakları için ciddi atılımlar için adım atmakta fayda var. Sorumluluk üstlenmekten korkmayın ve zorluklardan kaçmayın. Çünkü her bir adımımız güzel fırsatları beraberinde getirecek. Özellikle 5 Mart günü Güneş ve Jüpiter kavuşuyor olacağı için yılın en şanslı günlerinden birini deneyimliyor olacağız. 

Neptün ile işbirliği içerisinde olan bu yeniayın aynı zamanda manevi yönü de kuvvetli olacak. Dolayısıyla bize gerçekten önemli olan değerlerimizi, birlik ve sevgiyi hatırlatacaktır. Balık burcunun temsil ettiği evrensel sevginin savaş ortamını hafifletmesini ümit edelim ve evini terk etmek zorunda olanlar, hayatını kaybedenler ve korku dolu olan onca çocuk için dua edelim. 

Bu yazımı mübarek kandil günü yayınlıyorum. Dilerim göğe yükselen tüm dualar sevgi yağmuruna dönüşerek üzerimize yağar ve hem kendi küçük dünyamıza hem de üzerinde yaşadığımız dünyayamıza huzur, sevgi ve barış getirir. 

MEDİKAL ASTROLOJİDE MARS VE İNFLAMASYON

Medikal astrolojide Satürn hastalık göstergesi olarak kabul edilse de, aslında Mars tüm hastalıkların ardında saklanan ana güçtür. Çünkü bildiğimiz tüm hastalıkların ardında inflamasyon bulunmaktadır. 

Bazılarımız için bu kelime yeni olabilir. Bu yüzden ilk önce google amcanın tanımını verelim. İnflamasyon, bağışıklık sisteminin organları enfeksiyondan ve yaralanmadan korumaya çalışması esnasında meydana gelir. İnflamasyonun amacı, vücudun iyileşmeye başlaması için hasarlı dokunun yerini belirlemek ve ekarte etmektir. 

Kısacası inflamasyon iyileşmemizi kolaylaştıran çok önemli bir unsurdur ve bağışıklık sistemimizin doğru çalıştığını gösterir. Lakin bize zarar veren yaşam tarzımız yüzünden bedenimizin birçok farklı yerinde inflamasyon oluşmakta. 

Eğer inflamasyon beyindeyse alzheimer veya depresyondan konuşuruz, eğer kalpteyse kalp sorunlarından bahsederiz, bağırsaktaysa bağırsak sorunlarından kaynaklandığını biliriz. Tansiyon, şeker, tiroid sorunları vs.. Kısacası hastalığımız hangi organımızla ilgiliyse orada uzun zamandır Mars'ın sessiz yardım çığlıkları vardır ama kimse bu çığlıkları duymamıştır. Bu çığlıklara bilim dünyası sessiz inflamasyon adını taktı ve her hastalığın ardındaki ana neden olduğu söyleniyor. Bu o kadar korkunç bir durum ki, beden inflamasyonu fark ettiği anda bağışıklık sisteminin savaşçılarını oraya yığar ve soruna çare kavuşturur. Yalnız bedenin birçok yerinde bu sessiz çığlıklar varsa bu savaşçılar kime nasıl yardım edeceklerine şaşırırlar ve en sonunda hiç kimseye yetemediklerini idrak ederek iyice pes ederler. 

Bu çığlıkları yangına da benzetebiliriz. İnflamasyonun olduğu yer cayır cayır yanar ve bu eğer bedenin sadece bir kısmındaysa problem yoktur çünkü bağışıklık sistemimizin savaşçıları bu yangını kolaylıkla söndürebilir. Ama kronik rahatsızlıklarda olduğu gibi eğer bedenin birçok farklı yerinde bu yangınlar varsa savaşçılar nereye yetişeceklerine şaşırırlar. Az hareket, yanlış beslenme, doğadan uzak olmak ve elektromanyetik alanın içinde yaşamak ve bedende biriken her türlü toksinler ki buna zehirli duygular da dahildir, bu yangınların oluşmasının ardındaki ana sebeplerdir. Bu yangınlar söndürülemediğinde organ ve dokularda bozulmalar meydana gelir ve bağışıklık sisteminin savaşçıları nihayet yanan bölgeye ulaştıklarında organ veya dokuyu tanıyamaz hale gelirler. Tanıyamadıkları için de sorunun o olduğunu düşünerek saldırmaya başlarlar. Ve biz bu saldırıyı otoimmün hastalıklar olarak biliriz. 

Bütün otoimmün hastalıkların ardında kronik inflamasyon vardır ve bu sadece otoimmün hastalıklar için geçerli de değildir. Depresyon veya tükenmişlik sendromu gibi ruhsal şikayetler hem bağırsaklardaki inflamasyonun belirtileridir hem de böbrek üstü bezlerindeki sorunlara işaret ederler. 

Bütün otoimmün hastalıkların ardındaki manevi sebep dışa yönlenmesi gereken agresyonun içte sıkışıp kalmasıdır. Bu yüzden içimizdeki savaşçılar kendi organ, hücre ve dokularına saldırmaya başlarlar. Bunun ardında her zaman vitamin veya mineral değerlerin eksikliği yatmaz. Çocukluktan kalan travmalar da yatabilir. Bunlar yaşanan doğal afetler olabilir, çocukken anne ve babadan ayrılmış olmak olabilir ki bunun için okula başlamak bile yeterli bir sebeptir. 

Travmaların yanında kronik inflamasyona neden olan ana sorun aslında bağırsaklarda başlar. Bağırsaklardaki enfeksiyonlar bütün organları etkilerler. Çölyak, geçirgen bağırsak, gastrit gibi tüm hastalıklar bağırsaktaki inflamasyonun belirtileridir. 

Epstein-barr virüsü, herpes, hepatit, borreliose gibi viral veya bakteriyel hastalıklar da kronik inflamasyonun ardında yatan nedenlerdir. Bağışıklık düştüğü anda bu enfeksiyonlar güç kazanarak insanı zayıf bırakırlar. 

Bunun haricinde ayaklarda yanma hissi de bedende bir inflamasyonun belirtisidir. Özellikle fibromiyalji sessiz inflamasyonun belirtisidir. Bedenimiz her daim bizimle iletişime geçer. Önemli olan bu dili okuyabilmektir. 

Gece 1-3 arasında uyanıyor veya uyuyamıyorsanız karaciğerinize dikkat etmelisiniz. Karaciğerimiz acısını diğer organlarımız gibi belli etmez. Karaciğerin acısını belli etme şekli yorgunluktur. Eğer sürekli kendinizi yorgun hissediyorsanız bilin ki karaciğerinizin acil yardımınıza ihtiyacı var. Karaciğeriniz için yapabileceklerinizin başında vitamin ve mineral takviyelerinizi depolamak bulunuyor. Kendinize kaliteli bir multivitamin içeceği bulmanız gerek. İçinde magnezyumundan çinkosuna kadar hepsi bulunmalı. Bunun haricinde yapmanız gereken şey bitter tadı beslenmenize dahil etmektir. Her yemekten önce bitter bir şeyi damağınız hissetmeli. Bu iki şey karaciğeri kuvvetlendirir. Karaciğer kuvvetlendiğinde detoks süreci kendiliğinden başlar ve bedende inflamasyon yükü azalır. 

İnflamasyon yükünü hafifletmek için yapabileceğimiz birçok şey vardır. Bunlardan biri de kenevir yağıdır. Eskiden kenevirin şifalandıramayacağı hastalık yok diye bilinirdi. Sonra ilaç sektörünün ortaya çıkmasıyla birlikte kenevirin şifalı özelikleri yok edildi ve uyuşturucu olarak damgalandı. Oysa birçok sağlık sorunumuz için çok faydalı bir bitkidir. Umarım ülkemizde tıbbi amaçlı kenevir yetiştiriciliği yaygınlaşır ve yağına daha makul fiyatlarda erişebiliriz. Özellikle inflamasyona çok iyi geldiği için CBD yağını birçok alerjiniz için de kullanabilirsiniz. Kanser, epilepsi, MS, geçirgen bağırsak gibi ağır hastalarda bile bilimsel araştırmalar kenevir yağının etkili olduğunu göstermiştir. 

Sıvıyı kendine enjekte ettirdikten sonra yan etkileri olanlara da kenevir yağı tavsiye ediliyor. Kısacası kenevir aynı zamanda bağışıklığı kuvvetlendirici özelliklere de sahip. 

İnflamasyonu dengeleyen bir diğer şey bedeni ekstrem koşullara alıştırmaktır. Soğuk duşlar hatta buz banyoları veya sıcak saunalar bedeni kısa bir süreliğine strese sokarak koşullara hızlıca adapte olmasını sağlar. Devam eden strese karşı bedeni tekrardan dengeye sokarlar. 

İnflamasyonu dengeleyebilmek için serbest radikallerin ve antioksidanların da büyük bir önemi vardır. Bilim dünyası bedenimizde her gün yaklaşık olarak 15 gr serbest radikalin oluştuğunu söylemekte. Bu serbest radikalleri serseri savaşçılar gibi düşünün. Bu serserilerin bir elektron eksikliği var bu yüzden her yerden bu elektronu çalmaya çalışıyorlar. Eğer karşılarına bir bakteri çıkarsa ne ala, ondan kopararak ölümüne neden oluyorlar. Ama bakteriden önce bedenin hücrelerine denk gelirlerse bu sefer de ondan kopararak bedenin güç kaybına yol açıyorlar. Bu serseri savaşçıları adam eden savaşçılarımız da var. Onların adı da antioksidanlar. Antioksidanları bolca elektrona sahip olan zengin güçlü krallar olarak düşünün. Serseri savaşçılar bu zengin kralları çok seviyorlar çünkü onlardan bedavaya bolca miktarda elektron alabiliyorlar. Bu antioksidanların bir kısmını gıda olarak dıştan alabiliyoruz. Özellikle tıbbi bitkiler bu konuda bize bir hayli yardımcı oluyorlar. Bu arada antioksidanları gıda olarak alabildiğimiz gibi bedenimizin kendisi de antioksidanları yaratma gücüne sahiptir ve bunu belirli enzimlerle yapar. Bu enzimlerden sadece biri 1 saniye içerisinde 30.000 serbest radikali nötr hale getirebilir. Tahmin edebileceğiniz üzere bu gücün oluşabilmesi için beden vitamin ve minerallere ihtiyaç duymaktadır. Eğer bunlar yoksa beden oksidatif strese karşı kendini koruyamaz hale gelir. Glutatyon bu antioksidanlardan biridir ve serbest radikallerin görüldüğü anda onların yanına giderek bir elektron armağan eder. Glutatyonu bedenimizin yaratabilmesi için günde 200-500 mg arasında antioksidan olan C vitamine ihtiyaç duyarız. Bir enfeksiyon söz konusuysa bu miktar günde 1-3 gr kadar çıkarılmalıdır. Omega 3 hücrelerimiz güçlenmesi için çok önemlidir ve görevini yerine getirebilmesi için yardımcı olur. Omega 3 aynı zamanda inflamasyonu dindirme gücüne de sahiptir. Günde 2-4 gr Omega 3 alınmalıdır. Manganez (bakliyatlar, sebzeler vs), çinko (günde 10-20 mg) ve selen (günde birkaç fındık bunun için yeterlidir) bu enzimlerin oluşabilmesi için gerekli olan diğer minerallerdir. 

Bu yazımda biraz karmaşık gibi gözüken inflamasyon konusunu ele alarak Mars'ın bedenimizdeki gücü ve aynı zamanda tahribatı üzerinde birkaç bilgi paylaşmak istedim. Medikal astroloji serimi okuyorsanız neredeyse her yazıda ana kaynağın vitamin, mineraller, sağlıklı beslenme ve egzersize bağlı olduğunu görmüş olmalısınız. Aslında hastalıklardan pek fazla korkmamıza gerek yok. Bu saymış olduğum şeylere ve özellikle de karaciğerimizin sağlığına dikkat edersek, şifası mümkün olmadığı söylenen hastalıklarımızı dahi iyileştirebiliriz. Yeterki Mars gezegenimizin enerjisini doğru kullanabilmeyi öğrenelim. 

16 Şubat 2022 | Aslan burcunda dolunay

Bu dolunay 27 derece Aslan burcunda gerçekleşecek ve bize güzel bir kalp şifası armağan edecek. Zaten gök kubbede Mars ve Venüs kavuşumdalar. İçimizin kıpır kıpır olacağı bir dolunay bu. Özellikle aşk ve ilişkiler alanında güzel gelişmeler yaşanabilir. Hem tutku artabilir, hem ilişkiler ciddiyet kazanabilir.. çünkü işin içerisinde Oğlak burcunda bulunan Plüton da var.

Bu dolunayın ana mesajı: Karanlıktan doğan sevgi! 

Kendini ne kadar seviyorsun, etrafındakilere ne kadar sevgi saçıyorsun? Hayatında sevgiye ne kadar yer açıyorsun? 

Bu 3 soru iki hafta boyunca kalbimizi biraz meşgul edebilir ve aklımızdaki sorulara cevaplar sunabilir. Çünkü kalbimizin mutlu olmasının önünde bazı inançlarımız engel oluşturmakta ve bu dolunay bizi bilinçaltımızın karanlık diyarına davet ederek, bazı şeylerin farkına varmamıza vesile olacak. 

Dolunay haftasında Güneş Balık burcuna geçiş yapacak. Evrensel sevgidir Balık burcu. Sarıp sarmalar insanı ve seni olduğun gibi kabul eder. Koşulsuzca sever. Hepimizin empati yeteneğinin artacağı ve birbirimize karşı daha hoş görülü davranabileceğimiz bir ay var karşımızda. Bu güzel enerjiyi kullanmalı ve kalbimizde sevgiye yer açmalıyız. 

Bu dolunay ve akabindeki 2 haftalık süreç içerisinde en çok kalbinizi önemseyin. Kalbinize giren duyguları veya çıkan hisleri dikkate alın. İçimizdeki küçük çocuğun yaralarını sarma fırsatını veriyor olacak bize dolunay. Hem yaralarımızı sarmalı hem de içimizdeki çocuksu yanımızı gün yüzeyine çıkarıp, doyasıya eğlenebilmesine izin vermeliyiz. Ama bunun için ilk önce Plüton'un imtihanını geçmemiz gerek. Çünkü sevgiyi hissedebilmemizin de hissettirebilmemizin de önündeki en büyük engel beslemekten vazgeçmediğimiz karanlık duygularımızdır. Bu dolunay bunları değiştirme fırsatını veriyor olacak bizlere. 

Bir yandan da Merkür rahat ettiği Kova burcuna tekrardan geçiş yaptı. Zihnimizin çok daha aktif ve aklımızın daha fazla dahice çalışacağı 20 günlük bir sürece girmiş bulunuyoruz. Bu dönem içersinde aklınızda yanacak ampullere değer verin. Bu süreç bilimsel icatların da, dahice olan fikirlerin de daha fazla ön plana çıkmasını sağlayacaktır. Retro Merkür'ün enkazından kurtulduğunuz için iletişimi ve paylaşımı ilgilendiren her türlü konuda önümüz açık. Yeterki farklı olmaktan, değişik şeyleri ortaya atmaktan çekinmeyelim. 

Uzun lafın kısası bu dolunay güzel bir aydınlık getirecek hayatlarımıza ama ilk önce karanlık iç dünyamızda bazı şeyleri dahice çözmemiz gerekecek. 

Umarım bu dolunay bunu başarabilir ve hem kalbimizi sevgiyle, hem de zihnimizi dehalıkla doldururuz. 

MEDİKAL ASTROLOJİDE Ay ve çocuk sağlığı


Medikal astroloji serisi yazılarıma devam ediyorum. En son katıldığım kongre çocuk sağlığı üzerineydi. Her zamanki gibi edindiğim bilgileri bu blog yazında birleştirdim ve sizlerle paylaşıyorum. Gelin birlikte hamilelikten, çocuk sağlığına kadar ufak bir gezintiye çıkalım ve yaptığımız hataların farkına varalım. 

• Doğumla başlayan serüven •

Aslında bebeğimizin sağlığı vajinamızın sağlığıyla başlamaktadır. Doğum öncesinde vajinal ph değer 3.5-4.5 arasında olmalıdır. Doğum süresi boyunca bu değeri ölçerek doğum süreciniz hakkında bilgi edinebilirsiniz. Çünkü bu değerin üstüne çıkılması erken doğumu tetikleyebilir. 

Doğum sonrası bebeğe yapılan K1 vitamini karaciğerde tahribata yol açar ve böylelikle sarılığa davetiye çıkarır. Eğer bu sorunla karşılaşırsanız tahribatı gidermek için bebeğinizin karaciğerini kuvvetlendirmelisiniz. 

Tarım topraklarında mineraller azaldığı için çinko ve selen neredeyse her çocukta eksik çıkmaktadır. Ayrıca B vitaminler grubu ve omega 3'ün büyük bir önemi vardır. Demir eksikliğine de dikkat edilmelidir. A vitamini ve iyot değerleri yerinde olmalıdır. Beslenmesinde başlangıçtan beri bitter tatların bulunmasına değer verilmelidir. Çünkü bu tatlar karaciğer ve safra sağlığı için büyük bir öneme sahiptir. 

Doğumun hastanelerde gerçekleşmesi bebek ve anne üzerinde büyük bir travmaya neden olmakta. Hastanelerdeki beyaz ışıklar, odaya kadının isteği dışında girip çıkanlar, bir çeşit taciz olarak algılanan doktorların kaba hareketleri ve tabiki bebeğin doğar doğmaz anneden uzaklaştırılıp alınması.. Tüm bunlar çocuğun üzerinde de, annede de büyük bir etki bırakan ve sonrasında çeşitli fiziksel veya psikolojik hastalıklara davetiye çıkaran şeylerdir. 

Bu günümüz bakış açısına ters düşse de, aslında doğumun yeri insanın sıcak yuvasıdır. Atalarımız yıllarca bizleri kendi evlerinde doğurdu. Özellikle Guatemala veya Peru gibi hala eski kültür ve geleneklerini ayakta tutan kabilelerdeki doğumlara baktığımızda kadınların doğum sırasında bırakın acı çekmeyi, orgazm olabildiğini görüyoruz. Biz bir şeyi çok yanlış yapıyor olmalıyız ki, doğumu acı ve zorluk hatta ölümle eşdeğer görür olduk. Ve maalesef bu yanlış zihniyetimiz bebeğimize daha ilk doğduğu anda büyük bir zarar veriyor. Çünkü bebek 9 ay boyunca annesinin varlığına alışır. Annesini her isteğini karşılayan bir tanrıça gibi görür. 9 ay boyunca su elementinde, cennet gibi bir yerde yaşar. Bir bebek için doğum cennetten ayrılış anlamına geldiği için ölüm gibi bir şeydir. Bu cennetten kopuş hali hastane ortamında beyaz ışıkların altında bebek için tam bir cehennem ortamına dönüşür. Tüm bu dehşet verici süreci bebek ve anne için daha iyi bir hale getirebilmenin en güzel yolu suda doğumdur. Hem anneyi hafifleten hem de bebeğe alışkın olduğu ortamı hatırlatan su doğumu, tüm süreci kolaylaştırmaktadır. Bunun haricinde bebek rahimden ayrılır ayrılmaz hemen anneye verilmeli ve kordon bağı uzun bir müddet boyunca kesilmemelidir. 

• Anne sütü ve uyku düzeni •

Eski topluluklara baktığımızda çocuklarını 6-7 yaşına kadar emzirdiklerini görürüz. Anne sütü o kadar değerli ve şifalı bir gıdadır ki, bir çocuk ne kadar çok emerse bağışıklığı o kadar kuvvetli olmaktadır. Ama anne sütü sadece fiziksel sağlığı kuvvetlendirmez aynı zamanda çocuğun sağlıklı uyuyabilmesini sağlar. Özellikle akşama doğru anne sütündeki melatonin oranı artmaktadır. Ama anne sürekli telefon veya tablete bakıyor ve mavi ışığa maruz kalıyorsa kendi melatonin oranı az olacağı için anne sütüyle bebeğe geçemez ve böylelikle bebek de gece uyumamaya başlar. Uyku sıkıntısı yaşanıyorsa küçük bir lavanta kesesi bebeğin beşiğine asılabilir. Ayrıca bebeğin iyi uyuyabilmesi için gece sütüyle emzirilmelidir. Akşama doğru bebeğe ılık bir duş aldırmak da uykuya dalmasını kolaylaştırabilir. Bebekte yine de bir uyku düzensizliği devam ediyorsa mineral ve vitamin değerleri kontrol edilmelidir. Bu arada bebeklerin ilk yıllarda gece birkaç kere uyanmaları çok normaldir. Ve ilk yıllarda anne ve babanın sıcaklığına ihtiyaç duyarlar. Ayrı odada uyuyan ve tek başına bırakılan çocuklarda stres düzeyinin inanılmaz oranlara çıktığı kanıtlanmıştır. Bebek uyuyabilmek için annenin kokusuna ihtiyaç duyar. Bu yüzden modern dünya her ne kadar bağımsızlığı övse de, bu anneye muhtaç olan bir çocuk için geçerli değildir. Dolayısıyla ilk yıllarda yavrunuzla birlikte uyumaktan çekinmeyin, hatta bunu sağlıklı bir birey yetiştirmek istiyorsanız, önemseyin. Uyku sorunları yine de devam ediyorsa B grubu vitaminleri ve D vitamini düzeyi kontrol edilmelidir. 

• Çocukluk dönemi travmaları •

Uyku düzensizliğine yol açan ana etkenlerden biri mineral ve vitamin eksiklikleridir ve bunlar anne ve çocuğun beslenmesiyle ilgili olduğu kadar duygusal durumla da ilgilidir. Bebekken çok ağlayan ve yalnız bırakılan çocuklar hayata karşı güvensizlik geliştirirler. Bir bebek ihtiyaç duyduğu anda annesi ağlama sesini duymasına rağmen yanına gelmiyorsa 'bu yaşamda kimse benim ihtiyaçlarımı karşılamıyor, ben yalnızım ve değersizim' inancının bilinçaltına yerleşmesine neden olur. Bedenimiz %70 sudan oluştuğu için ve su taşıyıcı olduğu için bu inanç bedenin organlarına, hücrelerine ve meridiyenlere yerleşir ve mineral vitamin eksikliklerine yol açar. Yani sağlıklı bir beslenme çoğu zaman yeterli değildir. Çünkü çocukluk döneminde yaşanan travmatik deneyimler çocuğun sağlıklı beslenmesine rağmen mineral ve vitamin eksikliklerine neden olarak çeşitli sağlık sorunlarını beraberinde getirebilir. 

Olay sadece bununla da kalmaz. Çocuk büyüdükçe bu negatif duygularını ona unutturacak bir şey keşfeder: Şekeri! 

İşte bu yüzden obezite sayılarında büyük artış gözlemliyoruz. Atalarımız geniş ailelere sahipti. Çocuk ağladığında anne yetişemiyorsa diğer kardeşler veya ananne babanneler, olmadı teyzeler veya komşular yetişirdi. Çocuk duygusal olarak hiçbir zaman için aç kalmaz ve daima yakınlıkla beslenirdi. Oysa şimdi çalışan anne babaların çocukları bu yakınlıktan yoksun büyümekte. Bu yüzden de bu yoksunluklarını şekerle gidermeye çalışıyorlar 

• Şeker bağımlılığı •

Fareler üzerinde yapılan bir deneyle şekerin kokain bağımlılığıyla eşdeğer olduğu anlaşıldı. O kadar fazla şeker tüketen bir insanlık haline geldik ki, artık şeker bağımlılığına sahibiz. Hatta eroin bağımlıları eroini şekerden daha kolay bırakabildiklerini söylemekteler. 

Hamilelik döneminde tüketilen şeker miktarının çocuğumuz için zehir olduğunu bilmemiz gerek. Küçük yaşta diyabeti olan çocuklar artmakta. 3-4 yaşlarındaki çocukların bile karaciğerlerinde yağlanma gözüküyor. Tüm bunların ardında şeker laneti var. Çocuklarımızın yiyebileceği tek şeker meyve veya bal olmalıdır. Bunun haricindeki şeyler, doğal pancar şekeri bile olsa çocuklarımız için büyük bir tehlike oluşturur. Bu tehlikenin vahim sonuçlarıyla uğraşmak istemiyorsak, daha hamile bile kalmadan önce kendi şeker tüketimimizi azaltmalıyız. 

Özetle bir canı dünyaya getirmek istiyorsak, ilk önce kendimize çeki düzen vermemiz ve bu serüvene kendimizi hazır hissetmemiz gerek. Herkes çocuk sahibi olabilir ama herkes sağlıklı çocuklar yetiştiremez. Maalesef bu hafife alınsa da, hiçbir zaman için bir bebek sapık, zalim veya psikopat olarak doğmaz. Anne babanın ve bebeğin çevresindeki insanlar onu bu hale getirir. Bu yüzden toplum sağlığı için bilinçli olmalı ve çocuklarımızın ruhsal, psikolojik, mental ve fiziksel sağlıklarına büyük değer vermeliyiz. 

MEDİKAL ASTROLOJİDE Venüs & kadın sağlığı

Bu haftanın kongre teması kadın sağlığı üzerineydi. Uzmanlardan öğrendiklerimi küçük başlıklar altında toplayıp, bu yazımda paylaşmak istedim. 

Aslında kadın olduğumuz için çok şanslıyız. Çünkü adet döngümüz sayesinde her ay arınmaktayız. Oysa toplumun yanlış değer yargıları yüzünden ay halimizi pek sevmemeyi hatta iğrenmeyi öğreniriz. Ama adet döngümüz o kadar mucizevidir ki, bize her ay bedenimizde olup biten her şey hakkında bilgi verir. Duygusal durumumuzdan, organlarımızın sağlığına kadar her şeyi adet döngümüzden okuyabiliriz. O halde gelin birlikte venüsyen bir diyara dalıp, yaptığımız yanlışları öğrenerek, sağlığımızı geri kazanmanın yollarını keşfedelim. 

• Yağ - düşman mı yoksa dost mu? 

Her kadın zayıf ve güzel olmak ister ama sağlıklı hormonlar için sağlıklı yağlara ihtiyacımız vardır. Özellikle kolesterol yeteri kadar yoksa hormonlardan kaynaklı olarak adet düzensizliği oluşmaya başlar. En son raddede artık regl olunamaya başlanır ve bu birçok farklı sağlık sorununa davetiye çıkarır. Bu yüzden sağlıklı yağlara çok büyük önem verilmelidir. Sağlıklı yağdan kasıt da trans yağlar değil, tam tersine saf zeytinyağı, sade yağ ve omega 3 gibi bedenin ihtiyaç duyduğu yağlardır. Kolesterolü düşüren ilaçları kullanmadan önce hormon dengenizi göz önünde bulundurun. Çünkü erkeklere kolesterol düşürücü haplar verildikten sonra iktidarsızlık sorunu yaşadıkları görülmüştür ve aynı durum kadının libidosu için de geçerlidir. Özetle kolesterol ne kadar kötülense de, Canan Karatay bu konuda çok haklı. Sağlıklı bir kadın bedeni için sağlıklı yağları tüketmeye mecburuz. 

Yağlarla birlikte kadın sağlığı için B6 vitamini, çinko, selen ve demir gibi mineral ve vitamin değerleri kontrol edilmeli ve gerekirse takviye alınmalıdır. Çinko hormonel olarak o kadar önemlidir ki, sperm üretemeyen erkeklerin bile sağlıklı sperm sayısında artış olduğunu bilimsel çalışmalar göstermiştir. 

• Kozmetik - güzellik mi hastalık mı? 

Bilimsel deneyler modern bir kadının sabah uyandıktan sonra işe hazırlanana dek en az 150 zararlı maddeyi yüzüne veya bedenine sürdüğünü ve tüm bunların idrarda toksin oranını 900 kat artırdığını göstermiştir. Özellikle kozmetik ve temizlik ürünlerinde bulunan fitalatlar sağlık için çok zararlıdır. Sağlığınızı korumak istiyorsanız kullandığınız makyaj malzemelerini, parfüm, krem, yüz temizleme jelleri ve deodorantları doğal olanlarla değiştirmelisiniz. Kadının en güzel hali duru ve saf halidir. İpek bir yüz kesesi, sağlıklı baz ve uçucu yağlardan oluşan bir yüz serumu ve bir gül suyu kozmetik ürünü olarak yeterlidir. Bu 3 şey yüzünüzün temizliği ve güzelliği için ihtiyaç duyduğunuz tek şeyler, gerisi ise sizin için zarar. 

• Doğum kontrol haplarının yan etkilerinden haberiniz var mı? 

Bunu doktorların küçücükün genç kızlara hala nasıl verebildiklerini aklım almıyor. Doğum kontrol hapları bütün hormonel süreci durdurur ve onun yerine sahte hormonları devreye sokar. Bu süreci eski haline döndürmek doğum kontrol hapı bırakıldıktan sonra bile en az 2 yıl sürmektedir. Östrojen kemik sağlığı için çok önemlidir. Güzel bir cilt, kuvvetli saçlar, sağlam tırnaklar tüm bunlar östrojene bağlıdır. Progesteron ise inflamasyon ve beyin sağlığımız için büyük bir değere sahiptir. O olmazsa huzurumuz olmaz. Bedenimizin doğal olarak ürettiği bu hormonları devre dışı bırakıp, sahtelerine yönelmemiz sadece bizi değil, tüm çevremizi ve diğer insanları da hasta etmektedir çünkü kullanılan doğum kontrol haplarının içindeki östrojen suya karışarak içme sularını dahi kirletmekte. Özellikle evinizde filtre su kullanıyorsanız yapay östrojenli su içtiğinizden emin olabilirsiniz. Ayrıca doğum kontrol hapları doğru erkeği seçme konusundaki bilgeliği yok eden bir etkendir. Genelde hap kullanımı bırakıldığında erkek seçimi de değişmektedir. 

Araştırmalar doğum kontrol haplarının bağırsaklarımızı antibiyotiklerden daha fazla bozduğunu göstermiştir. Doğum kontrol haplarının yan etkilerinden bahsetmek istesem olayı kansere kadar bağlayabilirim. Bu yüzden kısa keserek lütfen ASLA doğum kontrol hapını küçük çocuklarınıza vermeyin. Korunmanın bin bir farklı yolu varken bedenimize bu ihaneti yapmak zorunda değiliz. 

• Hormonel düzensizliğin ardındaki asıl etki nedir?

Hormonel sorunlar yaşanmaya başlandıysa asıl sorun daima sinir sistemindedir. Bu yüzden hormonel denge sağlanmak isteniyorsa ilk önce sinir sistemine bakılmalıdır. Sinir sistemi ve özellikle de beyin bağırsaklarla yakın bir bağ içerisinde olduğu için bağırsak florasının bozulması hormonel problemlerin temelinde yer alır. Çünkü bağırsaklarımızda üretilen seratonin zararlı bakteri artışı yüzünden salgılanamamaya başlarsa beyin bazı fonksiyonlarını yerine getirmekte zorlanır. Bu böbrek üstü bezlerini ve tiroidi zayıf bırakır. Bu yüzden hormonel sorunları gidermek için tiroid ve böbrek üstü bezlerini kuvvetlendirmek gerekir. Bunun için de en önemli olan iki unsur D vitamini ve demir eksikliklerini gidermektir. Eğer böbrek üstü bezlerinde bir sorun varsa salgılanan progesteron hormonu ihtiyaç duyulan kortizol yüzünden kortizola çevrilir. İşte bu da adet döngüsünde aksamaların oluşmasına neden olur ve erken menopozu tetikleyebilir. 

Östrojen ve progesteron dengesi sağlıklı olmamız için önemli olan bir diğer unsurdur. Genellikle yaşam tarzımızdan kaynaklı olarak fazla östrojen ve daha az progesteron yüzünden sorun yaşarız. Progesteronun fazla olduğu tek durum hamilelik döneminde mide bulantısı yaşandığı zamandır.  Onun haricinde genellikle hep östrojen fazladır. Bu da adet sancıların fazla olmasına davetiye çıkarabilir. Fazla östrojen bedende fazla bakırın biriktiğinin göstergesi olabilir. Fazla bakır da çinko eksikliğini beraberinde getirecektir. Bu yüzden şiddetli adet sancıları olanların ilk önce çinko seviyelerini kontrol etmeleri gerekir. 

Bedende fazla östrojenin olması toksinlerin birikimine de bağlı olabilir. Hücreler toksinler yüzünden ihtiyaç duydukları minerallere erişemiyor olabilir. Bu da zaman içerisinde kanser hücrelerinin oluşumunu tetikleyebilir. Hormonlara bağlı olarak gelişen göğüs kanserinin ardında çoğunlukla karaciğerin toksinleri bedenden atamamış olması yatar ve çaresi güzel bir detokstur. Bu yüzden kanser teşhislerinden korkmayın. Bu sadece bedeninizin sizinle kurduğu kuvvetli bir iletişim. Onun yardım çağrısına kulak vererek kanser hücrelerinizi yok edebilirsiniz. 

Adet kanamasının fazla olması da bedendeki zehirlerin fazla olduğunun bir göstergesidir. Beden kendisini fazla kan aracılığıyla temizlemek ister. Bu gibi durumda adet kanamasını azaltacak ilaçlar kullanmak yerine karaciğer ve diğer organları toksinlerden arındırmak gerekir. Bu arada 5 günlük bir kanama normaldir ama bu 10 güne kadar çıkıyorsa ve her saat başı ped değiştirmeyi gerektiriyorsa çok fazla kan kaybediliyor demektir ve ardındaki etken araştırılarak, güzel bir toksinlerden arınma detoksu yapılmalıdır. 

Eğer adet kanaması az ise o zaman yağ düzeyi kontrol edilmeli ve daha sağlıklı yağların tüketilmesiyle birlikte rahmi sıcaklaştıran gıdalar yenmelidir. 

Kısacası adet düzensizliği veya adet ağrıları normal değildir ve daima hormonel bir sorunla baş gösterse de, aslında kökeni sinir sistemindedir ve arınmayla birlikte vitamin ve mineral takviyeleri gerektirir. 

• Özetle ne yapmalıyım? 

Özetle ilk önce arınmakla başlayın. Kozmetik ürünlerinizi azaltın. Sonra ilişkilerinize yönelin ve size zehirli dugular aşılayın herkesi hayatınızdan uzaklaştırın. Sonra yediklerinize ve uykunuza dikkat edin. Yumurtlama döneminde kendinizi çok enerjik hissederken, yumurtlama sonrası daha fazla dinlenmeye ve uykuya ihtiyacınız olduğunu hissedin ve buna izin verin. Bu süreç içerisinde asosyal olmaya hakkınız var. Bu yüzden daha fazla kendinizle zaman geçirin. Yürüyüşler yapın, temiz hava alın ve arınmaya konsantre olun. Kalbinizi ve rahminizi boşaltın. 

Her şeyin arkasında manevi bir sebep vardır. Adet sancısı çeken kadınların öz sevgi ve öz değer konusunda yaşadıkları sıkıntıları vardır. İlk önce kendinizi, rahminizi ve sizi arındıran o güzel kanınızı sevmeyi öğrenmelisiniz. Kadın hastalıklarının en büyük şifası sevgidir. Bu yüzden kalbinizde sevgi için kocaman bir yer açın ve o yeri bir başkasının doldurmasını beklemeyin çünkü bu görev size ait. 

1 Şubat 2022 | Kova burcunda SATÜRNYEN YENİAY


12 derece Kova burcunda bir yeniay gerçekleşmekte. 
Gökyüzü bizi yeni bir sayfa açmaya hazırlasa da, 
Yeniay Satürn gezegeniyle kavuşumda olacağı için atacağımız adımlar gecikmeleri beraberinde getirebilir. Dolayısıyla yeni oluşumlar için şimdilik çok da ümitli olmayın çünkü ilk önce biraz sorumluluk alıp, sabır göstermemiz gerekecek.

Yeniay haftasındaki Jüpiter ve Mars sekstili kendimize inanır ve hedeflerimiz uğruna savaşırsak, isteklerimize kavuşacağımızın sinyalini veriyor.
Aslında zorlayıcı bir yeniay gibi gözükse de, dişini sıkabilenlere şans getiriyor olacak.

Önümüzdeki 2 haftalık süreç boyunca içimiz kıpır kıpır olabilir. Yeniayın Kova enerjisi zihnimizi aktifleştirecek ve birçok yeni fikrin oluşumuna neden olacaktır. Lakin Satürn'ün ağır enerjisi bu olumlu enerjimizi biraz kısıtlayabilir. Makrokozmosta ise bu gerçek elektrik ve enerji kesintilerini beraberinde getirebilir.

Bu yazımı kaleme alırken masmavi bir gökyüzü ve cıvıldayan kuşlar sanki yalancı bir bahar havasını hissettirse de, Satürnyen yeniay 2 haftalık süreç boyunca soğuk havaların tekrardan içimizi üşüteceğini gösteriyor. 

Sadece fiziksel olarak değil, ruhsal olarak da üşüyeceğimiz bir zaman diliminden geçiyoruz.
Mantık konularına çok değer verebilir ve kalbin sesini görmezden gelebiliriz. Bu da sevdiklerimizle aramızdaki bağı biraz zayıflatabilir. 
Hazır Mars ile Kiron arasında da sert bir açı varken sevdiklerimizin kalbini kırmamaya özen göstermeliyiz. 
Bu yüzden kalbinizi ezmeyin, sevdiklerinizi görmezden gelmeyin. Yoksa bu süreç boyunca yalnız kalırsınız.

Venüs ile Uranüs arasında oluşan üçgen açı uzun zamandır yalnız olanlar için heycan verici bir aşk kapısı da açabilir. 
Zaten aşkı olanlar için ise, hiç umulmadık bir yerden bolluğu ve bereketi olan bir kazanç da getirebilir.
Gözünüzü açık tutarsanız fırsatları kaçırmazsınız.

☆☆☆

Kova burcundaki gökyüzü olayları kollektif bilincin aydınlanması için fırsatları beraberinde getirir. 
Bu olayda sizin de bir katkınızın olması için, hayatınızdaki olumsuzluklara değil, güzel olan şeylere odaklanın. 
Biraz sessizleşin.
Ağzı olan herkes konuşuyor. Siz tam tersine susun.
Susarsanız huzura ereceksiniz.

Uranüs ve yeniay arasındaki kare açı zaman konusuna dikkat ermemiz gerektiğini hatırlatıyor.
Zamanınızın kıymetini bilin bu 2 haftalık süreç boyunca çünkü bu aralar en çok değerli olan şey o.
Uçup giden zamanı yakalama anı bu yeniay.
Ve bunu sadece sessizliğe varırsanız başarabileceksiniz. 

Dilerim bu yeniay sükut altındır sözünü hatırlatır ve zihnimiz arınarak, sezginin pusulasını bulur. Yollar açılır, bilinç aydınlanır ve ruh özgürleşir..

MEDİKAL ASTROLOJİDE URANÜS & NÖROLOJIK SAĞLIĞIMIZ


En son yazdığım plütonik zehirler adlı yazımda bedenimizdeki toksinlerden nasıl kurtulabileceğimizden bahsetmiştim. Beyin sağlığımız içini başlamamız gereken yer Plüton'un zehirleridir çünkü ağır metaller beynimizde de yer edinmektedir ve böylelikle Uranüs'ün sağlıklı çalışmasını engeller. 

Alzheimer, parkinson, ALS, MS ve otizm hastalıklarında hiç olmadığı kadar büyük bir artış gözlemlenmekte. Bilim adamları 2030 yılından sonra doğan çocukların ikisinden birinin otistik olacağını öngörüyor. Bunlar korkunç rakamlar. 

Bu gibi hastalıkların şifasının olmadığı söylense de, tamamen iyileşenlerin de olduğunu biliyor musunuz? 

Kaliforniya üniversitesinde yapılan bir araştırmada 10 alzheimer hastasından 9'u tamamen iyileşirken sadece birinde %50'lik bir iyileşme gözlemlendi. İyileşme potansiyeli olmayan hiçbir hastalık yoktur sadece irade eksikliği ya da iyileşmeme isteği vardır. Şu an içinizdeki ses 'hiç iyileşmek istemeyen hasta olur mu' diyor olabilir. Ben bunu çevremde çok sık görüyorum. Sağlık bir sorumluluktur ve çoğu insan sorumluluk üstlenmekten korkuyor. Beslenme düzenini, yaşam tarzını veya düşünce şeklini değiştirmek istemiyor. Doğal olarak bu hastalara ne evren ne de doktorlar yardımcı olabiliyor. 

Maalesef hem anannem hem de babannem alzheimer hastası. Babannemde bunu çok geç fark ettik, anannemde ise belirtilerini daha yeni görüyoruz. Ama nasıl davranılması ve ne yapılması gerektiğine dair aile içinde çatışma yaşanmakta. Maalesef doktorların verdiği ilaçlarla bir düzelme gözlemleyemiyoruz. Tam tersine yavaş yavaş da olsa bir kötüleşme süreci içinde bulunmaktayız. Bu durum beni hem endişelendiriyor hem de içten öfke hissetmeme neden oluyor. Çünkü katıldığım kongrelerden, alanında uzman olan profesörlerden bu sürecin böyle ilerlemek zorunda olmadığını duyuyorum. Belki son evresine gelmiş olan nörolojik rahatsızlarda pek bir şey elimizden gelmeyebilir ama son evreye varmadan önce yapabileceğimiz çok şey var yeterki sağlığımızın sorumluluğunu üstlenelim. 

Katıldığım en son kongre beyin ve sinir sağlığıyla ilgiliydi. Tıpkı bir önceki Plüton yazım gibi bu yazımda da öğrendiklerimin bir özetini paylaşmak istiyorum. 

•••

Nörolojik rahatsızlıkların ardında birçok önemli faktör bulunmaktadır. Çevremizden aldığımız toksinler, yoğun gündelik hayatın getirdiği stres, yanlış beslenme şekli, elektromanyetik alanlardan gelen zararlar ve geçmişimizden gelen travmalar vs. Tüm bunlar nörolojik hastalıkların ana nedenleridir. Bu nedenleri ortadan kaldırmaya başladığımız anda nörolojik rahatsızlıklarımızın azalmaya başladığını gözlemleriz. Gelin birlikte bunların neler olabileceğine bir göz atalım. 

• Beslenme •

Şüphesiz en önemli konu gıdadır. Modern insanın beslenme tarzına baktığımızda çok az sebze ve yeşillik ama bol miktarda karbonhidratla beslendiğini görürüz. Hayvansal ürünler atalarımız için şifa kaynağı iken bizim için artık maalesef hastalık kaynağıdır. Çünkü atalarımız hayvanlarını fabrikalarda değil, doğada yetiştirirdi. Hayvanların yemleri doğadaki tıbbi bitkilerdir. Oysa şimdi ne yedikleri bile belli değil. Hayvansal gıdaların tehlike haline gelmesinin bir diğer nedeni ise antibiyotikler. Eğer veteriner eline düşmemiş olan bir hayvanın etini, sütünü ya da yağını bulabiliyorsanız gönül rahatlığıyla yiyebilirsiniz ama eğer bulamıyorsanız ve nörolojik rahatsızlıklarınız varsa bir eliminasyon diyetinden geçmeli yani bunları bir müddetliğine hayatınızdan tamamen çıkartmalısınız. 

Hayatınızdan çıkartmanız gereken bir diğer şey de gluten ve şeker. Bahsetmiş olduğum araştırmada alzheimer hastalarını iyileştirmek için hayatlarından ilk önce gluteni ve şekeri çıkartmışlar ve akabinde hastada bir gerilemeyle birlikte iyileşme gözlemlenmiş. Atalarımız ekşi maya olmadan hamur işlerini hazırlamazdı. Onların zamanındaki buğdaylar besin değeri bakımından hem daha zengin hem de daha az gluten içeriyordu. Tüm bunlardan uzaklaşmış olmak modern insanı hasta etti. Eskiden pancar şekeri de değerliydi, zor elde edildiği için bol miktarda tüketebilecekleri bir şey değildi. Oysa şu anki toplumda şeker bağımlılığı had safhalara ulaşmış vaziyette. 

• Toksinler ve elektromanyetik alan • 

Çocuklarınıza aşı yaptırmadan önce aşıların içindeki toksinleri ve yan etkilerine dair araştırma yapmanızı ve çocuklarınızı doktora bu bilinçle emanet etmenizi tavsiye ederim. Atalarımızın aşıları yoktu, evet belki daha erken ölüyorlardı ama yine de günümüz insanından daha sağlıklıydılar. Aşılarla sağlığımızı mı koruyor yoksa bağışıklığımızı mı çökertiyoruz sorusunu kendimize sormakta çok geciktiğimizi düşünüyorum.

Zihnimizi mahveden, sinir hücrelerimizin iltihaplanmasına yol açan, düşünme kabiliyetimizi yitiren ve hafızamızda boşluklara yer açan bir diğer önemli konu çevremizdeki elektromanyetik alan. Özellikle şehirlerde yaşayanlar 4 taraftan yansıyan modemlerin zararını görmekte. İnternete bağımlı hale geldik, televizyon birçok evde neredeyse bütün gün açık ve 7/24 bir elektrik akımına maruz kalıyoruz. Sigara içenin ciğerleri gece boyunca dinlenebiliyor, alkol içenin karaciğeri kendini gece arındırabiliyor. Peki ya bu dehşet verici elektromanyetik alandan kaçamayan zihnimiz kendisini nasıl dinlendirecek? Buna o kadar hassas hale gelen insanları tanıdım ki kongrede, adamın biri evini barkını satıp, bir karavanla ormana yerleşmek zorunda kalmış. 'Uyuyabildiğim ve kendimi iyi hissedebildiğim tek yer orasıydı' diye anlatıyor. 

Özellikle 30 ile 40 yaş arası olanlar uykusuzluk, asabiyet, konsantrasyon eksikliği, depresyon ve çeşitli nedenlerden dolayı doktorlara gitmeye başladı. Bu insanlar aslında fiziksel olarak sağlıklılar. Bu yüzden doktorlar hastalıklarına bir teşhis koyamayarak 'psikolojik kaynaklı olmalı' demek zorunda kalıyorlar. Oysa bunlar elektromanyetik alan kaynaklı şikayetler. Şimdi hepimizin ormana yerleşme cesaretinin olmadığını biliyorum ama yapabileceğimiz başka şeyler de var. İnternetimiz zaten var ve zaten çekmekte. Bebeğimizin altını değiştirmeyi unuttuk diye bize haber verecek bir robota veya işerken bilmem kaç vitamin veya mineral kaybettiğimize dair bize haber verecek bir telefon uygulamasına ihtiyacımız yok. Eşyaların interneti adı altında bize pazarlanan 5G teknolojisi tüm bu sağlık sorunlarımızı kat be kat artıracak. 

Sürekli elektrosmog'a maruz kalan insanların kanı katılaşmaktadır. Bu zaman içerisinde safra kesesinde simsiyah taşların oluşmasına neden olur. Kanın katılaşması beyin ve kalp sağlığını da olumsuz etkilemektedir. Tüm bu etkilere karşı kendimizi korumalı ve kanımızı sulandıracak gıdalar tüketmeliyiz. Gluteni hayatımızdan çıkartmalıyız. Bir hafta oruç tuttuktan sonra beslenme düzenimizi çok daha kolay değiştirebiliriz çünkü oruç bağımlılıkları azaltmaktadır. D vitamini, koenzim Q10, B12, Omega 3 gibi değerlerinizin iyi durumda olduğunu kontrol edin. 

Hafıza ve konsantrasyonu güçlendirdiği bilinen kurkumin hem alzheimer hastalığının ilerlemesini yavaşlatmakta hem de nörolojik sağlığımızı korumaktadır. Maalesef zerdeçalın içinde sadece %5 kurkumin oranı bulunduğu için bir nörolojik rahatsızlığınız varsa sadece zerdeçalı kullanmanız yeterli olmayabilir. Bu gibi durumlarda kurkumin ekstraktı tavsiye edilmektedir. Eğer şimdilik bir sağlık sorununuz yoksa zerdeçalı korunmak için yemeklerinizden eksik etmemelisiniz. (Kurkumin ekstraktını kan sulandırıcı kullanıyorsanız doktorunuzla konuşarak kullanmalısınız.)

Tüm bunların haricinde yapabileceğimiz başka şeyler de var. 

Geceleri modeminizi kapatın. Yeteri kadar melatonin salgılanması için ışığın girmediği karanlık bir odada uyuyun ve sadece dolunay geceleri odanızı hafif aydınlatın. 

Yurtdışında baldachin adı altında cibinliklerin satıldığını gördüm. Bu cibinlikler sıradan bir tüle benziyorlar ama içlerinde bakır ve gümüş ağları var. Bu cibinliklerle yatağınızın dört bir yanından sardığınızda etrafınızda elektromanyetik alana karşı bir korunma kalkanı oluşuyor. Maalesef Türkiye'de henüz satan bir üretici bulamadım. (Eğer varsa ve benimle iletişime geçerse çok sevinirim). Olay artık o kadar ciddi ve vahim ki, hepimizin en azından gece uyuduğumuz süre boyunca beynimizi bu alandan koruyacak bu tarz yöntemlere ihtiyacı var. 

Uzun lafın kısası Kova çağına giriş yapmaya hazırlanan insanlığın en büyük dertlerinden biri Uranüs gezegenin temsil ettiği teknolojik gelişmelerin yan etkileri olacak. Beyin sağlığını korumak isteyen herkes ise internet bağımlılığından kurtulup, eskiden de olduğu gibi zamanının çoğunluğunu teknolojiden uzakta, doğada geçirmek zorunda kalacak. Artık 12'ye 5 yok, gece yarısını 5 dakika geçti bile. Yani birçok konuda geç kaldık ve vahim sonuçlarla yüzleşmek zorunda kalacağız. Ama daha da geç olmadan hareket edersek belki yeni doğacak olan çocukları koruyabiliriz.